Canavarlarla yüzleşme vakti

Bazı sanat işleri, izleyiciyi esere dâhil etme niyetiyle yaratılmış olsalar da, nihai hâlleriyle, izleyicinin “Buna dokunmaya izin var mı acaba?” tereddüdü yaşaması nedeniyle, bu amaca ulaşamayabiliyor. Koťátková’nın sergisinde de, “Giyilebilen eserler ziyaretçiyi etkileşime davet ediyor mu, yoksa eski bir performansın kalıntıları olarak mı sergileniyorlar?” şüphesiyle dokunmaya çekindiğim veya içine girmeye tereddüt ettiğim eserler oldu ama ‘Çözünen Beden’ adlı işin kafa kısmında yatan kediyi görünce, Defne’yi emeklemesi için kaburga kısmına bıraktım.

Pandemi, hamilelik ve doğum sonrasını kapsayan çok uzun bir aradan sonra, bu köşe vesilesiyle her hafta farklı sanat mekânlarını ziyaret etmeye başladım. Bebek dostu mekânların, örneğin mama sandalyesi bulunduran kafelerin ve restoranların azlığı, bazı anne arkadaşlarımla sıkça konuştuğumuz bir sorun. Sanat mekânları içinde çoğunluğu oluşturan galeriler ve müzelerde de durum pek farklı değil. Galeriler zaten, esas olarak yetişkinlere hizmet veren mekânlar; müzeler ise, hedef kitlelerinde çocuklar da bulunmasına rağmen, bebekli annelerin işini kolaylaştıracak imkânlar sunmuyor genellikle. Karşılaştığım istisnaları, bebek dostu kamusal mekânların, özellikle de sanat mekânlarının çoğalması umuduyla, bu köşede paylaşacağım.

Kızım Defne’yle –ve görünmez kahraman kayınvalidemle– birlikte saatlerce vakit geçirdiğimiz, Dolapdere’deki Arter binası, bebek dostu sanat mekânlarının başında geliyor. Binada emzirme odası ve alt değiştirme ünitesi bulunuyor; kütüphanedeki ve kitabevindeki çocuk kitapları, yemek alanındaki mama sandalyesi de, bebekli ziyaretçilere büyük kolaylık sağlıyor. Ancak müzenin ziyaretçiler için otoparkı olmaması, kendi aracıyla gelen bebekli annelerin işini zorlaştırıyor.

***

Arter’in üçüncü ve dördüncü katlarında, Türkiye çağdaş sanatının öncülerinden olan Cengiz Çekil’in (1945–2015) eserlerinin yer aldığı ‘Bugün de Yaşıyorum’ başlıklı sergiyi gezerken, muhtemelen saat seslerinin etkisiyle, Defne kucağımda uyuyakaldı. Birinci katta, 23 Nisan’da sona eren ‘OyunBu’ sergisi vardı. Oradaki çokseslilikten ve hızla anlayıp geçtiğim oyun temalı eserlerden sonra, zemin katta, Eva Koťátková’nın bütünlüklü ve katmanları örtük oyun alanında daha uzun süre incelediğim ve üzerine düşündüğüm eserlerle karşılaştım. ‘Bir Balıkmışım Bacakları Olan’ adlı sergi, ziyaretçiyi daha ilk anda keşfe davet eden renkler ve yapılardan oluşuyor. Uzun uykulara hasret kalmış bir kadın olarak, girişte yer alan, ‘Uyuyan Kadın Savaşa Giriyor’ adlı metal heykelin içine girip, yeşil yastığa kafamı koyup uyumayı hayal ettim. Sanatçının eserlerinde konu edilen anne-çocuk ilişkisi bana çok aşina geldi.

'Çözünen Beden'. Fotoğraf: FlufotoBazı sanat işleri, izleyiciyi esere dâhil etme niyetiyle yaratılmış olsalar da, nihai hâlleriyle, izleyicinin “Buna dokunmaya izin var mı acaba?” tereddüdü yaşaması nedeniyle, bu amaca ulaşamayabiliyor. Koťátková’nın sergisinde de, “Giyilebilen eserler ziyaretçiyi etkileşime davet ediyor mu, yoksa eski bir performansın kalıntıları olarak mı sergileniyorlar?” şüphesiyle dokunmaya çekindiğim veya içine girmeye tereddüt ettiğim eserler oldu ama ‘Çözünen Beden’ adlı işin kafa kısmında yatan kediyi görünce, Defne’yi emeklemesi için kaburga kısmına bıraktım. Sanatçı eserlerinde sıklıkla, ‘empati’yi ‘başka bedenleri üzerine giyme’ metaforu temelinde, giyilebilen kostümler (beden kılıfları) ve içine girilebilen metal heykellerle izleyiciyi empati kurmaya davet ediyor. Kontrolü rastlantılara bırakmaya dair yönergelerden oluşan ‘Gündüzdüşü İş İstasyonu’nda da, yastık şeklindeki organları andıran yumuşak formlar ve giyilebilir beden kılıfları arasında gezerek, çocukların kendi seslerinden rüyalarını veya hayallerini dinlerken, kendimi kolektif bir rüyanın içine düşmüş gibi hissettim.

‘Battaniyeler, Canavarlar, Anna ve Dünya’ (Saldırgan Bir Dünya İçin Masa Altında Nasıl Hazırlanılır), sanatçının, kızı Anna’dan esinle, onunla birlikte ürettiği bir eser. Bir çocuğun hayalindeki canavarlardan saklanabildiği korunaklı alanı, yetişkinlerin dünyasındaki gerçek canavarları ve masum olmasına rağmen canavar kostümü giydirilerek suçlananları düşündürüyor. Sergide karşılaştığımız, demir parmaklıklardan oluşan, çeşitli boylardaki kafesler, bu canavarların cezalandırıldığı, ehlileştirildiği alanları da temsil ediyor. Canavar kostümleri ve kafesler bana, iktidarın kendi canavarlarını, onlardan korktuğu için suçsuz yere nasıl yıllarca kafeslerde tuttuğunu; LGBTİ+’ların ‘toplumun örf ve âdetleri’ne uymamasından dolayı birilerinin canavarına dönüşmelerini düşündürdü. Eserin adından da cesaret alarak Defne’yle birlikte masanın altına bakarken, çocuğumu saldırgan bir dünyaya nasıl hazırlarım sorusunu kendime de sordum. Belki de işe, Koťátková’nın da önerdiği gibi, “bilinmeyenden duyduğumuz müşterek korku”yla yarattığımız canavarlarla yüzleşerek başlamak gerekiyor.

'Farklılıklar Sınıfı', 2023. Fotoğraf: FlufotoSergide sanatçının annesiyle birlikte ürettiği bir iş de bulunuyor: ‘Farklılıklar Sınıfı’. Duvarları izleyiciye yabancı olabilecek dillerde haber kupürleriyle kaplı oda, sergi için kaleme alınan, “tektipleşmeye isyan niteliğindeki bildiri”nin önerdiği radikal fikri izleyiciye taşımakta zorlanıyor. Sanatçı, annesi ve kızıyla birlikte ürettiği işlerle, olası bir nesiller arası çatışmayı da yaratım sürecinde çözümlemeyi öneriyor.

***

Eva Koťátková’nın sergisi 27 Ağustos’a kadar Arter’de Galeri 0’da görülebilir. Galeri 2’de ise, 4 Mayıs’ta, Sarkis’in ‘SONSUZ’ adlı kişisel sergisi açıldı.

Kategoriler

Kültür Sanat Sergi



Yazar Hakkında