OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Bizi kim birbirimize düşürüyor?

Bütün sorumluluğu sadece devlete yüklemiyorum; Ermeni toplumu içinde kendi küçük iktidarları uğruna devleti, bazen devletin niyetlerinin veya kastının ötesine de geçerek, bir sopa gibi kullananlar var. Ama tekrar etmek gerekirse, bu, devlet böyle istediği için böyle, en azından izin verdiği, o insanları kendi politikaları için kullandığı için böyle.

Geçen hafta Agos’un başyazısında, Ermeni toplumunun işlerini hallederken, daha doğrusu halledemezken hep karşılaştığımız, çok önemli bir meseleye dikkat çekildi: Ermeni toplumunun hiçbir sorununu devlet müdahalesi olmadan kendi arasında çözememesi. Aynı başyazı, devletin bu karmaşadaki payını teslim ediyordu ama bu durumun en önemli sorumlularından biri olarak Ermeni kurumlarının yöneticilerini işaret ediyordu ve bu tabii ki doğru bir tespitti. Şurası açık ki çok fazla, çok sık birbirimize giriyoruz. Ermeni toplumu olarak işleyiş şeklimiz (modus operandi) dayanışmadan çok çatışma üzerine kurulu. Fakat bu durumun baş sorumlusu devlet politikalarıdır, çünkü Ermeni toplumu içinde çatışmalı bir ilişki varsa, devlet bunun böyle olmasını istediği, bunun zeminini yarattığı için var. 

Tabii ki bütün sorumluluğu sadece devlete yüklemiyorum; Ermeni toplumu içinde kendi küçük iktidarları uğruna devleti, bazen devletin niyetlerinin veya kastının ötesine de geçerek, bir sopa gibi kullananlar var. Ama tekrar etmek gerekirse, bu, devlet böyle istediği için böyle, en azından izin verdiği, o insanları kendi politikaları için kullandığı için böyle. Başka bir deyişle, burada bir işbirliğinden bahsediyoruz. Ve bu, kesinlikle bugüne özgü bir durum değil. Hadi öncesini bir kenara koyalım, en azından 200-220 senelik bir model bu.

Ermeni toplumu içinde, günün iktidar sahipleriyle kurdukları ilişkileri diğer Ermeniler üzerinde sopa olarak kullananlar hep olmuştur. Hızlıca sayacak olursak, hem amiralar hem Tanzimat Dönemi’nin ‘genç’ Ermeni entelektüelleri, bürokratlarla ilişkilerini Ermeni toplumu içinde kendi iradelerini baskın kılmak için kullandılar. Daha sonra Abdülhamit döneminde, bu sefer Patrik Ormanyan, Padişah’la olan ilişkilerini Ermeni toplumunu baskı altına almak için kullandı. Onun için, Abdülhamit devrilince o da devrildi, canını zor kurtardı desek abartmış olmayız. Peki, o devrildi de, sözünü ettiğimiz modelde temel bir değişiklik oldu mu? Evet demek zor. Anayasal rejime geçilmiş olmasına rağmen Abdülhamit’in yerini İttihat ve Terakki, Patrik Ormanyan’ın yerini Taşnaktsutyun aldı. Bu sefer de Taşnaktsutyun, İttihat ve Terakki’yle (İT) ittifakını Ermeni toplumunun diğer unsurlarını bastırmak için kullandı. (Türkiye’de birçokları tarafından bu yakın ittifakın bilinmemesi de başlı başına bir tartışma ve yorum konusu, hem siyaset hem tarihyazımcılığı açısından). Laf aramızda, biraz spekülatif olmayı da göze alarak, İT’in reform için verdiği sözleri defaatle tutmamasına rağmen Taşnakların bu ittifakı daha önce bozmamış olmasının arkasında, bu ittifaktan iktidar devşirmesi olduğunu da söyleyebilirim. 

Cumhuriyet dönemine geldiğimizde ise zaten artık hiçbir Ermeni figürü veya kurumunun devletle pazarlık yapacak takati, morali, psikolojisi kalmamıştı. Ermeni toplumu tamamen devlet yöneticilerinin insafına kalmıştı. Lozan Barış Antlaşması sözüm ona bazı güvenceler veriyordu ama bunların tam manasıyla yalan olduğu da çok geçmeden anlaşılacaktı. Dediğim gibi, Ermenilerin bunları talep edecek hâli, mecali zaten yoktu, canlarını kurtardıklarına duacıydılar. Hatta 20’lerin, 30’ların toplumu modernleştirme, çağdaşlaştırma iddiasındaki devrimlerine sempatiyle bakıyorlardı. Lozan’a taraf diğer devletlerin ve Cemiyet-i Akvam’ın da, ‘çağdaşlaşan’ Türkiye’yle arasını üç beş Ermeni, Rum ve Yahudi için bozmaya hiç niyeti yoktu.   

Velhasıl, Cumhuriyet döneminde işler Ermeni toplumu için çok da iyileşmedi. Devletin yarattığı ortam içinde iç çekişmeler bugüne kadar sürüp geldi. Devlet, toplum içi çatışmaya nasıl zemin hazırladı? Başka şeyler de söylenebilir ama temel olarak bunu hukuk, daha doğrusu yasal mevzuat yoluyla yaptı. Devletin yasa alanındaki bu manevralarını ‘pasif’ ve ‘aktif’ başlıkları altında toplayabiliriz. ‘Pasif manevra’dan kasıt, Ermeni kurumlarının işleyişinde gerekli olan kimi yasaları çıkarmayarak bilinçli boşluklar yaratmasıdır. Böylece elini hiçbir kanunla, hükümle, kuralla bağlamamış oldu ve günü geldiğinde hangi hareket tarzı işine geliyorsa o yöne gitti.

Bunun en bilinen örneği, Patrikhane ve patrik seçimleridir. Bugüne kadar Patrikhane için yasal bir statü ortaya konmuş değildir. Hukuk açısından baktığınızda Patrikhane mevcut değildir, yoktur. Aynı şekilde devlet, patrik seçimini düzenleyen kalıcı bir yönetmelik çıkarmaktan da imtina etmiştir. Her defasında geçici talimatnamelerle, üstelik söz konusu talimatnamenin ileriye dönük bir kural ihdas etmeyeceğinin de altını çizerek patrik seçimlerini düzenler. Bu yüzden de, her patrik seçimi geldiğinde, “Acaba şimdi nasıl olacak?” belirsizliğinden dolayı, Ermeniler kendi aralarında birbirine girer. Ayrıca, bu keyfîlikten dolayı her seçimde devlet patrik seçim talimatnamesine istediği ekleme-çıkarmayı yapar. Tam da son patrik seçiminde olduğu gibi... 90 senedir 1863 Nizamnamesi’ni hatırlamayan devlet, 2019 yılındaki patrik seçiminde birden bire, muhtemelen Ermeni toplumu içinden verilen bir sufleyle, Nizamname’deki mahsusluk şartını, üstelik yanlış şekilde hatırladı ve uyguladı.

Devletin yasal alandaki aktif manevrasına gelince, o da şu: Kanun veya yönetmelikleri çelişkili, eksik ve yoruma açık biçimde çıkarmak ve böylece gene Ermeni toplumu içinde çatışmalara zemin hazırlamak. Bunun için de uzağa gitmeye gerek yok, hâlen boğuştuğumuz son azınlık vakıfları seçim yönetmeliğine ve sonrasında gelişen olaylara bakmak yeterli. Ayrıca, yasal statü verilen Ermeni kurumlarının bu statüleriyle hayattaki kimlik ve işlevleri arasında oluşturulan uyumsuzluk da bu stratejinin bir parçası. Ayrıntılara girmek için yer kalmadı ama kamu okulu gibi çalışan Ermeni okullarının kanunen özel okul statüsünde olmasını bu duruma örnek olarak verebiliriz. (Varlık Vergisi gibi doğrudan ayrımcı yasalara bu yazıda hiç değinmiyorum bile. Bu yazıda daha ziyade Ermeni toplumunun iç işleyişiyle ve kurumlarıyla ilgili mevzuatı kastediyorum.) 

Peki, uzun zamandır devam eden bu durum değişmez mi? Değişir, değişmesi de gerekir. Bu, devletin demokratik bir hukuk devleti olmasıyla ilgili bir meseledir. Devlet, demokratikleştikçe, insan ve azınlık haklarıyla uyumlu bir yol tuttukça bu sorunlar ortadan kalkacaktır. Bugün o noktadan uzak olduğumuz da açıktır.