"Hayatımın bu tutuklulukla altüst olduğunu söyleyebilirim"

İnsan Hakları Gündemi’nin geçen haftaki sayfasında öğrenci mahpusların yaşadıkları hak ihlalleri kapsamında, 2018 ve 2020’de ayrı ayrı tutuklanan Can Memiş’le yaptığımız söyleşiyi yayınlamıştık. Bu hafta ise Kanada’da doktora eğitimini sürdüren ve 2020’nin Ağustos ayında Türkiye’ye ailesini ziyaret etmek için gelip burada tutuklanan Cihan Erdal’la konuştuk.

Ne gerekçe ile ve nasıl tutuklandınız? Süreci anlatır mısınız?

2017 yılından beri Kanada’da Carleton Üniversitesi Sosyoloji Departmanı’nda doktora çalışmalarımı sürdürmekteydim. Ağustos 2020’de hem ailemi ziyaret etmek, yeni doğacak yeğenimi karşılamak, hem de tez saha araştırmamın İstanbul ayağını sürdürmek üzere Türkiye’ye geldim. Ülkeme gelemeyecek ne yapmışım ki? 25 Eylül sabahı İstanbul’da gözaltına alındım. Hakkımda tek bir delil sunulmadan, gizlilik kararı konulduğu söylenen bir dosya kapsamında, yalnızca 2014’te HDP MYK üyesi olduğum için altı yıl sonra keyfi bir biçimde tutuklandım ve dokuz ay boyunca özgürlüğümden mahrum kaldım. Tutuklandıktan üç aydan fazla süre sonra, 2021 Ocak’ın ilk günlerinde iddianameyi elimize aldık ama hukuk rejimi adına utanç verici olarak ifade edilebilecek o binlerce satırlık metinde hakkımda 38 kez ağırlaştırılmış müebbet istenirken, ‘delil’ diye dosyaya konulan ise suçlamalarla ilgisi basit mantık düzleminde dahi kurulamayacak birkaç sosyal medya paylaşımından ibaretti. Türkiye ne yazık ki bilhassa son yıllarda artan biçimde insanların özgürlüklerinin çok kolay, çok hoyratça ellerinden alındığı bir güzergaha girdi. Akademisyenlerini, gazetecilerini, siyasetçilerini, aktivistlerini, hak arayan yurttaşlarını hapseden, yılgınlığa düşürmeye çalışan bu totaliter sıkışmışlığın içerisinde bizler de payımıza düşeni yaşıyoruz.

Hapishanede sürecinize dair neler anlatmak istersiniz?

Hapishane deneyimimle ilgili belki zaman içerisinde anlatılacak çok şey var ama benim için en ağır yanı, vahim bir şiddet olayından bir tür düşman hukukuyla ‘hiçbir şey yapmamışsa bile bir şey yapmıştır’ zihniyetiyle sorumlu tutulmaya çalışılmamdı. Hem aktivist pratiğimle hem akademik çalışmalarımla, amasız ve fakatsız bir biçimde, şiddetsiz bir dünyayı savunmuş biri olarak maruz kaldığım suçlamalar, şiddet failliğinin iması dahi bir manevi işkenceydi. Mahpushanede yaşadığımız bütün zorluklar bir yana, bu hissin herhangi bir biçimde tazmin edilebileceğini sanmıyorum. Ama her şeye rağmen içeride okumaya, yazmaya, umut etmeye, hayal kurmaya devam ettim. Dünyanın pek çok yerinden gelen destek ve dayanışmayla belki on yıllar uğraşsam elde edemeyeceğim bir duygu dünyasına eriştim.

Genç aktivist, öğrenci olarak hapishanede ayrımcılıklarla karşılaştınız mı? Yasal eşinizle görüş hakkı verilmediğinden bahsetmiştiniz...

Açıkçası uzun yıllardır hapishanelerde tutuklu olan onlarca siyasetçinin, aktivistin, masum insanların bildiğimiz, bilemediğimiz türlü baskılarla karşılaşmalarını düşününce, yaşadıklarımı anlatmanın utancını ve ağırlığını hissediyorum. Ama belki şunu hatırlatmalıyım. Daha geçtiğimiz günlerde Türkiye’den ve Kanada’dan avukatlarımızın benim tutukluluğumla ilgili Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi, Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu’na yaptıkları bireysel başvuru neticelendi. BM bu kararıyla dokuz ay boyunca özgürlüğümden yoksun bırakılmamın keyfi ve hukuksuz olduğunu tasdik etti. Dahası, BM Çalışma Grubu, Türkiye hükümetini derhal koşulsuz olarak serbest bırakılmam için, yani adli kontrol tedbirlerinin de kaldırılması için acil önlem almaya ve uluslararası hukuka uygun olarak tarafımıza tazminat ve diğer telafiler için uygulanabilir bir hak vermeye çağırdı. Çalışma Grubu’nun hazırladığı rapor ayrıca tutuklu olduğum dokuz ay boyunca, Kanada'da birlikte yaşadığım yasal eşimle telefonla görüşmeme izin verilmediğinin de altını çiziyordu. Pek doğal olarak diyebilirsiniz ki, doğrudan sizin davanızı ilgilendiren AİHM Büyük Daire kararı uygulanmıyorken BM Çalışma Grubu’nun hak ihlallerinize ilişkin hükmü nasıl dikkate alınacak? Ben yine de er ya da geç hukukun, normların, değerlerin ama Anayasa Mahkemesi, AİHM kararlarıyla ama başka siyasal gelişmelerle, mutlaka hayat bulacağına inanıyorum.

Hapishane süreçleri, serbest bırakıldıktan sonra imza atma yükümlülüğü, yurtdışı yasağı, tüm bunlar hayatınızı nasıl etkiliyor?

Şartlı olarak serbest bırakıldığımız 15 Haziran 2021’den bu yana haftada iki kez karakola gidip imza verme yükümlülüğü ve yurtdışına çıkma yasağı uygulaması devam ediyor. Bunlar tedbir değil, eziyet. Aslında Ottawa’da ikamet eden, evi, eşi, üniversitesi orada olan biri olarak elbette hayatımın bu tutuklulukla altüst olduğunu söyleyebilirim. Tutuklu kaldığım süre boyunca doktora çalışmalarım kesintiye uğradı. Serbest bırakıldığımdan beri üniversitem, rektöründen bölüm başkanımıza, muazzam bir destek sağlıyorlar, doktora araştırmalarıma ve diğer akademik çalışmalarıma İstanbul’dan devam edebilmem için ellerinden geleni yapıyorlar. Ancak tez görüşmelerimin önemli bir bölümü Atina ve Paris’te yaşayan gençlerle gerçekleşecekti ve tüm bu görüşmeleri, saha çalışmasını çevrimiçi olarak tasarlamak ve sürdürmek için gayret sarfediyorum. Bir yandan da dava devam ediyor; ne kadar süreceği, adli kontrol tedbirlerinin ne zaman kaldırılabileceği büyük bir muamma. Hukuksuz, keyfi, konjonktüre bakan yargısal kararların insanların ömürlerini, eğitim haklarını, geleceklerini, sevdiklerinin aldıkları yaraları hiçe sayıyor oluşunu görmek, yaşamak üzüntü verici. Ama bıkmadan, usanmadan araştırmaya, seçtiğim yolda ilerlemeye devam ediyorum. Akademik-aktivist alanın kesişiminde üretmek istediğim çok şey var ve buna siyasi gerekçelerle sürdürülen bir davanın etkisini azaltabilmek için değerli avukatlarımla, sevdiklerimle birlikte çalışıyoruz.

 

Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Savunmamı yaptığım 15 Haziran günü mahkeme salonunda söylediğimi tekrar etmek isterim. Çok sevdiğim Paul Ricoeur’ün ‘kendi ve başkası diyalektiği’ bize der ki, şuurun da, bilincin de, duyumun da kökeni başkasıdır. Öyleyse söz konusu olan hissetmek değil beraber hissetmek, kendi vicdanıyla yetinmek değil başkasının vicdanına da ihtiyaç duymaktır. Riceour’ün adil kurumların olduğu bir toplumda başkası için ve başkası ile iyi yaşam dediği etik ereğin de, bana göre politik eylemin de zorunlu ön koşulları bunlardır. Ortaklaşa bir vicdanı, başkasının vicdanını kendi vicdanın kılmak, başkasının üzerine titremektir. Siyasi çıkarlara göre ayarlanan yargısal süreçlerin, bütün politik kötülüklerin kamunun vicdanında mahkûm olması kaçınılmazdır. Yeter ki, başkasının üzerine titrediğimiz dayanışma çemberlerini ince ince örüp büyütelim.



Yazar Hakkında