Sırrı’ya barış borcumuz var

2020 yılının Eylül ayında Kobani Davası’nda birlikte gözaltına alındık. Günlerce Ankara TEM’de kaldık. Hücremin önünden her geçişinde mazgal ardından göz göze geldiğimizde aynı dostlukla, yoldaşlıkla bakıştık. Ankara Adliyesi’nde pandemi ortamında duvarda “koridorda en fazla 40 kişi olması gerekir” yazısı altında çevremizi sarmış yüzlerce polisin ortasında kararı beklerken, Sırrı’nın çevresine konuşlanmış halde onun hikâyelerine kulak verdik. Kahkahalarımız yükselirken neredeyse çevremizdeki tüm polislerin ondan gözünü de kulağını da ayıramadığını, onun esprilerine gülmemek için kendilerini zorladıklarını gördük.

Ah Sırrı, senin gideceğin ve sen gittikten sonra seninle ilgili yazı yazacağım, yüzyıl düşünsem aklıma gelmezdi. 

Sırrı hakkında yazmak çok ama çok zor. Yazarken insanın aklına hep Sırrı’nın herhangi sıradan hatta sıkıcı bir konuyu bile nasıl bir keyifle dinlettiği muhteşem anlatıcılığı geliyor. 

Affet Sırrı, seni senin gibi anlatabilmem imkânsız. Sadece samimiyetime inan.

Cami avlusunda en çok duyduğum ‘Bazı insanların öldüğünü hiç düşünmezsin, hep yaşayacak, hep var olacak sanırsın ya, Sırrı da onlardanmış’, oldu. 

Evet, Sırrı kimi zaman hemen yanı başımızda, kimi zaman biraz uzağımızda da olsa hep hayatımızda var olacağına inandığımız insanlardanmış. O yüzden de yokluğu bu kadar acı veriyor ve bir o kadar da inandırıcı gelmiyor. Sanki her an çıkacakmış da “Yok la gitmedim, buradayım hâlâ” diyecekmiş gibi.

2011 kampanyası 

Onunla 2011 yılı genel seçimlerine bağımsız aday olarak girdiği kampanya sırasında tanıştık. Onu elbette tanıyordum, uzaktan seviyordum. Sinemacıydı, imzası bulunan ‘Beynelmilel’, ‘O. Çocukları’ etkileyici filmlerdi. Radikal’deki yazıları dili, üslubu, anlattığı hikâyeler ile herkesten ayrılıyordu. Bununla birlikte siyaset başka bir kulvardı. Herkes orada iz bırakamazdı. Ama Sırrı en büyük mirasını da vasiyetini de o alanda bıraktı.  

İlk kez milletvekili olduğu 2011 kampanyasıyla başlayan mesaimiz uzun yıllar sürdü. Beraber kapı kapı, pazar pazar, kahve kahve dolaştık. Kimi zaman sabah 07.00’de hale gittik, kimi zaman büyük mitinglere. Onun için hazırladığımız çalışma programından bazen sevmediği, bazen gereksiz bulduğu için arada sırada kaytarması ya da kaytarmak için benimle didişip “hele buna de bensiz gidin” demesi, çok yorulunca hemen iki sandalyeyi birleştirip üzerinde biraz uyuklaması, onu çok koşturduğum için bana komutanım demesi, onu o kadar yormama rağmen 2014 yerel seçimi akşamı seçim sonuçlarını beklediğimiz ofise benim için pasta yaptırıp getirmesi, aklıma ve yüreğime işlendi. 

Cezaevi dönemi

Sonra araya hayat girdi, birkaç yıl görüşemedik. O önce Ankara’da, sonra cezaevindeydi, ben de siyasetten uzaktım. 2020 yılının Eylül ayında Kobani Davası’nda birlikte gözaltına alındık. Günlerce Ankara TEM’de kaldık. Hücremin önünden her geçişinde mazgal ardından göz göze geldiğimizde aynı dostlukla, yoldaşlıkla bakıştık. Ankara Adliyesi’nde pandemi ortamında duvarda “koridorda en fazla 40 kişi olması gerekir” yazısı altında çevremizi sarmış yüzlerce polisin ortasında kararı beklerken, Sırrı’nın çevresine konuşlanmış halde onun hikâyelerine kulak verdik. Kahkahalarımız yükselirken neredeyse çevremizdeki tüm polislerin ondan gözünü de kulağını da ayıramadığını, onun esprilerine gülmemek için kendilerini zorladıklarını gördük. 

Bugün halen beraati onanmış değil

Kobani Davası’ndan tutuklanmadı ama yıllarca süren bir davada 38 kez müebbetle yargılandı. Yargılama sürerken TBMM Başkanvekili oldu. Bugün halen beraati onanmış bile değil. 

Aday olduğu ilk günden itibaren onunla sokakta yürümek hep inanılmaz zordu. Hemen çevresi sarılır, insanlar onun elini sıkmak, onunla fotoğraf çektirmek için sıraya girerdi. Bu kadar sevilmek elbette çok güzeldi ama bu sevginin karşılığını vermenin, gereğini yerine getirmenin sorumluluğa da büyüktü. Sırrı zekâsı, nüktedanlığı, samimiyeti, yaydığı enerjisi, memlekete ait ne varsa edindiği kültür birikimi ile karşısında kim olursa olsun ötekileştirmeden kurduğu dille bu sorumluluğu yerine getirmeye çalıştı. 

Siyasetin dilini tersyüz etti

O hiçbir yere sığamazdı. Evler, mekanlar, masalar ona dar gelirdi. Uzun toplantılar onu sıkar, yorardı. Hiçbir yerde uzun süre kalamazdı. Sadece mesele memleket için barış, memleket için demokrasi olunca saatler süren toplantılar ve görüşmelere aldırmadı. Son yıllarda hastalıklar, cezaevinde geçirdiği zamanlar ve cezaevine girme ihtimalleri ile çok yoruldu, çok kırıldı. Ama yine de konu barış olunca, konu çözüm olunca sorumluluk almaktan geri durmadı. Hastalıklarına, yorgunluklarına rağmen “yine linçleneceğiz ama olsun” diyerek, o küçük barış ihtimalinin peşinden gitti.  

Hayatımda tanıdığım en şahsına münhasır insan oydu. Her şeyi kendine özgü yapardı. Siyasetin asık, karşıtlık ve ötekileştirme üzerine kurduğu dilini ve tarzını tersyüz etti. Bu herkesi mutlu etmedi elbette. Birçok insanı kızdırdı. Eleştiriden bolca nasibini aldı ama o bundan etkilenmedi, kendi üslubu ile devam etti. Çok da iyi etti. Başka türlü siyaset yapılabileceğini tüm memlekete gösterdi. Sadece Meclis’i yönettiği zamanlara baksak bile TBMM tarihinde derin ve asla yeri doldurulmayacak izler bıraktı. Mizah katarak zehir zemberek eleştirdiklerinin onu dinlerken kahkahalara boğulması ise sadece onun alamet-i farikasıydı.

Kızabilirdiniz ama asla kızgın kalamazdınız

Onu tanıyıp, onunla biraz konuşup onu sevmeyen insanın, insanlığından şüphe ederim. Ona kızabilirdiniz ama asla kızgın kalamazdınız. Zaten o kızgınlığınızı biliyorsa arayıp “Bana sitem ediyormuşsun” diye başlayıp, hemen gönlünüzü almaya çalışırdı. 

Onu dinleyip, ondan etkilenmemek mümkün değildi. 

Arkasından olanları görseydi, kamuoyunda yarattığı üzüntüyü, binlerce kişinin hastaneye günlerce akın etmesini, on binlercesinin törenlerde” Önder’e barış borcumuz var” sloganı atmasını duysaydı ne kadar mutlu olacağını, uğruna hayatını adadığı hatta feda ettiği barış ve eşitlik mücadelesinin bir nebze karşılık bulmasından onur duyacağını biliyorum. Ayrıca onu 38 kez müebbetle yargılatanların, cezaevine atanların, yaşadığı tüm acılara, sıkıntılara, üzüntülere sebep olanların hastane kapılarında, cami avlularında sıraya girdiklerini görse söyleyecek çok şeyi olacağını da. 

Sırrı’nın hastaneye kaldırıldığı anda ortaya çıkan ve hâlâ devam eden tablonun anlattığını onun için doğru okumalıyız. Barış mücadelesi en önemli müzakerecisini kaybetti. Yerini kimse dolduramaz. Onun yerini ancak yüzbinler, milyonlar alabilir. Bu konuda hepimize büyük sorumluluk düşüyor. 

“Sırrı’ya barış borcumuz var, barış sözümüz olsun.  

Kategoriler

Dosya



Yazar Hakkında