Tarihin tekerrürü: Zorunlu göç ve yeni ‘ev’ Ermenistan

Karabağlı Ermenilerin, dokuz ay süren ablukanın ardından Eylül ayında Ermenistan’a zorunlu göçü şu an Ermenistan’ı en çok sarsan konu. Yaklaşık yüz bin insanın evlerini, yaşamlarını bırakıp çoğunun yanına hiçbir şey almadan belirsizliğe doğru yola düşmesinin üstünden neredeyse bir buçuk ay geçti. Ermenistan’a yerleşen insanların durumunu anlamak, İnsan Hakları Gündemi sayfası okurlarına aktarmak için her sene olduğu gibi Ermenistan’a geldim.

Burada, Karabağ’dan gelen insanların gazetecilerle görüşmek için artık pek hevesli olmadığını öğrendim. Bazıları, artlarında hayatlarını bırakıp kıtlıktan ve çatışmadan kaçtıklarında uluslararası basının, kişisel alanlarına saygı duymadan, etik kuralları hiçe sayarak, sırf ‘acıyı yakalamak’ adına kendilerine doğrulttuğu objektiflerden çok rahatsız olduğu için, bazıları ise medyaya konuşmanın kendi hayatlarına ve yaşadıkları belirsizliğe katkısı olmadığını anladığı için... En azından, benimle görüşmeyi önce kabul edip sonra iptal edenlerin haklı gerekçeleri bunlardı.

Yaşanan göçten medyaya yansıyan karelerin bende yarattığı etki nedeniyle, bu görüşmeleri yapmak benim için de kolay olmayacaktı. Ailem 1988 yılında Azerbaycan’ın Şamkir (Ermeniler arasında ‘Şamkhor’ diye anılır) bölgesinde bulunan, o zamanki adıyla Barum köyünden zorunlu göç yaşamıştı. Hayatım, günümüzdeki göç karelerine çok benzer anlatıları, hikâyeleri dinleyerek geçti. Aslında tarih tekerrür ediyordu; buna tanıklık etmiş biri için olup bitenleri seyretmek kolay değildi.

Kiminle konuşursam konu Karabağ’a, oradan kaçıp Ermenistan’a sığınan insanlara geliyor. Herkesin zihni bu meseleyle meşgul. Bu yazıda, Ermenistan’ın Tsakhkadzor şehrine geçici olarak yerleştirilmiş Karabağ - Askeranlı Jazmin’in hikâyesini aktaracağım. 1988 yılında Barum’daki evini bırakıp Ermenistan’a, o dönem Azeri köyü olan Bayrabat’a (günümüzde Barepat) yerleşmiş olan 93 yaşındaki Hranuş’un birdenbire anlatmaya başladığı hikâyeyle de, tekerrür eden tarihe tanıklık edeceğiz.

Ermenistan’da insan hakları konusunda söyleşiler yapmak için ülkeyi her sene ziyaret ediyoruz. Bu sefer seyahatimiz, Agos’un Ermenice sayfalarının editörü Pakrat Estukyan ve foto muhabiri Berge Arabian’ın aynı konuda söyleşiler yapmak için Ermenistan’a yaptığı ziyarete denk geldi. Karabağ’dan gelen insanlarla ilk temasım da Baron’un (Pakrat Estukyan) davetiyle gittiğimiz Tsakhkadzor’da oldu.

Tsakhkadzor, kayak merkezi olarak tanınan, özellikle kış aylarında kalabalıklaşan, turistik bir yer. Sovyetler döneminde Yerevan Devlet Üniversitesi’nin öğrencileri ve akademik kadrosu için inşa edilmiş bir pansiyon var. Günümüzde hâlâ üniversiteye ait olsa da, yaz ve kış tatilleri dışında, dışarıdan insanlara açık bir otel olarak işletiliyor. Karabağ’dan gelen yüzlerce insan geçici olarak bu binada barınıyor.

“Çocukların ne günahı vardı?”Fotoğraf: Berge Arabian

İçeri girdiğimizde, herkesin unuttuğu bir yere tanımadık birilerinin gelişini bekleyen insanlarla karşılaştık. Çoğunlukla kadın ve çocuklardan oluşan grup, kim olduğumuzu anlamaya çalışıyordu. Ardından herkes yaşadıklarını kelimelere dökmeye başladı. Sorulara çok çeşitli cevaplar geldi.

Baron’un “Orada ne bıraktınız?” sorusuna, bir kadın “Evi bırakınca her şeyini bırakmış oluyorsun” diye cevap verdi, hafif bir gülümsemeyle. Başka biri “Yolları yine kapatacaklar diye korktuk, her şeyimizi bırakıp çıktık” dedi.

Baron, “Peki, evlerinizin kapılarını kilitlediniz mi?” diye sorduğunda, çoğunun cevabı “Evet, anahtar elimizde” şeklinde oldu.

Biri, “Kilitlemedim, hemen dönecekmişim gibi ışıkları da açık bırakıp çıktım” diyor ve “Akılsız yöneticilerden dolayı geldi bunlar başımıza” diye ekliyor.

Sonra kayıt cihazı neredeyse eşzamanlı olarak gelen şu cümleleri kaydediyor:

“Çocukların ne günahı vardı?”

“Kaç saat yol geldik, biliyor musunuz?”

“Kızımın çeyizini bırakıp geldim Maçkalaşen köyünden.”

“Amaras Manastırı’nın olduğu köydenim, evimizden görünüyor manastır.”

Emekli maaşlarının geleceği belirsiz

İnsanların acı ile belirsizlik arasında öfkeli olduğu ve konuşmaya ihtiyaç duyduğu açıkça görülüyor: “Ev bulana kadar burada kalacağız. Sağ olsunlar, burada bizi güzel besliyorlar, kaldığımız odalar sıcak. Ancak bu belirsizliğin daha ne kadar süreceğini bilmiyoruz.”

Karabağ’dan zorunlu göçle Ermenistan’a gelen insanların emekli maaşlarının ne olacağı, en çok tartışılan konulardan biri. Hükümet konuyla ilgili bir çalışma grubu oluşturmuş ama sorunun ne zaman çözüleceği belirsiz. Geçici barınma alanı olan bu binada yaşayanlar da bundan şikâyetçi: “Geldiğimizden beri emekli maaşı alamadık. Hatta Eylül sonunda çatışma başlayınca kaçtık ve Eylül ayı maaşlarını da alamadık. Ekonomik durumumuzu düşünün...”

Ermenistan, gelenlere bir kerelik, 100 bin dram (yaklaşık 250 dolar) yardım yaptı. Her ay ailelere 120 dolar kira yardımı ve 120 dolar kişi başı yardım yapılıyor. Ancak emekli maaşlarının belirsizliği yakında çözüme kavuşacak bir mesele gibi görünmüyor.

Fotoğraf: Berge Arabian“Yüreğim parçalanıyordu”

Tsakhkadzor’da Jazmin’in hikâyesini dinledim. Jazmin, Askeran’dan kaçanlardan. 54 saatlik bir yolculuğun ardından şu an bulundukları Tsakhkadzor şehrine ulaşmışlar.

“Çok korkunç şeyler yaşandı. Böyle olacağını tahmin etmiyorduk, abluka esnasında bile. Ben dokuz ay daha ablukada kalmayı tercih ederdim. Toprağa bağlıydık, bir şekilde geçiniyorduk. Abluka sırasında en çok eksikliğini çektiğimiz şey ekmek ve sıvıyağ oldu, gerisini toprak veriyordu. Torunlarım ekmek için ağlıyordu. Çok zordu. Yüreğim parçalanıyordu. Ama ablukada da olsa, evimizde kalmayı tercih ederdim.

Kendimi şanslı görüyorum. Ailemizden kayıp vermeden buraya ulaşabildik. Benzin istasyonu patlamasından hemen önce oğlum ve torunum oradaydı. Onlar çıktıktan birkaç dakika sonra patlama olmuş. Son yıllarda gördüğümüz savaş, abluka ve göç yetmezmiş gibi, son gün o kadar insanı kaybettik.”

Jazmin bu sözlerle başlıyor hikâyesini anlatmaya. Oteli andıran bu binada kocasıyla birlikte kalıyor. Çocukları ise Yerevan’da; henüz iş bulamamışlar. “Oğlumun dört çocuğu, kızımın da bir çocuğu var. Yüksek kiralar veriyorlar. Onlarla kalmak istedim ama evleri çok dar, mümkün değil. Biz kocamla Tsakhadzor’dayız, epey uzağız. Çok özlüyorum yakınlarımı” deyip gözyaşı döküyor.

Son yıllarda Ermenistan’da ve özellikle başkent Yerevan’da konut meselesi ciddi bir hâl almıştı. İnsanlar evlerin pahalılığından şikâyetçiyken, Karabağ’dan gelenlere çifte tarife uygulayan ev sahiplerinin sayısı da az değil. Karşılaştığım insanlar, emlakçıların, Karabağlı oldukları için kendilerinden iki kat daha fazla kira talep ettiğini söyledi. Çoğu, emlakçı fırsatçılığının yarattığı bu zor koşulları kabul etmek zorunda kalmış..

“Evimi çok özlüyorum”

Jazmin’in, “İmkân olsa Stepanakert’te kalmayı tercih eder miydin?” sorusuna şöyle cevap veriyor: “Çok isterdim evimde kalmayı. Çok üzülüyorum. Geceleri uyuyamıyorum. Ama nasıl gidip Türklerle [toplumda Azerbaycanlılardan çoğunlukla ‘Türk’ diye bahsedilir] yaşayacağız ki bunca şeyden sonra? Asırlardır düşman hâle geldiğimiz halkın orda olduğunu bile bile nasıl dönebilirim? Evim durmuyordur ki. Yağmalanmıştır, bitmiştir.”

Jazmin, Sumgayit’te doğmuş ve ilkokul beşinci sınıftayken ailesiyle Askeran’a taşınmış. O zamanlar bile, civar köylerin çobanları hariç, ‘Türk’lerle bir araya gelmediğini, yan yana yaşamadığını anlatıyor.

“Yoksul yaşayalım ama barış olsun”Hranuş

1988 yılının sonunda evini, barkını, hayatını bırakıp Ermenistan’a gelen binlerce insandan biri olan Barumlu Hranuş’un ‘Türk’lerle yaşama hikâyesi farklı. Anlatmaya, Sovyet döneminden başlıyor:

“Komünizm varken herkes kendi köşesinde yaşıyordu. Geçiniyorduk, savaş yoktu. Herkes kendi işinde gücündeydi, birbirini dinlerdi insanlar. Mutluyduk. Halkların arası iyiydi. Biraz hareketlilik başlayınca her şey karıştı. Halk zayıfladı. Sonra göç başladı. İnsanlar kendi imkânlarıyla alabildiklerini alıp kaçtı. Biz de kaçıp buraya geldik. Evleri tamir ettik, düzelttik, yaşamaya başladık. O dönem en azından bize toprak verildi, ekip biçtik. Yoksa çok zor olurdu.”

Birçok zorluk yaşadıklarını anlatan Hranuş, yoksulluğa, göçle gelen sıkıntılara katlandıklarını anlatırken, gençler için barış diliyor:

“Barış olsun istiyorum. Biraz eksik, yoksul yaşayalım ama barış olsun. Zamanında çok yoksulluk çektik, [1990’larda] kapı kapı dolaşıp patates bulmaya çalışıyorduk çocuklarımızı doyurmak için. Göç yaşamıştık. Kiminin kıyafeti yoktu, kiminin eşyaları yolda kaybolmuştu. Fakat halkımız bunların hepsine dayandı, katlandı, sabretti. Herkes kendince baş etti zorluklarla. Şimdi gençlere üzülüyorum en çok. Biz iyi kötü yaşamıştık.”

Sovyetlerin son döneminde, zorunlu göçe gidecek anlaşmazlıklar başlamadan önce ‘Türkler’le yan yana yaşadıklarını ve birbirlerine saygı duyduğunu anlatıyor:

“Türkler bizim taraflarda yaşardı. Bize uyum sağlıyorlardı, iyilerdi. Dediklerimizi dinlerlerdi, bize saygı duyarlardı. Patates tarlalarına, kalıntıları toplamaya mı gidiyorduk, onlar da gelirdi bizimle. Her insan gibi çok iyi anlaştıklarımız da vardı, bizi sevmeyeni de vardı. Ama genelde bir sorun yaşamazdık.”

Eylül ayında Karabağ’dan zorunlu olarak göç eden insanların hikâyeleri, 35 sene önce ‘aynı yol’dan geçen binlerce insanın yaşadıklarıyla birçok benzerlik taşıyor. Önümüzdeki sayılarda Ermenistan’da yeni yaşam kurmaya çabalayan Karabağlı Ermenilerin hikâyelerine yer vermeye devam edeceğiz.



Yazar Hakkında