VİCKEN CHETERİAN

Vicken Cheterian

Ermenistan’ın ihanete uğrayan devrimi

Ermenistan’da 20 Haziran’da erken seçimler yapılacak. 2018’deki barışçıl devrimin vaatlerinden geriye bir şey kalacak mı?

Aradan yalnızca üç yıl geçti ama şimdiden çok uzaklarda kalmış gibi geliyor. 2018 baharında, Ermenistan’da, çoğunluğu genç binlerce kişi, değişim talebiyle sokaklara dökülmüştü. Eski cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın, iktidarını kaybetmemek, anayasaya aykırı şekilde üçüncü kez göreve gelmek için yaptığı manevraları kabul etmiyorlardı. Hem şiddet içermeyen, son derece medeni bir nitelik taşıması, hem de daha iyi bir geleceği önceden kutlarcasına neşeyle sürdürülmüş olması itibariyle, eşine az rastlanan türden bir protesto hareketiydi bu. Yönetimin göstericilere ateş açmaması, şiddet içermeyen bir devrimi mümkün kılmıştı. 

2018 yılı daha geniş bir çerçevede ele alındığında, bunun müthiş bir olay olduğu söylenebilir. Ülkenin doğusunda, Azerbaycan’da, 2003’te İlham Aliyev’in devleti babasından miras olarak devralmasıyla, bir ‘hanedan cumhuriyeti’ düzeni yerleşmişti. Batıda, Türkiye’de, yine 2003’ten beri süren Erdoğan iktidarı, 2016’daki başarısız darbe girişiminden beri gitgide sertleşiyordu. Kuzeyde, Rusya’da 2000 yılından beri Vladimir Putin iktidardaydı. Güneyde İran İslam Cumhuriyeti, gücünü bütün Ortadoğu’ya yaymış durumdaydı; bu güce karşı yalnızca ülke içinden –sık sık– itirazlar yükseliyordu. 2018, popülizm ve milliyetçiliğin yükselişte olduğu, Donald Trump’ın kendi kendine ilan ettiği “özgür dünya”nın önderliğini yaptığı bir yıldı. Ermenistan’ın ‘Kadife’ Devrim’i bu tür bir tepki bağlamı içinde yaşandı. 2018’de, Mayıs ayının başında Agos’ta yayımlanan bir yazımda “Milliyetçi popülizm ve militarist söylemlerle sertleşen uluslararası atmosfer içinde, Ermenistan’da barışçıl bir rejim değişimi, taze bir nefes gibi” demiştim.

Küresel ölçekte sağ popülizm ve sinik bir reelpolitik hâkimken, demokrasi taraftarı bir gündemi ayakta tutmanın ne kadar zor olduğunun pek farkında değildik. On yıllık Sarkisyan iktidarının ardından, halk ekonomideki durgunluk ve yolsuzluklardan bıkmışken, Yerevan’da nihayet ‘mutlu’ bir ruh hâli oluşmuştu. Fakat dış koşullar, o ‘temiz hava’yı kısa süre içinde kirletti; yeni bir meşruiyet kazanmaya çalışan bir otokrasiler koalisyonu, milliyetçi güdüleri harekete geçirerek savaş çıkardı. 44 Gün Savaşı’nda binlerce genç asker öldü ya da sakat kaldı. Avrupa demokrasileri ve müttefiki Rusya tarafından yüzüstü bırakılan Ermenistan, büyük bir bozguna uğradı. Yerevan’daki o mutlu ruh hâli artık yok; yerini üzüntüye, yitirilen oğulların ardından tutulan mateme bıraktı.

Pek bir umut yok
Ermenistan’da, 20 Haziran’da erken seçim yapılacak. 2018 Devrimi’nin vaatlerinin yerine getirilmesi yönünde pek bir umut yok. Ermenistan’da birçok insan, savaş ve yenilginin, daha iyi bir gelecek için kurdukları hayallerin bedeli olup olmadığını merak ediyor ve “Güvenlik ve istikrar vaat eden otokratik bir yönetim daha mı iyi olur acaba?” sorusunu soruyor. 
Ermenistan’da demokratik değişim vaatleri ihanete uğradı. Amansız bir savaş başlatmakta tereddüt etmeyen otokratlar tarafından kirletildi. Ermenistan’ın askerî müttefiki olan ve 44 uzun gün boyunca ona karşı yürütülen savaşa göz yuman Rusya tarafından yüz üstü bırakıldı. Yalnızca kendi ticari çıkarları ve banka hesaplarıyla ilgilenen, doğu sınırlarında demokrasi olup olmadığını umursamayan bir Avrupa’nın ihanetine uğradı.

2018 yılında iktidara gelen Paşinyan yönetiminin de ihanetine uğradı. Ermenistan’ın dış ilişkilerini idare edemedikleri, tecrit edilme riskini ve savaş riskini düşüremedikleri gibi, ülkenin ihtiyaç duyduğu iç reformları da hayata geçiremediler. Bu başarısızlığın en önemli nedeni, Paşinyan yönetiminin, karar alma süreçlerini, 2018 devrimini mümkün kılan geniş toplumsal hareketten hemen ayırmasıydı. Paşinyan’ın bu konuda popülist bir yanıt verdi: “Ben demokrasiyim!”

Bugün, Paşinyan reformlara dair pek bir vaatte bulunamıyor. Savaş yenilgisi nedeniyle zayıfladı, zaten güçlü olan iç düşmanları cesaretlendi, ama aynı zamanda, onu iktidara getiren kentli, eğitimli orta sınıflar, acı bir hayal kırıklığı yaşıyorlar. Halk desteği, onu zayıf gören ama diğer alternatiflere tercih eden taşradan ve alt sınıflardan gelen Paşinyan’ın, sivil toplumun desteğini almadan reformlar konusunda başarılı olma şansı çok düşük.

Asıl rakip Koçaryan
Seçimlerde yirmiden fazla parti yarışacak ama asıl rakip, Ermenistan’ın ikinci cumhurbaşkanı Robert Koçaryan. Koçaryan güvenlik, Batı’nın ve özellikle ‘Soros’un etkisini sınırlandırma ve Rusya’yla daha yakın işbirliği vaat ediyor. Müzakere yoluyla Hadrut’a ve belki Şuşi’ye dönme vaadinde de bulundu ama bunun nasıl olacağına açıklık getirmedi. Paşinyan’ın, ağır bir askerî yenilginin ardından hâlâ iktidarda olması, Koçaryan ve milliyetçi müttefiklerinin Ermenistan’da halktan ne kadar az rağbet gördüğüne delalet ediyor. 

2018’den beri yaşanan olaylar Ermenistan’da reformlara, oligarşik yolsuzluklarla mücadeleye ve adil seçimlere yönelik güçlü bir istek olduğunu ortaya koydu. Siyasi atmosfer gergin, yer yer sert sözlü saldırılar oldu ama seçim kampanyası sırasında herhangi bir şiddet olayıyla karşılaşılmadı. Demokratik bir süreç yaşanıyor olması, Gürcistan haricinde, bölgenin tamamı açısından sıra dışı bir durum. 2021 seçimlerinden kimlerin kazançlı çıkacağından ziyade, yöneten grubun yanında güçlü bir muhalefetin var olabildiği bir parlamenter sistemin oluşması önemli. Böylece, kuvvetler ayrılığının kurulmasına dönük bir siyasi sürecin ilk adımı atılmış olacaktır.

Geçen birkaç yıl içinde olup bitenler, ayrıca, Ermenistan’da demokratikleşmenin önünde bir başka engel daha olduğunu gösterdi; o da, Sovyetler döneminden miras kalan ve reformdan geçirilmeyen devlet yönetimi. Ülkenin liderleri, otuz yıl boyunca, bu meseleyi ele almaktan kaçındı. Devlet yönetimi modernleştirilmeden, ne demokratik katılım, hukukun üstünlüğü, yolsuzluk meseleleri, ne de 2020 yılında ortaya dökülen birçok diğer meseleyle mücadele edilebilir. Bu reformları, iktidara gelecek ve nihayetinde devlet bürokrasisini kullanma yetkisini elinde tutacak olan küçük bir grup yapamaz. Köhnemiş bürokrasi ve kamu yönetiminin şiddetle ihtiyaç duyduğu reform, ancak ve ancak ‘aşağı’dan yani ‘sivil toplum’ adını verdiğimiz kesimden gelecek sürekli baskıyla mümkün.

(İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz)