Pangaltı Lisesi’nde bir garip ‘işten çıkarma’

Pangaltı Mıhitaryan Lisesi’nde, eğitim ve öğretim yılının son günlerinde garip bir işten çıkarma vakası yaşandı. Uzman eğitici vasfıyla okulun lise öğretmenleri arasında yer alan ve Ermenice dersleri veren, gazetemiz yazarlarından, editör ve Ermeni edebiyatı tarihçisi Sevan Değirmenciyan’ın görevine herhangi bir somut gerekçe gösterilmeden son verildi. Önce istifası istenen, bu talebi reddettikten sonraysa görevine son verilen Değirmenciyan’la yaşanan süreç hakkında konuştuk.

İlk olarak 18 Mayıs günü okulun bağlı olduğu Mıkhitarist tarikatına mensup rahipler tarafından çağırılan Değirmenciyan, yapılan görüşme sırasında uyarı aldığını söylüyor: “Çağrılmadan birkaç gün evvel okulda şair Rupen Sevag’la ilgili bir etkinlik düzenlemiştik, kendisinden ‘1915 şehidi’ diye bahsettik. Hemen ardından rahipler beni yanlarına çağırarak bir görüşme yaptı. ‘Yukarıdan’ bazı isimlerin bu etkinlikten, etkinlikte şair için kullandığımız sıfatlardan ve gazetelerdeki yazılarımdan rahatsız olduklarını söylediler. Bu konuşma bir uyarı niteliğindeydi.”

Değirmenciyan, uyarıyı dikkate alarak hayatına devam ettikten bir süre sonra tekrar aynı rahipler tarafından görüşmeye çağırılmış ve bu kez istifası istenmiş: “Bundan iki hafta sonra rahipler tarafından tekrar bir görüşme için çağırıldım, bu sefer doğrudan istifam istendi, çünkü yine ‘yukarıdan’ çağırıldıklarını söylediler. Ancak kimin çağırdığını kesinlikle açıklamıyorlar. O meçhul şahıslar, rahiplere ‘sakıncalı’ olduğumu söylemişler ve artık uyarılmamı da değil, doğrudan işten çıkarılmamı talep etmişler.”

Bunun üzerine Değirmenciyan, okul müdiresi Eva Orakyan’ın da görüşmede bulunmasını talep etmiş: “Beni okul müdiresinin işe aldığını ve bu görüşmede onun da olmasını istediğimi belirttim. Okul müdiresinin de katılımıyla bir görüşme daha yapıldı.”

Uyaranlardan biri Vakıf Başkanı

Toplantı sonrasında işin arkasında devletin adını kullanıp rahipleri korkutan iki isim olduğunun anlaşıldığını söyleyen Sevan Değirmenciyan, “Bunun bir kumpas olduğunu ve istifa etmeyeceğimi belirttim ve süreç daha da çetrefil bir hal aldı.”

Değirmenciyan ayrıca görüşme sırasında rahiplerle iletişime geçenlerden birinin bir vakıf başkanı olduğunu anladığını da vurguladı: “Cemaatimizden olduğu anlaşılan bu kişilerden birinin büyük bir vakfımızın başkanı olduğuna dair duyumlar aldık. Bunun üzerine rahiplerden bunu teyit etmek istedim, kendileriyle konuştuğumda bana ‘hayır’ demediler ama kim olduğunu da söylemediler, suskun kalarak bana göre bir şekilde onay verdiler.”

‘Şeffaf bir ortam yok’

Görevine son verilen Ermenice öğretmeni, diğer kişi hakkındaysa herhangi bir bilgi olmadığını söyledi: “Peki diğer kişi kim? Her seferinde rahiplere isimlerini verdikleri taktirde kendileriyle şahsen görüşmek istediğimi belirttim. Aracılar vasıtasıyla rahiplerle konuştuğunu var saydığımız birine ulaştım, ancak kendisi böyle bir işe bulaşmayacağını, tasvip de etmediğini söyledi. İnsan buna inanmak istiyor fakat diğer taraftan da rahiplerin ifadeleri var. Rahipler kendilerine başka, bana başka konuştuklarını söylediler. Net bir ortam yok, hiçbir şey söylenmiyor, bu çok sağlıksız bir durum. Çıkıp, ‘Biz bunlara gittik, bunu söylediler’ dedikleri zaman dedikoduya da mahal vermeyecek bir ortam oluşacak.”

Görevine son verildiğini öğrendikten sonra okul kurucu temsilcisi, müdire ve yönetim kurulu üyeleriyle görüşmeler yapan Değirmenciyan, bu görüşmelerden de olumsuz yanıt almış: “Hepsi de rahiplerin bu talebine karşı herhangi bir inisiyatifte bulunamayacaklarını belirtti. İstifa etmediğimi görünce de işime son verdiklerini açıkladılar.”

Öğretmenlerden destek

Değirmenciyan, okuldaki meslektaşlarının kendisine destekte bulunduğunu da aktardı: “Pangaltı Lisesi’nde iki yıldır eğitmenlik yapıyorum. Bu süre zarfında elbette velilerle belirli bir diyalogumuz var ama onları bu sürece dâhil etmenin doğru olmayacağını düşündüm. Fakat öğretmen arkadaşlar desteklerini bildirdi. Sonuçta herhangi somut bir gerekçe belirtmeden birisini kapının önüne koyduğunuz vakit böyle sorunlar kesinlikle doğar. Onlar da tepki göstermek amacıyla bir imza kampanyası başlattı.”

‘Başkasına da olabilir’

Bunun son derece keyfi bir uygulama olduğuna dikkat çeken Değirmenciyan, mücadelesinin gerekçe ve amacını da şu sözlerle anlattı: “Mıhitaryan Okulu’nu çok seviyorum. İlk kez öğretmenlik yapıyorum, bana güvendiler, destek verdiler, okulda da sevilen bir öğretmen olduğumu tahmin ediyordum ama son üç haftada ne olduysa, işler bu noktaya ulaştı. Ben bu üç haftalık süre zarfında ne yaptıysam, okulda kalabilmek adına yaptım. Çünkü bugün beni yaktılar, yarın bir başkasını da yakabilirler. Yine herhangi bir tehdit yoluyla benim yerime geçecek isim de işinden olabilir.”

Sevan Değirmenciyan, okullarda Ermenice öğretmen sıkıntısının belirgin bir şekilde hissedildiği bu dönemde keyfi bir şekilde görevine son verilmesi hakkında son olarak şunları söyledi: “Ben Ermeni Dili ve Edebiyatı alanında uzmanlık yapmış biriyim, bu vasıfla uzman öğretici olarak görev yapıyorum. Ermenice öğretmenlerinin bulunmadığı veya zor bulunduğu bir dönemde böyle bir kumpasa kurban gitmek beni çok üzüyor. Cemaatin içinde olmak, öğretmenlik yapmak isteyen, benim de iletişimde olduğum, yardımcı olmaya çalıştığım birçok genç var ve çok tepkililer, ‘Size bile böyle yapıyorlarsa ne anlamı var böyle bir ortamın içinde bulunmanın’ diyorlar. Çünkü çok sağlıksız bir ortam.”

‘Böyle olması gerekti’

Öte yandan Pangaltı Ermeni Katolik Mıhitaryan Manastır ve Mektebi Vakfı Başkanı Arman Kamar, Agos’a yaptığı kısa  açıklamada, göreve son vermenin idari bir karar olduğunu söyledi: “Sözleşme yenilenmemesi kararı, okul içindeki bir prosedür. Okul yönetimi, Değirmenciyan hakkında olumlu bir kanaate sahip olsa da kararın böyle olması gerekiyordu.” 

Değirmenciyan'ın kaleminden bir kovulma hikâyesi 

Gazetemizin Ermenice sayfaları yazarı Sevan Değirmenciyan’ın bu haftaki yazısını yaşanan sürece ışık tutması sebebiyle Türkçe çevirisiyle de yayımlıyoruz. 

SEVAN DEĞİRMENCİYAN

Sabırsızlıkla postadan Mıkhitaryan Okulu’ndan kovulduğuma dair bana gelecek noter tasdikli belgeyi bekliyorum. Anlayacağınız üzere yakında, Türkiye Ermenilerinin oldukça kalabalık olan kovulmuş öğretmenler kervanına katılmış olacağım.

Oysa bu işbirliğine ne kadar büyük bir heyecanla başlamıştım. İlk günkü gibi hatırlıyorum. Mıkhitaryan Okulu’nun asırlık çatısı altında Ermeni dili ve edebiyatı öğretmenliği yapmamı teklif etmişlerdi. Hiç düşünmeden ve tereddüt etmeden kabul etmiştim.

Gerçi uzun yıllardan beri öğretmenlik yapıyordum ama ilk kez bir sınıfta öğrencilerle bire bir temas edecektim. Genç kuşaklara Ermeni dili, kültürü ve edebiyatı konusunda bilgi aktaracak olmanın fikri dahi coşkuyla dolmama yol açmıştı. 

Tam da o günlerde bir teklif daha aldım. İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü aracılığıyla Edirne’deki Trakya Üniversitesi’nde eğitim görevlisi olmam öneriliyordu. Tabi ki Mıkhitaryan’ı tercih ettim. Bunun için birden çok sebebim vardı; kurumun geçmişten gelen büyüsü, Ermeni çocuklarla temasta bulunma fırsatı, bir Ermeni kurumunun çatısı altında bulunarak geleceğimi buradan belirleme perspektifi. Ve elbette bu konuda kendime vermiş olduğum söz.

Burada, iki yıllık görev süremin muhasebesini yapma niyetinde değilim. Kısa birkaç sözle durumu özetlemek, dikkat çekici birkaç noktaya değinmek isterim sadece. Ne de olsa iki yıl, sağlıklı değerlendirmelerde bulunmak, kesin yargılara varmak için çok kısa bir süre. 

Ermeni okullarının kendine özgü zorlukları olduğu kesin. Ancak bunların hiçbiri aşılamayacak zorluklar değil. Orada Türkiye Ermeni toplumumun bir minyatürünü görürsünüz. Öğrenciler evlerindeki duygu ve düşünce yapısını okula yansıtıp, bizim sesimizi de evlerine aktarırlar. İlk yılımda kız öğrencilerimden birinin “Aileme ve dostlarıma anlatabileceğim şeyler öğrenmek istiyorum” sözünü hiçbir zaman unutmadım. Onun bu sözü benim kılavuzum ve düsturum olmuştu ve onları hep bu ilke doğrultusunda eğitmeye çalıştım. Başarılı oldum mu, bilmiyorum, fakat o öğrencim Başepiskopos Levon Zekiyan’ın bir sunumu esnasında öğrencilere yönelttiği soruya verdiği yanıtla gururlanmama ve çok ama çok mutlu olmama vesile oldu.

Geçtiğimiz iki yıl boyunca tiyatro oyunları izledik, müzeleri ziyaret ettik, konferanslara katıldık. Birlikte şarkılar da öğrendik. O noktada hep ilk öğrendiğim Ermenice şarkıyı hatırıma getirirdim. Onlar aracılığıyla çoğu kez hayatımın derinliklerine dalar, çocukluğuma dönerek ilk öğretmenlerimi anımsar, onlar gibi olmaya çalışırdım. Çocukların sevgili öğretmenleri olmayı, hiç unutulmamayı, yaşamlarında bir iz, küçük masum kalplerinde bir damga bırakmayı isterdim. 

Son iki yıldır okulun Noel Baba’sı bendim sevgili çocuklar. Artık itiraf edebilirim. Gerçi aranızdan bazı uyanıklar bunu fark etmiş, teneffüste koridorlarda karşılaştıkça “Noel Baba sendin değil mi?” diye soruyorlardı. Her defasında inkâr ederdim. Şimdi o inkârım için hepinizden özür diliyorum canım öğrencilerim. Ama Noel Baba efsanesinin bir yalan olduğunu düşünmenizi istememiştim.

Unutulmaz geziler de yaptık birlikte. Yolumuz okyanus kıyılarına, Bordeaux’a kadar uzandı. İstanbul’daki Ermeni hanlarını gezdik. Krikor Zohrab’ın evini, yazıhanesini ziyaret ettik. Silivri’ye, oradan da Bardizag’a geçip şair Rupen Sevag’ın izlerini sürdük. Ancak bu etkinliğin akabinde karanlık güçler kendilerini belli etmeye başladı. Meğer Noel Baba gerçekten de yalanmış. Sebebini anlamadığım rahatsızlıklar içindeydiler. Rahipleri huzurlarına çağırmış, onlar da uslu çocuklar gibi tıpış tıpış gitmiş, talimatlar almışlardı. Birkaç gün sonra bu kez de bilmem nereye çağrılmışlar bir kez daha.  “Okulunuzun Noel Baba’sı Sevan Değirmenciyan istenmeyen bir adamdır” diye kestirip atmışlar. Rahiplerin ödü kopmuş, alelacele istifamı istediler kurucuları Sivaslı Mıkhitar’ın keskin bakışları altında. Ortada bir sebep yoktu, mantıklı bir açıklama getiremiyor, sorularıma cevap veremiyorlardı. “Kimdi sizi çağıranlar, benim hakkımda ne dediler, neyle suçladılar beni?”. Bu sorularıma cevap alamadım. Ancak öğrendiğim kadarıyla bu iki kişi Ermeni toplumunun üyeleriydi. Hatta onlardan biri de bir vakfımızın başkanıydı.

Elbette istifa etmedim. Çocukları Noel Baba’sız bırakmaya hiç niyetim yoktu. Yapacağım bir yığın iş vardı. Daha yeni başlamıştım. Önümüzdeki dönemin 10. sınıfına 19. yüzyıl edebiyatı öğretecektim. Turyan’ın yanı sıra Abovyan’dan, Raffi’den ve Dzerents’den bahsedecektim. 11. sınıftaki öğrencilerin beni beklediklerini biliyordum. Üniversite sınavının telaşı içinde de olsalar, ben onlara Zaven Biberyan’dan, Mıgırdiç Margosyan’dan ve Rober Haddeciyan’dan bir şeyler okutmanın planlarını yapmaktaydım.

Kalmak için her yolu denedim, bu yüzden de vicdanım rahat. Gerektiğinde öğrencilerime yeniden kavuşmak için hukuksal haklarımı saklı tutuyorum. Sonuçta öğrencilerimden alacaklarım verebileceklerimden daha fazla. Ermeni dili ve edebiyatına hakim öğretmenlerin mumla arandığı bir ortamda ne idüğü belirsiz adamların, karanlık güçlerin Ermeni okulunun kaderinde söz sahibi olmasına ve basiretsiz yöneticilerin zayıf duruşlarıyla asılsız ve boş tehditlere pabuç kaptırmasına rıza göstermeyeceğim.

Şimdi oturmuş kovulmamın resmi belgesini bekliyorum postadan. 

İyi değilim. Projelerimi yaktılar, kirli elleriyle ve çamurlu ayaklarıyla evimi altüst ettiler.

Öfkeliyim ve asla affetmeyeceğim.

İyi değilim, iyi olmayacağım, siz de iyi olmayın!



Yazar Hakkında

1990 İstanbul doğumlu. Kültür sanat, müzik, insan hakları ve güncel politika haberleri yapıyor.