KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Kırık kalbini ne yaparsın?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nun anayasa değişikliğiyle ilgili 18 maddelik öneri paketini ele alma günleri başladı. Hem de tam şanına uygun biçimde. 

Anayasa değişikliği teklifindeki maddelerin TBMM’de görüşülmesine ilişkin teklif, Pazartesi günü yapılan oylamada 134 ret oyuna karşı 338 ‘evet’ oyuyla, kıl payı kabul edildi. Geriye kalansa, gizli oylama olması gereken sürece dair, AKP milletvekillerinin göstere göstere “evet” deme performansları. Gizli oy kullanmayan Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın, muhalefetin tepkisi üzerine “Hadi lan! Suç işliyorum, sana mı sorucam” diye verdiği yanıt mesela. Ya da zarfa atmadıkları oy pusulasını göstererek açıklayan, cep telefonuyla kabinlerden çıkan, içinde oy pusulası olan zarfları kontrol eden AKP’li vekiller, mesela. Ve temsilî resim niyetine, bir elinde ‘evet’ oy pusulası, öbüründe zarfıyla, gururla poz veren AKP’li milletvekili Orhan Deligöz, mesela.

Görüşmelerde söz alan Başbakan Binali Yıldırım’ın, hem parlamento hem cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldığını söyleyerek “İki kaptan bir gemiyi batırır” benzetmesinde bulunması, unutulmazlar arasında yerini almıştır. Keza Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın “Partili cumhurbaşkanı Türkiye’nin yeni tanıştığı bir şey değil. Cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk partili, milletvekili, genel başkan. İsmet İnönü de öyle. Şimdi bizim yaptığımız Atatürk anayasalarına dönmektir” yorumu da öyle. Tek adam rejimini fiiliyattan yasallığa geçirirken, ne de şık bir referans, değil mi?

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak’ın yaptığı tespit, her şeyin özeti: “Gizli oy kullanma, milletvekilinin vazgeçebileceği bir kişisel hak değil. Oylamanın geçerliliğini sağlayan bir yükümlülük. Bu oylama geçersiz.” Gel gelelim, anayasa değişikliğine gidilen yolda bizzat anayasanın kendisi kerelerce çiğnenmişken, iç tüzüğün kale alınmayışından sual mi edilir?

Halen Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, teklifle ilgili olarak TBMM Başkanlığı’na gönderdiği dilekçede, partisinin tutuklu milletvekillerinin gizli oy kullanmalarını sağlayacak koşulların yerine getirilmesi talebinde bulundu. Demirtaş’ın her yerde susturulmaya çalışılan sesi bir kez daha kayda geçsin: “Parlamento’nun 11 üyesi hukuk dışı yollarla siyaseten ‘rehin’ alınmışken, bizlerin Parlamento’da görüşlerimizi ifade etme ve Anayasa değişikliği oylamasında oy kullanma hakkımız fiilen gasp edilmişken yapılacak bu görüşme ve oylamalar daha başından itibaren tartışmalı, hukuka aykırı ve meşruiyeti tartışmalı olacaktır.”

Tam da oylama günü, usta oyuncu Meryl Streep’in Altın Küre’de yaptığı konuşma gündeme düştü. Streep’in, ABD Cumhurbaşkanı Trump’ın seçim çalışmaları döneminde konjenital eklem sendromundan muzdarip New York Times muhabiri Serge Kovaleski’yi taklit ederek alay edişini, artan yabancı düşmanlığını, basına karşı tahammülsüzlüğü konu alan konuşmasının bir bölümü şöyle: “Ancak bu yıl beni serseme çeviren öyle bir performans vardı ki, kancalarını kalbime sapladı. Ve bunu iyi olduğu için yapmadı; zerre kadar iyi bir yanı yoktu. Gel gör ki etkiliydi ve işini gördü. Seyircisinin dişlerini göstere göstere gülmesini sağladı. O an, ülkemizdeki en saygın koltuğa oturmaya niyetlenen kişinin engelli bir muhabiri taklit ettiği andı. Ve o kişi, ayrıcalık, güç ve karşı koyma ehliyeti açısından üstün biri. Bunu gördüğümde âdeta kalbim kırıldı diyebilirim. Hâlâ aklımdan çıkaramıyorum, zira bu bir filmde geçmiyordu. Bu basbayağı gerçek hayattı.”

Sözlerine şu tespitle devam etti Meryl Streep: “Bu başkalarını aşağılama içgüdüsü, kamusal alanda güçlü bir kişi tarafından ortaya konduğunda herkesin hayatında tezahür eder, zira diğer insanlara da bir bakıma bunu yapma hakkını verir. Saygısızlık, saygısızlık getirir; şiddet, şiddeti tetikler. Ve güçlü olan gücünü zorbalık için kullandığında hepimiz kaybederiz.”

Konuşmadaki ‘kalp’ sözüne takıldım. Kalbin kırılması popüler kültür açısından romantik ilişkilerin klişesinden ibarettir. Bir insanlık durumu kalbinizi kırdığında, orada onura karşı yapılan hamleyi size dönükmüşçesine yaşayabilmişsiniz demektir. Ve bu kocaman kalp o noktadan itibaren büyük bir siyasi arenadır. Mücadele alanıdır. Çünkü izin vermezsiniz. Farkı da bu his yaratır.

Meryl Streep kalbiyle ne mi yaptı? Yakın zamanda kaybettiğimiz Star Wars’un Prenses Leia’sı Carrie Fisher’ı anarak, konuşmasının sonunda söylediğidir: “Kaybettiğimiz sevgili arkadaşım Prenses Leia’nın bir zamanlar bana dediği gibi, ‘Kırık kalbini al ve onu sanata dönüştür’.”

Keyfî gözaltı ve tutuklamalarla hayatları ve özgürlükleri tutsak alınan siyasetçi, avukat, gazeteci, öğrenci, herkesin varlığı kalbimi kırıyor. Parlamento’nun, tutuklu milletvekillerini de sineye çekebilen pespayeliği kalbimi kırıyor. Akademisyenlerin üniversitelerden ihraç edilmesi, on yıllardır ördükleri emeğin unufak edilmeye yeltenilmesi kalbimi kırıyor. Gazete haberlerinin ya aleni yalan ya da gerçeği yazanların duruşmalarıyla dolu olması da. İnsanların tanınmaz hale gelişi de.

Kırık kalbimi alıp yazıya ve edebiyata dönüştürüyorum. Başka bir şey beceremediğimden.