BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

Bu hale getirilen bir Yargı’yla ne yapacağız?

Başsavcı İ. Uçar’ın HSK’ye ihbar ettiği, T. Soykan ve G. Tahincioğlu gibi yazarların aktardığı, B. Terkoğlu, O. G. Ertekin , C. Bursalı gibi yazarların ilettiği vahim durumu burada özetle dahi olsa tekrarlamam imkansız çünkü fevkalade ayrıntılı. Lütfen bu linkleri hayretten hayrete düşme pahasına okuyunuz. Ben burada, bu rüşvet tarifesine tâbi rezaletler dışındaki Yargı vahametini özetlemek istiyorum. Ama bu kaynakların söylediklerinin özünü başlık olarak yine de iki kelimeyle aktarayım...

“Tahliye istiyorsa, nakit 500 bin lirayı getirmesi gerekiyor; artık daha ucuza olmuyor.” “100, 200 bin liraya erişim engeli kararını çıkartırız.” “Adli kontrol kararının kalkması 100-150 bin lira, yurtdışına çıkış yasağının kaldırılması 500 bini aşar.” “Mahkemelerde, hâkimliklerde görevli avukata ulaşacaksın, süreci o halledecek, ben bağlantını kurarım.”

İsrail’deki korkunçluğa odaklandık. Adliye koridorlarında sürekli konuşulduğu T24’ten G. Tahincioğlu tarafından aktarılan yukarıdaki cümleler  Türkiye’de yaşamanın başka türden bir korkunçluk oluşturduğunun tablosu.

Tablo, Birgün’de (13 Ekim) T. Soykan’ın “Başsavcının rüşvet çığlığı: Çürüyoruz” başlıklı yazısıyla resmedildi. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar’ın 6 Ekim’de doğrudan Hâkim ve Savcılar Kuruluna (HSK) gönderdiği yazıda, bir rüşvet tarifesi uygulanarak nasıl bin türlü ağır suçlunun tahliye edildiği, ilgili haberlere nasıl erişim engelleri ve ayrıca içerikten kaldırma getirildiği, nöbetçi mahkemelerin önceden nasıl ayarlandığı anlatılmıştı  . Hatta, içerikten çıkarma kararına ilişkin haberleri de içerikten çıkarma kararları söz konusuydu. .

(Teknik bilgi: Erişimi engellenen sayfalara VPN’yle erişmek mümkün. İçerikten kaldırılanlara ulaşmak ise, ilgili web sitesinden tamamen silindikleri için [çok dolaylı ve istisnai yöntemler kullanılmadıkça] imkansız).

***

Başsavcı İ. Uçar’ın HSK’ye ihbar ettiği, T. Soykan ve G. Tahincioğlu gibi yazarların aktardığı, B. Terkoğlu, O. G. Ertekin , C. Bursalı  gibi yazarların ilettiği vahim durumu burada özetle dahi olsa tekrarlamam imkansız çünkü fevkalade ayrıntılı. Lütfen bu linkleri hayretten hayrete düşme pahasına okuyunuz. Ben burada, bu rüşvet tarifesine tâbi rezaletler dışındaki Yargı vahametini özetlemek istiyorum. Ama bu kaynakların söylediklerinin özünü başlık olarak yine de iki kelimeyle aktarayım:

F. Gülen yargısı, kendisinin tasfiye edilmesinden sonraki durumu da fena halde etkiledi. Hem Yargı’nın belli amaçlara (ve özellikle de rüşvete) odaklanmaya alışması açısından, hem de tasfiye sonrası durum açısından. Tasfiye sonrası durum derken:

12.000 kişilik hâkim ve savcı kadrosunun 1/3’ünden fazlası 15 Temmuz sonrası meslekten atılınca, hızla yenilenen kadrolar 25.000’e ulaştı. Bu durum, Yargı’nın önce 2/3’ünün, sonra da %90’ının on yılın altında kıdeme sahip olması anlamına geliyordu. Yani binlerce yeni kadro elemanı tecrübesiz, hatta teknik bilgisizdi. Böyle bir ortam tabii ki uyuşturucu ve kara para aklama şüphelileri ile yargı hizipleri arasında kurulu geleneksel “rüşvet borsası”nı da değiştirecekti. Yeni kadrolar, önemli bir oranda, hâkimliğe geçmek isteyen avukatlarla dolduruldu. Bu ortamda, kimi “aracı” avukatlar büyük işlev kazandılar. Dahası, bu durum, her türden çıkar ilişkisini de “Cemaat’e karşı savaştım” söylemiyle örtmeyi işlevsel hale getirdi. En stratejik pozisyonlarda olanlar: 1) Cumhuriyet Başsavcılıkları; 2) Sulh Ceza Hâkimlikleri; 3) Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri .

Rüşvet meselesi dışındaki vahim ortamı en az 2 ana başlık altında özetleyebiliriz:

***

1) AKP-MHP İktidarının Rolü:

Bir kere, Yargı HSK tarafından yönetiliyor, yani pratikte CB Erdoğan tarafından. Çünkü 2017 anayasa değişikliğinden sonra 13 üyeden 4’ünü CB Erdoğan doğrudan, 7’sini kendisinin tam etkisindeki TBMM seçiyor. Adalet bakanı ve yardımcısı da geriye kalan 2 doğal üyeyi oluşturuyor. Bu HSK iktidara göre karar verenleri ödüllendiriyor, vermeyenleri özellikle sürgünlerle cezalandırıyor.

2014’te kurulan “Sulh Ceza Hâkimlikleri” bu düzenin çok önemli bir aktörü. Takipsizlik verme, tutuklama, tahliye gibi yaşamsal kararları bu hâkimlikler veriyor.

İkincisi, iktidar Yargı’ya nüfuz edemediği durumlarda onu direkt devreden çıkarmaya çalışıyor; Sayıştay raporlarının gittikçe kösteklenmesinde görüldüğü gibi. Sayıştay denetçilerinin bulgu ve tespitlerine konu olan bazı olayların ve başlıkların yayımdan önceki aşamada sansürlendiği, bazı bölümlerin raporların dışında tutulduğu neredeyse herkesin bildiği bir sır . Özellikle Sayıştay'ın Cumhurbaşkanlığı Denetim Raporları, Saray giderlerinin ne şekilde gizlendiğini sergilemekte. 2015 Yılı Cumhurbaşkanlığı Denetim Raporunda yer alan Faaliyet Gider Tablosunda 202 gider kalemine yer verilmişken, 2021 Yılı Tablosu 42 kaleme geriledi. 

Sayıştay, 2022’de yaptığı denetimler sonucu Cumhurbaşkanlığıyla ilgili raporunu yayımladı. Saray'ın günlük masrafı 1 yılda %52,7 artarak 15 milyon 533.688 lirayı buldu. Ancak, harcama kalemlerinin neler olduğu bu yıl gizlendi .

Eğer yeni “sivil” anayasa yapmayı başarabilirse, iktidarın Sayıştay’a özel vakit ayıracağı şimdiden tahmin edilebilir.

Üçüncüsü, iktidar AYM ve AİHM kararlarını uygulatmıyor. En basitinden, AYM kararına rağmen Cumartesi Anneleri’ni yirmi küsur yıldır sürekli gözaltına alıyor, AİHM kararlarına rağmen S. Demirtaş ve O. Kavala’yı 6 yıldır içeride tutuyor. Ayrıca, TBMM denetimini de işletmiyor; ör. Yeşil Sol Partinin rüşvet ve yolsuzluk iddialarını araştırma önergesi TBMM’de reddedildi .

Dördüncüsü HSK, doğrudan biçimlendirmenin yanı sıra, Yargı’ya başka yollardan da müdahale ediyor. Ör. Kültür ve Turizm Bakanlığı Antalya Altın Portakal Festivalinden çekildiğini açıklayınca, bu açıklamaya (HSK Başkanı olan) Adalet Bakanı Yılmaz Tunç destek vererek, ”Altın Portakal festivalinde terör örgütü propagandasının yapılmasına müsaade edilemez" dedi . Gezi’yi de karaladı: "Gezi'nin zaten tartışmasız bir terör eylemi olduğunu halkımız biliyor. Çünkü orada ölüm var, mala zarar verme var. Bir kalkışma olduğu tartışmasız" .

2) Yargı’nın Kendisinden Kaynaklanan Durumlar

Bir kere, iktidar ve devlet kurumları hukuk dışına çıktığı zaman bunu tespitten çekiniyor. Ör. deprem yardımlarını çalan polis müdürü tahliye edildi . Sığınmacı kadını hamile bırakan polis ceza almadı . Baro başkanını yumruklayan polise takipsizlik verildi. 

Ankara JİTEM davasında, aralarında Mehmet Ağar'ın da bulunduğu tüm sanıklar beraat etti. Gerekçe: masumiyet karinesi.  

Yargı’da böyle bir “çekinme” varsa pek de acayip karşılamamak gerek çünkü sürgün yemenin ne demek olduğunu yiyen bilir. 

İkincisi, Yargı din konularında çok “dikkatli” davranıyor. Bunu da “anlamak” gerek. Ne de olsa, anasınıfı ve ilkokullarda mescidin Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından zorunlu kılındığı , MEB müdürünün Menzil şeyhine bağlılık yemini açıkladığı, Boğaziçi Üniversitesi havuzuna harem-selamlık düzeni getirildiği, İsmailağa cemaatine bağlı Yavuz Selim Vakfının MEB’le imzaladığı protokol sonucu liselerde faaliyet yürüttüğü  bir “laik” Türkiye’deyiz.

Üçüncüsü, Kürt meselesinde benzer bir tutum var. Ör. sosyal medya hesabında Kürtçe müzik videosu paylaşan Yusuf Güneş’e hapis cezası veriliyor. 30 yıldır cezaevinde tutulan Fadıl Aydemir’in, “Kürt sorunu vardır” dediği için “iyi halli olmadığına” hükmediliyor ve infazı yakılıyor.

Dördüncüsü, Yargı kendi arasında çatışmalı. İlk derece mahkemeleri AYM ve AİHM kararlarına aldırmıyor. Yargıtay ile AYM çatışıyor; ör. Yargıtay hâkimlerinin, AYM’nin bireysel başvuru yoluyla denetiminden ne kadar rahatsız olduklarını ortaya koyması bakımından Can Atalay kararı çok tipik . Gerçi bugün (25 Ekim) AYM’nin bu konudaki hak ihlali kararı duyuldu ama, Adalet Bakanı Y. Tunç da demecini hemen yapıştırdı: “Bir hak ihlali kararı varsa, gerekçeli kararı bir okumamız lazım.

Beşincisi, daha söylenecek çok şey var ama artık bitirelim, bazı davaları Yargı uzattıkça uzatıyor ve sonunda zamanaşımından düşürüyor. Son örnek, Sivas katliamı davası.

Ama Mısır Çarşısı davasından (1998) 4 defa beraat ederek 5. kez yargılanan Pınar Selek’in davası bir türlü zamanaşımına uğramıyor nedense.