AİHM ne diyor, ne demiyor?

AİHM'in Perinçek - İsviçre davasının kararını, hukukçular, akademisyenler ve sivil toplum örgütleri yorumladı.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, yaklaşık on yıldır gündemdeki yerini koruyan tartışmalı Perinçek davasında son sözü söyledi. Büyük Daire’de yeniden görülen ‘Perinçek-İsviçre’ davasında mahkeme, 7’ye karşı 10 oyla, İsviçre’nin Doğu Perinçek’in ifade özgürlüğü hakkını ihlal ettiğine karar verdi.

İsviçre: “Irkçı eğilimler”

O dönemin İşçi Partisi Genel Başkanı, bugünse Vatan Partisi Genel Başkanı olan Perinçek, 2005 yılında İsviçre’de katıldığı konferanslarda, Ermeni Soykırımı’nın "uluslararası bir yalan” olduğunu söylemişti. İsviçre-Ermenistan Derneği ise Doğu Perinçek hakkında suç duyurusunda bulunmuş, İsviçre mahkemeleri de, Perinçek'in beyanatlarının ırkçı eğilimler içerdiğini ve tarihe ilişkin tartışmalara katkıda bulunmadığını tespit ederek, kendisini suçlu bulmuştu.

Türkiye ve Ermenistan müdahil

Davanın tarafları İsviçre ve Doğu Perinçek’in yanı sıra, Türkiye ve Ermenistan ile Avrupa, Rusya ve Amerika’dan çeşitli sivil toplum kuruluşları davaya müdahil oldu. Türkiye ve Ermenistan temsilcileri, 28 Ocak’ta yapılan ilk duruşmada mahkeme salonundaki yerlerini alırken, Türkiye’den İnsan Hakları Derneği ve Hafıza Merkezi ile Kanada’dan Zoryan Enstitüsü’nün oluşturduğu bir konsorsiyum duruşmaya yazılı katkıda bulundu. Ermenistan’ı temsil eden heyette, ünlü insan hakları avukatlarından Amal Clooney’in de bulunması nedeniyle dava, uluslararası medyada da büyük ilgi gördü.

Gerekçeli kararda öne çıkanlar

Büyük Daire, Perinçek kararını 7’ye karşı 10, oy çokluğuyla aldı. Gerekçeli kararda öne çıkan maddelerde, karara çekince koyan 7 yargıcın ağırlığı hissediliyor.

Görüş ayrılıkları

-Soykırım mı değil mi?

Davada Perinçek lehine çoğunluğu oluşturan 10 hâkim, “AİHM, Ermeni halkına 1915 ve sonrasında Osmanlı İmparatorluğu tarafından yaşatılan katliamların ve kitlesel tehcirin, terimin uluslararası hukuktaki anlamı dahilinde, soykırım olarak tanımlanıp tanımlanamayacağına dair, bu noktada hukuki olarak bağlayıcı bir hüküm vermeye gerek duymamaktadır” diyor.

Karara muhalefet eden 7 hâkimin bu konudaki görüşüyse, “Ermeni Soykırımı, açık bir biçimde var olan tarihsel bir gerçektir. Onu inkâr etmek, aşikâr olanı inkâr etmektir. Fakat burada soru bu değildir. Dava, tarihsel gerçeklerle ya da 1915 olaylarının hukuki tanımıyla ilgili değildir. Burada esas mesele, bir devletin, kendi takdir hakkı sınırlarını aşmadan, soykırıma maruz kalmış bir halkın hatırasına hakaret etmeyi, ceza gerektiren bir suç olarak belirlemenin mümkün olup olmadığıdır. Bizim görüşümüze göre, bu pekâlâ mümkündür” şeklinde.

- Holokost-Ermeni Soykırımı karşılaştırması

Mahkemenin kararında öne çıkan bir diğer tartışma konusuysa, Ermeni Soykırımı inkârının aksine, Holokost’un inkârının suç teşkil edip ifade özgürlüğü ihlali olmadığı görüşü. Büyük Daire’deki çoğunluk, Holokost’un inkârının “anti-demokratik bir ideoloji” ve “anti-Semitizm” olduğunu söylerken, Perinçek’in Ermeni Soykırımı’nı inkâr etmesinin “İsviçre’deki Türklerle Ermeniler arasında ciddi bir sürtüşmeye” yol açmadığı görüşünde. Çoğunluğa göre, Holokost inkârıyla “Nazi kâbusunu yaşamış pek çok Avrupa devleti” arasında doğrudan bir bağ bulunurken, İsviçre ile Ermeni Soykırımı arasında böyle bir bağ bulunmuyor.

-İfade özgürlüğü mü, özel hayata saygı mı?

Perinçek davasında, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin iki maddesinin karşı karşıya geldiği görüldü. Büyük Daire’nin de davayı ele alırken ifade özgürlüğü ile özel hayata saygı maddeleri arasında bir denge tutturmak durumunda kaldığı gözlendi. Kararda şu ifadeler yer aldı: “AİHM, kurbanların onurunu ve günümüzde yaşayan Ermenilerin haysiyetini ve kimliğini sözleşmenin 8. maddesiyle korumaya alır. Mahkeme, davanın özel durumuyla kullanılan araçlarla elde edilmek istenen neticeyi de dikkate alarak, sözleşmenin iki maddesi arasında bir denge oluşturmak durumundaydı. Mahkeme, demokratik bir toplumda, Ermeni toplumunun haklarını korumak için Sayın Perinçek’e cezai işlem uygulamanın gerekli olmadığı sonucuna vardı.”

İttihat Terakki zihniyetinin devam ettiğini gördük’

İlk davayı açan İsviçre Ermenistan Derneği, kararı Agos’a değerlendirdi: 

“Mahkeme kararından duyduğumuz büyük hayal kırıklığını ve Avrupa adaletine güvenimizi kaybettiğimizi gizlemiyoruz. Yine de son sözün söylenmediğine inanıyoruz. Türk devleti ve Talat Paşa Komitesi, istedikleri şeyin tam tersini başardılar: Ermeni Soykırımı’na dair sesleri bastıramadılar. İsviçre’de ve dünyada bu suç, hiçbir zaman bu kadar detaylı bir şekilde ele alınmamıştı; artık bunun gerçek olduğuna dair geri alınamaz bir mutabakat oluştu. İED küçük bir kurum olsa da büyük bir fırsat yakaladığının farkında; hem Doğu Perinçek’i tüm sonuçlarına katlanarak adalet önüne çıkardı, hem de Türkiye hükümetini hatalar yapmaya zorladı. Türkiye’dekiler de dahil olmak üzere, uluslararası insan hakları derneklerinin bir araya gelişi emsalsiz bir durumdu; böylece, Türk devletinin yalanlarının dağılmakta olduğu ortaya konmuş oldu.”

Avrupa’nın Türkiye ile ilgili öncelikleri var

“Karşımızda çok iyi işleyen inkâr kurumlarına sahip bir devlet var ve Avrupa devletlerinin de Türkiye’yle ilgili başka öncelikleri var. Bu yüzden bunu tüm dünyanın gözü önünde açıkça lanetlemeye hazır değiller. Bu karar, bizde hayal kırıklığı yaratmış olsa da 2007 yargılamaları sırasında Talat Paşa Komitesi’nin inkârcılığının arkasında Türkiye’nin olduğunu ve bu anlamda suçlu İttihat ve Terakki rejimi ile bugünkü Türkiye hükümeti arasında hiçbir fark olmadığını, tüm dünyanın gözleri önünde ortaya koymayı başardık.” 

Tarihçi ve siyaset bilimci Samim Akgönül
“Perinçek'in zaferi değil” 

“AİHM Büyük Daire kararında, Holokost'un inkârını nefret söylemi olarak değerlendirdiğini, çünkü Holokost’un zaten inkârın olduğu ülkelerde yapıldığını söylüyor. Ermeni Soykırımı’nın ise İsviçre’de yapılmadığını belirtiyor. Buradan şunu anlıyorum: Eğer bir gün Türkiye'de Ermeni Soykırımı tanınır ve birisi bunu Türkiye'de inkâr ederse, AİHM olarak bunu da nefret söylemi sayarım diyor. Ayrıca unutmayalım ki, AİHM, 2009 yılında da 1915 olayları hakkında Türkiye'ye karşı açılan bir davada benzer bir karar almış ve ‘Ermeni Soykırımı var’ dediği için yargılanıp mahkûm edilen bir Türkiye vatandaşının ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine hükmetmişti.”

Türkiye’deki bakışın tersi

“Türkiye ifade özgürlüğünün en çok kısıtlandığı ülke… Kaldı ki bu hüküm, katiyen Perinçek'in zaferi değildir. Perinçekgillerin Türkiye içindeki ifade özgürlüğü kısıtlamalarına tam bir darbedir ki, bunun son örneği de ibretlik Tahir Elçi konusu… Türkiye’ye diyor ki AİHM, böyle gidersen, ben sana daha çok tazminat ödeteceğim, dünya kamuoyuna seni rezil edeceğim. Bu hükümdeki, ifade özgürlüğüne liberal bakış, Türkiye'deki uygulamalara ve bakış açısına tamı tamına terstir.”

Uluslararası ceza hukuku uzmanı Sévane Garibian
‘Büyük Daire’deki kutuplaşma önemli’

AİHM Büyük Daire’nin gerekçeli kararında öne çıkan maddeler nelerdir?

Mahkemenin bu davada ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermesinin sebebi, Ermenilerin haklarını ve haysiyetini korumak için Perinçek’in ceza almasının ‘zorunlu’ olmadığını düşünüyor olmalarıydı. Bunun zorunluluk olarak görülmemesinin dayanağı, Perinçek’in ifadelerinin İsviçre bağlamında ele alındığında, ‘ırkçı düşmanlık’ ve ‘ayrımcılığı teşvik ettiği’ yönünde bir delil bulunamamasıydı. Mahkemenin bu konudaki savı şöyle: Birincisi, mahkeme, İsviçre ile 1915 ve sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan olaylar arasında doğrudan bir bağlantı olduğunun ileri sürülmediğini, göz önünde bulundurdu. İkincisi, Doğu Perinçek’in konuşma yaptığı dönemde İsviçre’de Ermeniler ve Türkler arasında bir çatışma doğuracak gergin bir atmosfer olmadığı söylendi. Üçüncüsü, mahkemeye göre, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşananlardan bu yana geçen süre, konuşmacının ifadelerinin “iddia edildiği kadar önemli etkileri olamayacağını” gösteriyordu. Sonuncusu ve en önemlisi, mahkeme ,bu davayla Holokost’un inkârına ilişkin davalar arasında bir ayrım yaptı ki, Holokost’a dair inkârların hepsinin ayrım gözetilmeksizin ırkçı nefreti teşvik ettiği kabul ediliyor. Yani mahkeme, Holokost davalarında “otomatik bir kabul” yaratmış gibi. Holokost için şöyle deniyor: “Holokost’un inkârının ceza gerektiren bir suç sayılmasının gerekçesi, bu inkârın, tarafsız bir tarih araştırması görünümünde olsa bile, söz konusu devletlerin tarihsel bağlamı çerçevesinde ele alındığında, anti-demokratik bir ideolojiyi ve anti-Semitizmi ifade etmesidir.”

Sévane Garibian           FOTOĞRAF: Demir Sönmez

Holokost-Ermeni Soykırımı karşılaştırması çok tartışıldı. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bu değerlendirmelerin her biri, hem hukuki, hem de felsefi açıdan tartışmaya açıktır. Özellikle de Holokost’un inkârına dair kabul tartışılabilir: Böyle bir otomatik kabul, bir ayrımcı yaklaşım ya da çifte standart sorunu yaratmadan, tarihsel ve bağlamsal sebeplerle meşrulaştırılabilir mi? Zaman faktörüne gelince, 40 yıl içinde Holokost’un inkârı meselesinde ne değişecek? Bahsettiğimiz bu otomatik kabul, hâlâ geçerli olacak mı? Doğrudan coğrafi ve tarihsel bağ konusunda da şu söylenebilir: Mesela İsviçre, Liechtenstein, Lüksemburg ve Slovenya gibi tüm soykırımları inkâr etmeyi suç sayan Avrupa devletlerinde, Ruanda Soykırımı inkâr edilirse ne olur?

Bu karşılaştırmayla ilgili AİHM’ye yönelik itirazlara eklemek istedikleriniz var mı?

Eklemek istediğim iki şey var. Birincisi, mahkemenin savında Holokost’un inkârının Avrupa’daki özel durumuyla ilgili bir kısım var: İnkârın suç sayılmasının gerekçesinin “söz konusu devletlerin tarihsel bağlamı” olduğunu söylüyor; yani bunun, Holokost’un açık bir şekilde ortaya konmuş tarihsel bir gerçek olmasıyla o kadar da ilgisi yok. Büyük Daire bunu yaparak, diğer dairenin 2013’teki kararındaki yorumundan ayrılmış oldu. İkincisi, mahkeme, üye devletlerin tarihsel gerçeklerin inkârı konusundaki yasalarının çeşitlilik gösterdiğini kabul etti: Yelpaze gerçekten de çok geniş ve neticede bu her bir devletin takdir payına ve egemenlik yetkisine bağlı. Bazıları bunu suç saymıyor, bazıları Holokost ile Nazilerin ve komünistlerin suçlarının inkârını suç sayıyor, bazılarıyla ayrım yapmadan tüm soykırımların inkârını suç sayıyor.

Büyük Daire, kararını 7’ye karşı 10, oy çokluğuyla aldı. Görüşlerde de ciddi bir ayrışma yaşanıyor. Bu duruma ne diyorsunuz?

Bu kutuplaşma gerçekten önemli ve mahkemede ciddi bir muhalefet olduğunu gösteriyor. Karar epey uzun ve birkaç farklı görüş içeriyor: Kısmen katılıp kısmen muhalif olan Alman Hâkim’in görüşü; Lüksemburglu Mahkeme Başkanı ve Andorralı Başkan Vekili’nin de dahil olduğu 7 kişilik bir grubun ortak muhalif görüşü; Monako, Malta, Yunanistan, Hollanda ve Litvanya’dan diğer 5 hâkim ve Hollandalı bir hâkimin, Andorralı, Monakolu ve Litvanyalı meslektaşlarının da katıldığı bireysel muhalif görüşü… Büyük Daire’ye soykırımların ve toplu işlenen suçların inkârına dair bir karar alma şansı veren bu sembolik davada, çoğunluğun sağlanmasının kolay olmadığını anlaşılıyor.

Büyük Daire’deki bu kutuplaşmanın sebeplerini biraz açabilir misiniz?

Bu kutuplaşmanın sebepleri önceki açıklamalarımda bulunabilir. Muhalif hâkimler, mahkemenin değerlendirmelerinin şu yönlerini açıkça eleştirdi ve sorguladı: 1. Doğu Perinçek’in ifadelerinin takdir edilmesi. 2. Irkçı saiklerin belli bir bağlam çerçevesinde değerlendirilmesi ki, bu bağlam da tartışmaya açık faktörlerle belirlenen bir şey. 3. Holokost’un inkarının prensipte diğerlerinden ayrı tutulması. Bazıları –ilave muhalif görüşün yazarları– Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “hakların suistimalini” yasaklayan 17. maddesinin bu davaya uygulanması gerektiğini ileri sürdü. “Hakların suistimali”, bir kişinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’yle korunan değerlere ters düşen anti-demokratik değerleri savunmak ve yaymak amacıyla haklarını kötüye kullanmasıdır. Ne olursa olsun, buradaki en önemli mesele, Perinçek’in ifadelerinin bağlam çerçevesinde değerlendirilmesi ve İsviçreli yetkililerin takdir payıdır.

Ayrıca, 7 hâkim, ortak muhalif görüşlerinde, buradaki meselenin Ermenilerin yok edilmesinin hukuki tanımı olmadığını kabul etmekle birlikte, mahkemenin “açıkça ürkek yaklaşımına” dikkat çekti. Sonra da kesin bir şekilde şunu eklediler: “Ermenilerin maruz kaldığı katliamlar ve tehcirin soykırım olduğu açıktır. Ermeni Soykırımı, açıkça ortaya konmuş tarihsel bir gerçektir. Bunu reddetmek apaçık bir gerçeği reddetmektir.”

Bu karar, ayrımcılıkla ve nefret söylemiyle mücadelede nasıl bir etki yaratacak?

Bu karar, tarihsel olayların inkârının cezalandırılması için, belli bir bağlam çerçevesinde değerlendirilen ihtilaflı ifadelerin, ırkçı düşmanlığı ve ayrımcılığı teşvik ettiğine dair kanıt toplamanın önemini ve gereğini vurguluyor. Bu yeni bir şey olmasa da, bu davada gördüğümüz gibi, değerlendiriliş biçimi oldukça göreceli ve öznel. 

Davaya müdahil olmasına izin verilen 11 üçüncü şahıstan sadece ikisinin Doğu Perinçek’i savunduğunu hatırlayalım: Türkiye hükümeti ve Batı İsviçre Türk Dernekleri Federasyonu. Diğer dokuzu arasında şunlar vardı: İnsan Hakları Derneği, Hafıza Merkezi, Uluslararası Soykırım ve İnsan Hakları Araştırmaları Enstitüsü, Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu, Irkçılığa ve Antisemitizme Karşı Uluslararası Mücadele Derneği, bir grup Fransız ve Belçikalı akademisyen.

Mahkeme hükmünü verirken İsviçre bağlamını ele aldı. Ama gerekçeli kararda, Türkiye bağlamını da es geçmediğini görüyoruz. Kararın bu bölümünü nasıl yorumluyorsunuz?

Mahkemenin, aceleyle Türkiye bağlamına işaret etmesi de tartışmaya açık. Türkiye’deki durumun daha geniş bir bağlamın parçası olduğu ve Perinçek’in ifadelerindeki ırkçı ve ayrımcı saiklerin bu bağlam içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini düşünenler de olabilir, ki İnsan Hakları Derneği, Hafıza Merkezi ve Uluslararası Soykırım ve İnsan Hakları Araştırmaları Enstitüsü’nün savlarından biri de buydu. 

Bu koalisyon bunu savunurken birçok başka belgenin yanı sıra, Ergenekon davasından belgeler sundu. Doğu Perinçek’in, 2006’daki Avrupa Parlementosu’nun “yabancı düşmanı ve ırkçı” olduğu gerekçesiyle kınadığı Talat Paşa Komitesi’nin başında olmasına da değinildi. Mahkeme, yine de bu belgeleri göz önünde bulundurmadı;  bunun sebebi de koalisyonun “orijinal belgelerin tamamını değil de kendi seçtikleri kısımlarını” sunmasıydı. Büyük Daire, “Türkiye’deki bazı aşırı milliyetçi grupların oradaki Ermenilere yönelik düşmanlığının inkâr edilemeyeceğini” kabul etti, özellikle de Hrant Dink davasına atıfta bulunarak. Fakat bu durumu, mevcut davayla ilişkilendirmedi; çünkü bu durumun Perinçek’in İsviçre’deki ifadelerinden kaynaklanma ihtimalinin düşük olduğunu öne sürdü. Talat Paşa Komitesi’ne mensup olması konusunda da şu değerlendirme yapıldı: “İsviçre mahkemeleri, bu konuya eğilmedi ve başvuru sahibinin Talat Paşa adlı komiteye üye olmasının Ermenileri düşmanlaştırma ve onlara yönelik nefreti yayma amacı taşıdığında dair bir kanıt bulunmamaktadır...” Son olarak, ki bu oldukça şaşırtıcı, mahkeme, Perinçek’in 1998 ve 2005’te Türkiye’ye karşı açtığı davalarda verdiği ifade özgürlüğü ihlali kararlarını, Perinçek’i “haklarını sorumsuz ve tehlikeli bir şekilde kullanmaya meyilli bir aşırılıkçı” olarak görmeyi reddetmek için kullandı. 

Amerikalı Ermeni gazeteci Harut Sassounian:
“Soykırım kurbanları arasında ayrım yapılmamalı”

“Soykırımların inkârı konusunda çifte standart olmamalı. Holokost’un inkâr edilmesi suçsa, diğer soykırımların inkâr edilmesi de suç olmalı. Bazı soykırımların kurbanlarına ayrıcalıklı davranmak, utanç verici ve ayıp bir tutumdur. Bir ABD gazetesinin editörü olarak, Avrupa’nın benimsediği daha kısıtlayıcı ifade özgürlüğü modelindense, elbette ABD’nin hayli koruyucu özellikleri olan ifade özgürlüğü kavramını destekliyorum. Fakat hangi hukuk sisteminde olursa olsun, soykırım kurbanları arasında ayrım yapılması, kabul edilemez.”

“İsviçre sayısız yetimi kurtardı” 

“İsviçre ile Ermeni Soykırımı arasında hiçbir bağ olmadığını söylemek de tarihî olarak yanlıştır. 400 binden fazla İsviçre vatandaşı, 1890’daki II. Abdülhamid katliamlarını protesto etmek için bir dilekçe imzaladı. İsviçreli misyonerler, soykırım sırasında sayısız yetimi kurtardı ve onlara İsviçre’de yeni evler sağladı.”

Taner Akçam 
Mahkeme Ergenekon’un faaliyetlerini dikkate almadı

Doğu Perinçek davası, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde görüldüğü sıralarda, Taraf gazetesinde “Saray Soytarısı” başlığıyla bir dizi yazı yazmıştım. Oradaki düşüncelerime ekleyecek yeni bir şey yok. Orada yazdıklarım aynen bâkidir.

Tüm sorun, Doğu Perinçek’in “Ermeni Soykırımı, emperyalist yalanıdır” sözlerinin, “nefret suçu” sayılıp sayılmayacağı idi. Perinçek de bundan korktuğu için, mahkemede “süt dökmüş kediye” dönmüştü. Ve savunma avukatı da Perinçek’i, Basel Üniversitesi’nde sadece 1915 konusunda naçizane fikirlerini dile getiren bir akademisyen gibi göstermişti. Üst mahkeme, bu savunmayı doğru buldu. Ayrıca, bu sözlerin, İsviçre’deki Ermeni topluluklarının onurlarına bir saldırı anlamına gelmeyeceğine hükmetti. Mahkemenin bir diğer önemli fikri de, Doğu Perinçek’in sözleri ile verilen ceza arasındaki oransızlıktı; bunun nedeni de bu sözlerin İsviçre kamu güvenliği açısından bir tehlike teşkil etmemesi.

Konu, “fikir özgürlüğü” bağlamında ele alındığında, Avrupa’da çok az kişi, “1915, soykırım değildir” cümlesinin cezalandırılması gerektiğini savunur. Zaten, gene Taraf’ta etraflıca yazdığım gibi, İsviçre kanunları “1915, soykırım değildir” cümlesini yasaklamaz ve cezaya tâbi tutmaz. İsviçre kanunları, soykırım inkârının nefret suçunun bir biçimi olarak kullanmasını yasaklar. Üst mahkeme, Doğu Perinçek’in sözlerinin “nefret suçu” kapsamına girmeyeceğine hükmetti.

Perinçek, oraya ‘fikir bildirmek’ için gitmedi

Bu çerçevede, eğer mahkemenin kararında bir yanlışlık varsa –ki bence vardır-, o da Doğu Perinçek’in, Hrant Dink’in cinayeti ile de sonuçlanan bir politik kampanyanın önderi olduğunu kabul etmemesidir. Taraf’taki yazılarımda da belirttiğim gibi, Perinçek, üniversite kürsüsünde naçizane kanaat bildiren bir akademisyen değildir. İsviçre’ye de “fikir bildirmek” için gitmedi. Ergenekon faaliyetlerinin bir parçası olarak gitti. Onun söylemleri ve eylemleri, Ergenekon ile doğrudan bağlantılıdır. Perinçek’in söz ve eylemleri, Ergenekon’un Türkiye Ermenilerine yönelik yürüttüğü nefret ve saldırı eylemlerinin bir parçasıdır. Perinçek, Türkiye Ermenilerini açıktan tehdit eden, onlara saldırıları organize eden ve Hrant Dink’in ölümüyle de sonuçlanan bir kampanyanın yürütücüsü olan Ergenekon örgütünün yöneticisidir ve bu özelliği ile idam cezası da almıştır. Perinçek’in ve Ergenekon’un Türkiye ve Avrupa faaliyetlerini dikkate almayarak, mahkeme yanlış yapmıştır.

Fakat mahkeme, önemli ve olumlu bir şeyin de altına imza attı: Bir alt mahkemenin “1915, soykırım değildir, tartışmalı bir mevzudur” gibi, Türk resmî tezlerini tekrar eden tüm saçma sapan gerekçelendirmeleri, bir kenara attı. 

Şimdi işin komik tarafı şu, Türkiye’de bu mahkeme kararı, gene “İnsan Hakları Mahkemesi 'Soykırım olmamıştır', dedi", biçiminde sunuldu ve zafer olarak kutlandı. Eskiden “saray soytarısı” ifadesini bir tek çevre için kullanmıştım. Şimdi bu tuhaf tepki tarzını görünce, basının tümünü ve siyasi parti liderlerinin büyük bir kısmını da bu tanıma dahil etmek gerekir diye düşünüyorum: “Saray soytarıları”. Daha mahkeme kararının ne olduğundan habersiz ya da bunu çok iyi bilen, ama bilerek çarpıtan “saray soytarıları...”

Son bir sözüm de, Dersim Soykırımı’ndan kurtulmuş insanların çocuğu olan Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na: Utanmıyor musunuz?

Marmara Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Bölümü’nden Osman Doğru:

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, bugüne kadar iki türlü karar verme karakterinin olduğunu gördük. İlki, devletlere daha fazla takdir hakkı tanıyan bir yaklaşım; diğeriyse, daha müdahaleci aktivist olan yaklaşım. Uzun bir süredir AİHM’nin verdiği kararlarda ilk yaklaşımı görüyorduk, ama Perinçek davasında ikinci yaklaşımın ağır bastığını düşünüyorum.

Mahkeme, öncelikle ifade özgürlüğünün sınırlarını, ‘şiddete açık çağrı’, ‘nefret söylemi’, ‘ırkçı ve ayrımcı’ söylem olarak çiziyor. Bu durumda, mahkeme nezdinde, devletler şayet bir inkâr yasası çıkarmak isterlerse, bunu toplumda somut karşılığı olan olaylara dayandırmaları gerektiğini görüyoruz. Büyük Daire, Perinçek’in İsviçre’de Ermeni Soykırımı’nı inkâr ettiğini ifade etmesinin, bu ülkedeki Ermenilere yönelik ayrımcı bir nefret söylemini ortaya çıkmadığına ve şiddete açık çağrı oluşturmadığına kanaat getirdi. Yoksa mahkeme, 1915’te yaşanan katliamların hukuken hangi tanıma sahip olduğuna dair bir karar vermedi.

İfade özgürlüğü hakkı ihlallerinde, Türkiye’nin durumu parlak değil. Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin yaşadıkları, bunun en açık örneği. Perinçek kararını takdir edenler, maalesef Türkiye’deki benzer durumlarla ilgilenmiyorlar. Bölücü propaganda suçtur deniyor, ama bunun içine her şeyi sokabiliyorlar.     

Kategoriler

Güncel Gündem Dosya



Yazar Hakkında