Huzur Sokağı; Feyza, Büşra ve diğerleri

Mardin Artuklu Üniversitesi, Psikoloji Bölümü'nde araştırma görevlisi olan, 28 Şubat ve başörtülü kadınların yaşadıkları travmalar üzerine çalışan Deniz Işıker Bedir, şapgir için ATV'de yayınlanan 'Huzur Sokağı' dizisini ele alıyor. Bir aşk hikâyesi ve didaktik bir yol gösterici olma arasında sıkışıp kalan diziyi eleştirirken, başörtülü kadın temsilinden ve yaşanan sıkıntılardan da dem vuruyor.

Deniz Işıker Bedir
denizisiker@gmail.com

Huzur Sokağı romanını okuduğumda henüz 10 yaşındaydım. İlk önce bu kadar kalın bir kitabı nasıl okuyacağımı düşünmüş, fakat kitabı hızlıca bitirivermiştim.

Huzur Sokağı, 1970’lerin başında yayımlanmış, günümüzde de okunmaya devam eden yüzlerce baskı yapmış önemli bir roman. İslamcıların tek bir kuşağını değil, en az üç kuşağını etkilemiş, birçok kişiye hem başı örtülü ve mütedeyyin, hem de üniversite okuyabilen, “hidayete ermesine” vesile olan erkek yanında olmasa bile tek başına imanı ile ayakta durabilen Feyza’nın hikâyesini anlatıyor.Şimdilerde diziye aktarılan bu hikâye, uzun yıllardır üzerinde yapılan tartışmaları da farklı bir mecraya kaydırıyor. 1970 yılında başrollerini Türkan Şoray ve İzzet Günay gibi ünlü oyuncuların paylaştığı ve o zaman da büyük bir yankı uyandıran “Birleşen Yollar”, Huzur Sokağı’nın filme aktarılmış versiyonuydu. Kitabın yazarı Şule Yüksel Şenler, o dönem bizzat film setinde bulunmuş ve Türkan Şoray’ın başörtüsünü bağlamasına yardımcı olmuş. Hatta romanı daha tamamlamadığı ve sonunu yazmadığı halde hikâyenin filme aktarılmasından sonra, filmin sonunu çok beğendiği için kitabın da sonunu filmin sonu gibi bitirmiş. Huzur Sokağı’nın dizi versiyonunda yayınevinden izin alınmış, Şule Hanım’a dizi çekimleri başladıktan, fragmanlar yayınlandıktan sonra “gönül almaya” gidilmiş, dizinin farklı mecralara kayacağından endişeli o da…

Dizi, daha öncesinde STV dizilerinde sıkça karşılaştığımız başörtülü karakterleri içeriyor. Fakat bu kadar eleştiri ve tepki almasının nedeni ATV gibi bir kanalda yayınlanması. Daha önce Behzat Ç.’de gördüğümüz başörtülü bir karakter şimdi de yine çok izlenen bir başka dizide boy gösteriyor.

Dizinin eleştirilecek pek çok noktası var. Öncelikle kitaba bağlı kalınarak yazılmış bir senaryosu yok. Bu belki anlaşılır bir şey olabilir. Zira her hafta iki saat süren bir dizide sadece “Bilal-Feyza aşkını”, Feyza’nın “hidayete erme” hikâyesini anlatmak insanları sıkabilir. Bundan dolayı, araya dırdırcı bir anne, yaşlı kocasını aldatan genç bir kadın, patronunu mahvetmeye yemin etmiş genç bir genel müdür, birbirinin kuyusunu kazan yakın arkadaşlar katmak mübah görülebilir.

Dizideki başörtülü, erdemli ve iyi kalpli Şükran karakterini oynayan Sinem Öztürk’ün başörtüsü takmak ile ilgili sorulan bir soru üzerine verdiği 'İlk başlarda çok korkuyordum. Sette görüntü kirliliği yaratmayayım diye. Ancak yakıştı diye güzel tepkiler alınca motive oldum.'  cevabı da aslında başörtüsüne uzun yıllardır bitmek tükenmek bilmeyen bir anlayışın göstergesi. Başörtüsü uzun yıllardır, “bazı” kesimlerin görmekten hoşlanmadıkları, hatta korktukları bir “nesne”… Ancak asıl korkulanın başörtülü kadınların, diğer kadınlarla eşit hale gelmesi sanki. Özellikle son yıllarda okuyan, yazan, müzikle uğraşan, şiir yazan, sanatın her dalında bir şeyler üreten, eleştiren; hem “kendi mahalleleri”ne hem de “öteki mahalle”ye ‘ben de varım!’ diyen başörtülü kadınlar, bu korkunun karabasana dönüşmesine neden oluyor. Bir oyuncu “başörtülüler öcü, onlardan korkuyorum.” diyebiliyor, üstelik onların gerçekten acı çektiğine de pek inanmıyor, insanların bu acıyı ifade etmesinin utanılacak bir şey olduğunu, bunun manevi bir işkence olmadığını da söyleyiveriyor. Bu ülkede İslamcılar ne zaman acı çektiklerini söyleseler, ya “12 Eylül’deki işkencelerin yanında bunun bir hiç olduğu” ya da “şu an iktidar sizin elinizde, daha ne istiyorsunuz”larla başlayan cümleler kuruluverir. 28 Şubat sonrası ailesi tarafından okula devam etmediği için reddedilen, yıllarca depresyon tedavisi gören, şu an yaşları 30’larda travmaları ile boğuşmaya çalışarak hayatını sürdüren kadınlar, yıllarca hapiste işkence gören Yakup Köse’ler yoktur, hiç olmamışlardır. Başörtülü oldukları için hâlâ sokakta, otobüste sözlü ve fiziki tacizlere maruz kalanlar da onlar değildir. Bir partinin yandaşı olmakla sürekli itham edilen, siyasi duruşları ve eleştirel tavırları hâlâ şüpheyle karşılanan, vicdani itirazları bastırılmaya çalışan başörtülü kadınlar, elbette Şükran karakteriyle anlatılamaz. Şükran karakterinin bütün başörtülü kadınları temsil ettiğini kimse iddia edemez, zaten dizinin yapımcılarının da böyle bir iddiası yok anladığım kadarıyla.

Dizideki başı açık kadınların şeytan, başı örtülülerin melek olduğu eleştirisi haklı sayılmaz. Çünkü başroldeki Feyza karakteri, Feyza’nın halası, Şükran’ın kreşte beraber çalıştığı arkadaşı başı açık “iyi” kadınlardan. Şükran’ın başı kapalı annesi ise, kızı için insanlara haksızlık etmekten çekinmeyen, sürekli söylenen “kötü” karakterlerden. Dizide eleştirilecek esas şey bence iyi karakterlerin çok iyi, kötülerin ise çok kötü olması. Bu karakterler çok net ve fazlasıyla göze sokuluyor.

Dizi, bir aşk hikâyesi ve didaktik bir yol gösterici olma arasında sıkışıp kalıyor. Ayrıca dizide son yıllarda sıkça konuştuğumuz “kapitalistleşen, jipe binen, lüks sitelerde oturan Müslümanlar”dan hiç olmaması da dikkat çekici. Bu Müslüman tipolojisi, bütün Müslümanları temsil etmese de son yıllarda dikkat çekici bir artışa sahip, orta ve alt-orta sınıftan birçok insanın artık üst sınıf olma çabası da yadsınamaz bir sosyolojik gerçeklik olarak ortada duruyor.

Diziyi teknik olarak eleştirecek olursak, ilk birkaç bölümde baş örtme stilleri çok acemi ve kıyafetler uyumsuzken, şu an Şükran karakteri de hızlıca başörtüsü modasına entegre olmuş gözüküyor. Farklı renklerde ‘kap’lar, ona uygun ipek şallar ve ilk bölümlerde göremediğimiz bone son birkaç bölümde fark ediliyor. Ayrıca Bilal karakterinin ilk bölümlerde giydiği geniş gömlek ve pantolonlar, yeni bölümlerde yerini daha dar gömleklere bıraktı, ancak hâlâ İslamcı erkeklerin eskiden yaptıkları gibi uzun kollu gömlek giyip birkaç kez kıvırıyor Bilal de...

Huzur Sokağı, nihayetinde bir dizi ve genelde bütün Müslümanları özelde başörtülü kadınları temsil etmez elbette. Ancak “Büşra” filminde gördüğümüz öpüşebilen başörtülü kadın imajı bu dizide de tekrarlanabilir. Başörtülü kadınlar bundan münezzeh mi? Elbette değil, ancak İslam’da kesinlikle yasaklanan bir şeyin ifşası, bunu normalleştirebiliyor.

Son olarak, umarım diziden sonra arkası dönük, oturmuş dua eden başörtülü kadın resmi yerine dizi oyuncularının fotoğraflarının yer aldığı bir kapakla basılmaz Huzur Sokağı. Zira geçenlerde Uzun Hikâye'nin yeni kapağını gördüğümde büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Yirmi dokuz baskı yapmış bir kitabın o fotoğrafa ihtiyacı olmadığı gibi, yüzlerce baskı yapmış Huzur Sokağı'nın da bütün eleştirilecek taraflarına rağmen hâlâ çocukluğumdaki imajını korumasını istiyorum. Ama en çok da başörtülü kadınlar bir dizi karakteri ile değil, mecliste milletvekili olarak, üniversitelerde akademisyen olarak, yeni anayasada da eşit birer vatandaş olarak temsil edilsin, başörtülü tanımlaması kimliğimizin tek konuşulan ve görülen tarafı olmasın istiyorum…

 

 

Şapgir'de bu hafta 

Kategoriler

Şapgir