BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Kanıksama tehlikesi

“Teröre alışmayacağız”, “Bu korkunç cinayetleri kanıksamayacağız”, “Bizi asla korkutamayacaklar” ve benzeri söylemler dillerde terane... Peki, nasıl başaracağız bunları? Yani ne yaparak bu toplara gelmeyeceğimizi kanıtlamış olacağız? Hani bu tarz olaylardan sonraki her konuşmada “Cumhurbaşkanımızın liderliğinde, bu ülke, bu terör canilerine asla pabuç bırakmayacak” deyip duruyorlar ya... 

Nasıl olacak bu ‘pabuç bırakmama’ işi? Ülke halkı olarak bu cümlenin ‘Cumhurbaşkanımızın liderliğinde’ bölümünden sonrasını kim anlıyor? Yani “Bırakın, siz sesinizi kesip bekleyin, o ne yapacağını bilir” mi demeye getiriliyor? Böyle yapınca büsbütün kanıksamaya doğru gidiyor olmaz mıyız? Durup dururken, yalnızca hayatını idame ettirirken, geriye pabucundan başka hiçbir şey kalmadan ölüveren masum insanlar ne olacak? Bu mudur ‘pabuç bırakmamak’? Yoksa her şey olup bittikten, ortalık temizlendikten, yasaklar kalktıktan sonra, patlamanın olduğu yere gidip, korkmuyormuş gibi dolaşmak mı? Hemen yayın yasağı konduğu için, haber kanallarında anlatılan, bilmemiz gerektiği kadarıyla yetinip başka soru sormamak mı?         

Ayrıca hepimiz de basbayağı korkuyoruz. Evimize kapanıp, toplu taşıma araçlarından, kalabalık ortamlardan uzak durmaya çalışıyoruz. Bir çocuğun elindeki balon patlasa yüreğimiz ağzımıza geliyor. En hazini de o ki, istediğimiz kadar aksini iddia etsek de kanıksıyoruz. İlk kez karşılaştığımız patlama olayından bugüne geçen zamanı düşünün. Günler, haftalar süren etkilenmeler, artık olayın ikinci günü geçip gider oldu. Önceleri kimsede başka bir şeyle meşgul olacak hal kalmıyordu, televizyon kanallarında adı eğlence olabilecek her türlü program bıçak gibi kesiliyordu. Eski dizilere, belgesellere ve Yeşilçam filmlerine talim ediliyordu. Bu kez öyle bir şey de olmadı. Patladı, ölen öldü, hayat kaldığı yerden devam etti. Az ölü olduğundan mı, ölenler yabancı olduğundan mı, yoksa kanıksamaya doğru gidildiğinden mi? Bilemedim.

Ve her an, her yerde kelle koltuktayız. Bir yerde manyağın biri kendini patlatıyor, ânında sosyal medyaya kısıtlama geliyor, arkasından tekerleme gibi aynı sorular, aynı yorumlar peş peşe sıralanıyor. Önce kimliği, mensup olduğu örgüt (malumunuz, örgüt bolluğu var günümüzde) ve ideolojik motivasyonu; sonra ‘saldırı zinciri’ ve “Büyük resim bulunursa hainler bulunur” teranesi (sanki biz bilmiyoruz) ve de terörü kanıksama endişesi... Halkın en çok sorduğu ”Ne oluyor, niçin oluyor, kim yapıyor?” sorularını ise, o halkın can güvenliğinden sorumlu olanlar da sorup duruyor. Sonuç? Sıfıra sıfır, elde var sıfır.

Biz, kısıtlanan sosyal medya yüzünden haberlerde sunulduğu kadarına fit olurken, bütün dünya ülkeleri neler öğreniyor... Biz bilmeyelim de kim bilirse bilsin yani. Üstelik delinin kimliği tespit edilip de yasaklar kalkar kalkmaz, bir mobese kamerasından kaydedilen patlama ânı hop diye orta yere düşüyor. İstediğin kadar kısıtla, bulan buluyor işte. Her zaman en çok kafama takılan, bir insanın kendini patlatmaya ikna edilmesi... Doğrudan cennete gitme vaadi ve ölenlerin de gitmesini sağlayarak sevap işlediğine inandırılmakmış usulü. Peki, niye kimse “Sen neden yapmıyorsun öyleyse?” sorusunu sormuyor acaba? Dindarlık falan değil bu valla, resmen cehalet. Hadi size bir kehanette bulunayım. Bu gidişle, Doğu’nun cehaleti, sıradan insanların sonunu getirecek, Batı’nın zenginleri de başıboş kalan doğal kaynaklara konup, iyice tenhalaşan dünyanın keyfini sürecekler.