1989 Berlin doğumlu bir Avrupalının gözünden Nobel’li Avrupa Birliği

Levent Özata, bu hafta Avrupa Birliği'nin bir portresini çiziyor şapgir'e, ama bir başkasının gözüyle. Hem malların, hem de insanların aynı kategoride serbestçe dolaşabildikleri, “göreceli” bir barış sağlayan Avrupa Birliği'nin aldığı Nobel Barış Ödülü'yle barışı ve aslında yaratılan “barış” algısını sorguluyor.

Levent Özata
levozata@gmail.com

Çevreme baktığımda gördüğüm soğuk havaya aldırmadan ellerine balyozları almış insanlar. Büyük bir hınçla üzeri rengarenk desenlerle bezenmiş, her yerinde çoğunlukla p ya da f harfiyle başlayan birkaç dilde kelimeler var. Bir de hemen yanına kocaman, yuvarlak, içinde dikine kesen bir büyük çizgi ve bu çizginin tam ortasından aşağıya doğru sarkan iki küçük çizgiden oluşan şekiller koymuşlar. O zaman bilmiyordum, barış demekmiş o kelimeler; diğeri de barışın sembolüymüş.

Çok değil bundan üç yıl sonra bu kez televizyonda gördüm tanklarla delik deşik edilen binaları, binalardan düşen parçalardan mı yoksa kurşunlardan mı kaçsalar bilemeyecek durumda olan insanları, tanımadığım şehirde. Neyse ki o insanlar benim şehrime gelmeye başladı, tanıştık. Göçmen diyordu çevremdekiler onlara, biraz da aşağılayarak. Bir daha göçmediler buradan, o ayrı.

Şimdi televizyonda, daha bu yaz trenle, kimse bir şey sormadan elimi kolumu sallayarak geçtiğim şehirlerde taşlı sopalı kavgalar çıkıyor, yüzünü kumaşla kapatan genç insanlar yeşil-mavi robotlara saldırıyor. Kanalı değiştirdim. Yaşlı bir adam konuşuyor, arkasında lacivert fon, ortasında da halka şekli oluşturmuş yıldızlar var. 

Sonraları okulda öğrendim, Avrupa Birliği diye bir şey varmış, biz de üyesiymişiz. Önce Avrupa Kömür ve Çelik Birliği'ymiş adı, sonra Avrupa Ekonomik Topluluğu olmuş, en sonunda da Avrupa Birliği... Hem mallar, hem de insanlar aynı kategoride serbest bir şekilde dolaşabiliyormuş bu toplulukta. Parlamentosu var, başkanı bile var sürekli değişen. Ama bu şehirde de parlamento var. Sarışın bir kadın var başında, Futbol takımı gol attığında, kollarının kopmasından korkarmışçasına, çekinerek kollarını havaya kaldırarak sevinen. Arkasında da kadınlı erkekli, lacivert siyah takım elbiseli bir kalabalık. Kaç tane meclis var bizim için karar veren?

Daha büyüyünce Pax Europaea’yı öğrettiler. Avrupa Barışı demekmiş. Avrupa toprakları üzerinde Pax Romana’dan sonra en uzun süren göreceli barışmış. İkinci Dünya Savaşı'nda yarım bıyıklı sinirli adamın intiharından sonra başka savaş olmamış Avrupa’da. Göreceli ibaresi biraz keyfi tabii. Herhalde bu görece, canının istediğinde Soğuk Savaş'ı ve tabii Macaristan, Çekoslovakya ve Yugoslavya’yı dahil etmemek demek. Son ikisi şimdi dağılmışlar, küçük küçük devletler olmuşlar ya, artık barıştan daha kolay söz edebilirmişiz.

Beyaz saçlı adam konuşmaya devam ediyor. “Altı on yılı aşkın bir süredir, Avrupa’da barış, uzlaşma, demokrasi ve insan hakları ilerlemesine sağladığı katkılar dolayısıyla” Avrupa Birliği’nin Nobel Barış Ödülü’nü kazandığını ilan ediyor.

Nobel… Nobel... Kimya dersinden hatırlıyorum bu adamı. Laboratuvar patlatmasıyla ünlü. Bunun yanında silah sanayine yaptığı katkılar, dinamit barutunun keşfi ve nitrogliserinin geliştirilmesine yaptığı katkılar da cabası... Buradan kazandığı yüklüce servet her sene barışa gidiyor.

Artık eminim. Her barış şiddet içeriyor, şiddet sayesinde var oluyor. Yoksa niye barış için duvar dikilip sonra da yıkılsın? Niye demokrasi getirmek için silah gereksin? Niye molotof kokteylleri barışın ateşi, biber gazları da tadı olsun? Yoksa ben mi barışı yanlış öğrendim?

 


Şapgir'de bu hafta;

Dünya'dan foto haberler
 

 

 

Kategoriler

Şapgir