Diyarbakır Newroz’unun ardından

2022 Diyarbakır Newroz’unun renklere, sloganlara, kültürel simgeler ve sembollere, sözlü edebi geleneğe, sanata, şarkılara, türkülere ve bilhassa kadın ve çocuklara, LGBTİ+lara yönelik baskının zirvede olduğu bir mücadele alanı olarak farklılaştığını söylemek mümkün.

BERFİN ATLI

Newroz’un bilançosu 300’ü aşkın gözaltı sayısı, 150 çocuğun tutuklanması, LGBTİ+lara yönelik çok sayıda saldırı… Diyarbakır Barosu Çocuk Hakları Merkezi, gözaltına alınan çocukların ailelerine teslim edilme süreçlerini izlemeye devam etmekle beraber, sosyal medya hesabından yaptığı bir açıklamayla da tepkisini dile getirdi: “Newroz Bayramı’nı kutlamak isteyen, sayısı 100’ü bulan çocuk, polislerce hukuksuz bir şekilde gözaltına alınmıştır. Barışçıl toplanma hakkı kapsamında Newroz bayramının kutlanmasına dönük suçlamalar ile beraber, çocukların kötü muamele yasağını ihlal edici şekilde nezarethane koşullarında tutulmaları hukuksuz olup, ivedilikle temel hak ve hürriyetleri ihlal eden uygulamadan vazgeçilip özgürlüğünden yoksun bırakılan çocuklar serbest bırakılmalıdır.” 21 Mart Pazartesi günü, saat 11.00’de başlaması planlanan kutlamalar detaylı ve ağırdan alınan, üst düzey güvenlik müdahalesiyle kitlelerin alana girişini ve programın başlama saatini sarkıttı. Arama noktalarında kurulan barikatlar ve zırhlı araçların kitleleri sıkıştırması, insanların alana alınmak istenmeyişi, halkı, bunun bir tür psikolojik savaş olduğuna ikna edecek düzeydeydi. Özellikle kadın arama noktalarında yaşananlar pek çok kadın, çocuk ve LGBTİ+yı çileden çıkardı.

Kadın arama noktasında neler yaşandı?

Arama noktasına saat 11.00’de giriş yapan pek çok kadın gibi benim de alana ulaşabilmem saat 14.00’ü buldu. Üç saati bulan izdihamın içinden kadınlardan yükselen Kürtçe beddualar, küfürler, yakarış ve haykırışlar, sloganlar, zılgıtlar, kimi zaman polisle yaşanan ikili diyaloglar gittikçe büyüyen bir öfke selinin başlangıcıydı. Sayısız biber gazı yedikten sonra erkeklerle haberleşen pek çok kadın gibi ben de 20 dakikalık bir sürenin ardından erkek arkadaşlarımın kendilerine ayrılmış arama noktalarından hızla geçtiğini ve oldukça yüzeysel bir aramaya tâbî tutulduğunu öğrendim. Bu durumu kadın polislere ifade ettiğimizde ve kadın arama noktalarında bunun neden yaşandığını sorduğumuzda aldığımız cevap, “Geriye doğru üç adım atmazsanız müdahale emri vereceğiz!” tehdidinden ibaretti. Bu tehdit karşısında bir anne gözyaşlarını tutamayarak “Bize hayvan muamelesi yapıyorsunuz. Hayvan değiliz biz! Çocuklarımız var, bebeklerimiz var, hepsi bu kalabalığın içinde telef oldular. Hayvan gibi davranıyorsunuz!” diye haykırdı. Bunun karşısında polis daha da hiddetlenerek silahını gösterdi. Mavi perdeli kabinlerin içerisine alındığımızda yöresel kıyafetlerimizin ilk katmanı soyuldu ve elbiselerin altına giydiğimiz taytlarımızı indirmemiz istendi. Bunu engellemek için epey uğraştık. Her yanımıza dokunuyorlar ve fiziksel temastan kaçınmıyorlardı. Berbat hissediyorduk. Yanımıza aldığımız allık fırçası, ruj, kitap, bileklik, kolye gibi materyallerin tümüne el kondu. Kimi kadın arkadaşlarımızın sutyen askılarının çıkarıldığı haberleri geliyordu. Makyajımız, elbiselerimiz, çoraplarımız, yüzlerimize çizdiğimiz sembol ve simgeler, saç tokalarımız kriminalleştirildi. Yaşlı annelerin sarı-yeşil-kırmızı tülbent motifleri sorun haline getirildi. Alanda makyajına müdahale edilen kadınlardan biri olan Zeynep Kılıç, yaşadıklarını anlamlandırmakta zorlandı: “Saatlerce bekledikten ve nihayet ilk arama noktasını sıkıntısız geçtikten sonra ikinci arama noktasına geldiğimde kabin içerisinde üç polis vardı. Biri çantamı ararken diğeri birdenbire ‘Gözündeki makyajı sileceksin!’ dedi. Saatlerdir alana girmek için beklerken sabah yaptığım göz makyajını tamamen unutmuşum tabii… ‘Kesk û Sor û Zer’ [sarı-yeşil-kırmızı] göz makyajımı silmemi istiyordu polis. Ben de ‘Hayır silmeyeceğim’ deyince, ‘Ama ben silmeni istiyorum’ dedi. Yanındaki diğer polis, ‘Yok yok gökkuşağı renkleri onlar, ben de çok severim, silmesin’ gibi bir cümle kurunca, ben de ‘Yalnız sizin gökkuşağı renklerine de alerjiniz var!’ diye söylenerek kabinden çıktım.”

LGBTİ+lar neler yaşadı?

LGBTİ+ların, tıpkı 2021 Newroz’unda olduğu gibi bu yıl da fiziksel ve psikolojik şiddetin hedefi haline getirildiklerine şahit olduk. LGBTİ+lar kendilerine yönelik güvenli bir alanın tesis edilmesi konusunda Halkların Demokratik Partisi’ni ve Newroz Tertip Komisyonu’nu inisiyatif almaya, yaşanılan linç ve bıçaklı saldırılar sonrasında açıklama yapmaya çağırmalarına rağmen beklenen açıklama sadece Diyarbakır Barosu’ndan geldi. Baronun LGBTİ+ Komisyonu tarafından yapılan açıklamada her türlü hukuki desteğin sunulacağı belirtildi: “Ne yazık ki barışın ve özgürlüğün sembolü olan Newroz kutlamalarında LGBTİ+’ların nefret suçu ve nefret söylemlerine maruz kaldıklarının haberini almış bulunmaktayız. İstanbul, İzmir ve Diyarbakır’da büyük bir katılım ve coşkuyla gerçekleştirilen Newroz kutlamalarında, LGBTİ+’ların kolluk görevlileri tarafından alana girişlerde kötü muameleye ve alandaki homofobik ve transfobik gruplarca da şiddete maruz bırakıldığını öğrenmiş bulunmaktayız. Barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde sistematik hale gelen saldırılara karşı LGBTİ+’ların yanında olduğumuzu ve her türlü hukuki desteği sunacağımızı duyuruyoruz.”

Saldırıya uğrayanlar arasında yer alan drag sanatçısı ve trans aktivist Babykilla, yaşadıklarını şu ifadelerle aktardı: “Alana ulaşana kadar polisin arama noktalarında saatlerce bekletildik. Newroz alanına kadar yedi tane arama noktası vardı ve beklemekten yorulan, geri dönen birçok kişi oldu. Ben ilk transfobiyi polis noktalarında yaşadım. İlk arama kabinine girmek için kadınlarla beklerken bir memur beni fark etti, henüz orada kimseye kimlik sorulmazken bana kimliğimi sordu ve atanmış cinsiyetime göre diğer taraftan geçmem gerektiğini söyledi. Bu taraftan geçersem ve bu tarafta üstüm aranırsa daha rahat olacağımı belirttim. İki yoldaşım da beni gözeterek benimle kabine geldi ancak o kabine erkek polis çağırıldı ve beni o aradı. Nihayet alana girdiğimizde her şey güzeldi. Başta hissettiğim gerginliği atmaya başlamıştım. Çevremizdekiler bizimle halay çekti, fotoğraf çekti, bize sorular sorup konuşmaya çalıştı. Genel olarak olumlu bir hava vardı. Uzun süre böyle devam etti, ta ki beş on kişilik bir grup etrafımızı sarana kadar. Birinin elinde ‘Qazi Muhammed’ yazan ve fotoğraf olan bir bayrak vardı. Bize ‘Bizde (Kürtlerde) böyle bir şey olmaz’ diyerek yaklaştı ve tartışmaya çalıştı. Başka iki kişi o sırada bayrakları yakmaya çalıştı. Tartışmaya çalışan bayraklı kişi, onlara, ‘Yakmayın, zaten toplanıp gidecekler!’ dedi. Ama gitmeyecektik. Sadece yer değiştirecektik. Ama biri bıçak gösterdi ve orada can güvenliğimizin olmadığını fark ettik. Pankart ve bayraklarımızı toplayıp o noktadan biraz geri çekildiğimizde bu gruba tepki gösteren bir arkadaşımızın üstüne çullanıp onu linç etmeye çalıştılar. Sonrasında nereye gitsek bizi takip ettiler. Güvende hissetmedim ve hepimiz artık o grubun orada durmamıza izin vermeyeceğini anladık. Alandan çıkana kadar peşimizdeydiler. Can güvenliğimiz olmadığı için alanı terk etmek zorunda kaldık.”

Her şeye rağmen...

2022 Diyarbakır Newroz’u hem psikolojik hem kültürel hem de bir cinsiyet/cinsel yönelim savaşının ilanı olarak okunabilir. Bir halkın yerel giysilerine, simge ve sembollerine, renklerine ve şarkılarına müdahalenin yanında, kadınların/LGBTİ+ların ve çocukların bedenlerine yönelik apaçık bir saldırının da ilanıyla karşılaştık. Aynı halkın parçalanması ümidiyle geliştirilen yeni stratejilerle baş başaydık. Bizim için yeni olan ve esasen pek de yeni olmayan şeyler yaşadık. Bu noktada yaşadıklarımızı hakkıyla yeniden irdeleyip şunu sormamız gerek: LGBTİ+ların, kadın ve çocukların güvenli alan beklentilerini ne ölçüde karşıladık? Ve güvenli alanın tesis edilmesine, arama noktasında bekleyen ve tutuklanmak istenen pek çok insana dair sorumluluklarımız nelerdi? Gelecek Newrozları daha iyi örgütlememiz/örgütlenmemiz, bu seneye dair hakkaniyetli bir analizi zorunlu kılıyor. Her şeye rağmen arama noktalarından ayrılmayan, renkleri alanla buluşturmakta direten, meydanlara olan inancını ve sadakatini eksiltmeden barikatları aşan ve Newroz ruhuna sahip çıkan halklara bir borcumuz da bu değil mi?