Haber izleyemiyorum artık, sinirlerim bozuluyor. Şöyle bir göz atmak bile geriyor beni, resmen dengemi bozuyor. Hele siyasilerden birinin, özellikle de Cumhurbaşkanı’nın bir konuşmasına denk gelirsem, iyice cinleniyorum. Kendisi gibi düşünmeyen herkesi küçümseyen, sözde bütün vatandaşları içinmiş gibi sahte bir sevecenlik sergilerken, o her şeyi bastıran külhani tavır çok aşağılayıcı gelmiyor mu size de? Her konuşmada, kim bilir hangi danışmanın önerisiyle, slogan niteliğinde can alıcı bir cümlenin bulunması da o kadar samimiyetten uzak ki... Ve benim duygularıma kapılıp, böyle yazdıkça yazasım gelen bu sözler öyle riskli bir yöne doğru gidiyor ki... Her şey öyle bıçak sırtı ki, bir-iki laf daha edip kesmem en doğrusu.
Geçen gün, hangi konuşmasından sonraydı bilmem, köylü bir kadın, üzerine bir peçete örtülü kapla, pişirdiği yemeği ta otobüsüne kadar getirdi de, kendisi de eşiyle birlikte, büyük bir tevazu göstererek o yemekten yedi, hem de hiç tereddüt etmeden. E, biz de bunu yedik. Acaba rastgele biri yüz metre yakınına öylece sokulabilir mi? Ve de, kendisine rastgele sunulan bir yemeği, güvenli olup olmadığına bakmadan yiyebilir mi? Tıpkı, geçenlerde Ajda Pekkan’ın Bostancı Gösteri Merkezi’ndeki konserinde olduğu gibi. Küçük bir kız o kadar güvenliği ve protokolü yarıp sahnenin önüne kadar gelebildi. Ajda da büyük bir sevecenlikle, sahte bir şaşkınlıkla ve iyice frikik vererek eğildi, kızı öptü, vesaire vesaire. Biz de yedik. Yani ha siyaset, ha show dünyası. Neyse, kestim.
Gelelim süratle kalkınmakta olduğumuz gerçeğine. Ülkecek kalkınıyoruz. Nasıl? İnşaat, inşaat, inşaat. Yol, köprü, tünel, tüp, gökdelen, hatta kanal, hatta termik santral... Ama kar yağdı mı okula gidemeyen çocuklar varmış, dert değil. Hiç okul yokmuş, ya da var olan derme çatma okulların pencerelerinden giren karlar sınıfları doldururmuş, dert değil. Büyük yatırımcılar tüm köşeleri dönerken millet açlık sınırında yaşıyormuş, evsizler gün be gün artıyor, Suriyeli sığınmacılar bir yandan çocuklarını arabaların önüne atarak, bebeklerini ilaçla uyutarak dileniyor, bir yandan da esnafın rızkını tehdit eden işyerleri açıyormuş, dert değil. Büyük şehirlerde onca yola, geçide, tünele rağmen trafik sorunu günden güne içinden çıkılmaz oluyormuş, hatta bazı üst geçitlerin yaya trafiği araba trafiğinden betermiş, olsun. Ayol o üst geçitler, üzerinden yürüyüp geçmek için yapıldı, öyle tıkış tıkış, santim santim ilerleyebilen kalabalıklara dayanır mı? Yıkılıverir, zaten yeterince sağlam oldukları bile tartışılır. Ne zamandı hani, damperli kamyonun tepesi çarptıydı da dağılıverdiydi ya...
Peki ya her gün, her şehirde bir nedenle yaşanan arbedelere ne demeli? Kavga gürültü, polis müdahalesi haberi duymadan gün geçmiyor. İnsanımız mutsuz, gergin, sinirli. Şiddet her yanda, hele kadına şiddetin sonu gelmiyor. O sosyal medya denen şey de insanı kışkırtıp duruyor. Asıllı, asılsız, eski, yeni, gerçek, düzmece her türlü haber, bir tuşla dünyaya yayılıyor. Mesela o günlerde popüler olan bir durum söz konusuysa, onunla ilgili çok eski bir haber bile, aniden, güncelmiş gibi sansasyon yaratabiliyor. Şimdilerde kadına şiddet ve tecavüz olayları ortalıkta ya, sanki ülkemizde bu tarz şeyler ilk kez oluyormuş gibi, ta 2013’te Niğde’de 13 yaşında bir kızın tecavüzcüsüyle evlendirilmesi olayı yeni olmuş gibi gündeme geliverdi. Eski olay ama nasılsa benzerleri her gün yaşanmakta. Ne korkunç ama, değil mi? Hem tecavüze uğrayacaksın, hem de seni dehşet içinde bırakan biriyle ömür geçirmek zorunda bırakılacaksın. Gerçi bu olayda tecavüz eden zaten kızın sevgilisiymiş ve evlendirildiği halde, sonradan öldürmüşler kızcağızı ama koskoca bir adam küçük bir kıza tecavüz ettiğinde de aynı şey kaç kere olmuştur kim bilir. Bir de intihar etmek zorunda bırakılanlar var. Neymiş efendim, kızın namusu temizlenecek. Aman, nereden girdim şimdi bu konuya yahu... Kaptırınca böyle oluyor işte.
Oysa bağlamak istediğim şey tam olarak bu değildi. Kalkınma, durmadan bir şeyler inşa etmekle olmaz diyecektim. Bir de, bir ülkede üst katlarla alt katların arasında bu kadar derin bir uçurum varsa, o ülke kalkınmış sayılmaz. Yani birileri bin lirayı tek bir bardağa verirken, birileri ondan daha az parayla aile geçindirmek zorundaysa ve birilerinin çocuğu el bebek gül bebek büyürken, birilerininki küçük yaşta üç kuruşa satılıyorsa; ister yerin yedi kat dibine yol yap, ister göğün yedi kat tepesine kule dik, para etmez. Böyle kel başa şimşir tarak olur işte.