30 yıl önce kaybedilen babası Fehmi Tosun’un akıbetini öğrenmek için avukat olan, 9 yaşında İnsan Hakları Derneği ile tanışan Jiyan Tosun, derneğin İstanbul Şube Başkanlığına seçildi. Tosun, Gözaltında Kayıplara Karşı Mücadele Haftası’nda 30 yıldır sürdürdükleri “kayıplarının akıbetinin açıklanması ve faillerin yargılanması” talebini yeniliyor.
Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Licok (Çavundur) köyünde doğan Jiyan Tosun, 1994'te köylerinin yakılması nedeniyle ailesiyle birlikte İstanbul’a göç eder. 19 Ekim 1995’te ise babası Fehmi Tosun’un, Avcılar’daki evlerinin önünden tanımadıkları kişiler tarafından bir araca bindirilerek götürülmesi ve sonrasında da kaybedilmesi ile birlikte Tosun’un hayatında başka zorlu bir süreç başlar.
Hiç okula gitmeyen Tosun, hem babasının kaybedilmesi hem de yaşadıkları ekonomik zorluklar nedeniyle 10 yaşında çalışmaya başlar. Annesi Hanım Tosun’un babasını arama mücadelesi, Tosun ve ailesinin İnsan Hakları Derneği (İHD) ile tanışmasını sağlar. 27 Mayıs 1995 Cumartesi günü, saat 12.00’de Galatasaray Meydanı’nda Emine Ocak ve eşi tarafından yapılan ilk oturma eyleminde, oğlu Hasan Ocak’ın 21 Mart 1995’te gözaltına alınması ve 58 gün sonra işkenceyle katledilen bedeninin Kimsesizler Mezarlığı’nda bulunması Tosun ailesi için meydandaki arayışlarının başlangıcı olur.
Jiyan Tosun hiç okula gitmediği ve okuma yazma bilmediği halde, babasının akıbetini öğrenmek için avukat olmak ister. Hem çalışıp hem de okumaya başlayan Tosun, ailesi ile uzun yıllar İHD yönetiminde de yer alır. 2018'de babası için başladığı hukuk fakültesinden mezun olan Tosun, kayıp yakınlarının, şiddete uğrayan kadınların ve daha pek çok hak ihlaline maruz kalan insanın yürüttüğü mücadelede artık bir hukukçu olarak yer almaya başlar.
Tam 30 yıldır her Cumartesi günü, kayıp yakınlarının hafıza mekanı olan Galatasaray Meydanı’ndaki eyleme katılarak babası Fehmi Tosun’un akıbetinin açığa çıkarılması ve faillerin yargılanması talebiyle adalet mücadelesini kesintisiz bir şekilde sürdürür. Tosun son olarak da İHD İstanbul Şubesi’nin, 11 Mayıs’ta yapılan 20. Olağan Genel Kurulu’nda Şube Başkanı seçildi.
9 yaşında da babasını aramak için gittiği dernekte şimdi başkan olan Tosun, sorularımızı yanıtladı.
İHD ile tanışma hikayenizden ve yürüttüğünüz çalışmalardan bahsedebilir misiniz?
İnsan Hakları Derneği ile tanışmam 9 yaşlarıma denk geliyor. 19 Ekim 1995’te babam, evimizin ve gözümüzün önünde telsizli kişilerce kaçırıldı. Ben, diğer dört kardeşim, annem, kuzenim Zelal, hepimiz şahitlik ettik. O dönem 27 Mayıs’ta Hasan Ocak’ın kaybedilmesi üzerine insan hakları aktivistleri ve kayıp yakınları Galatasaray Meydanı’nda oturuyorlar. Annem bunu öğreniyor ve babamın akıbetinin ortaya çıkarılması için derneğe başvuruyor. O günden beridir derneğin içinde olan annem yöneticilik yaptı, Galatasaray Meydanı’ndan hiç vazgeçmedi. Ben derneği o dönemden beri tanıyorum ve dernek benim ikinci evim. Hem de benim için bir okul gibi. İHD’yi o anlamda çok önemsiyorum.
Babamın kaybedilişinin 30. yılı. Cumartesi Anneleri ve insan hakları aktivistlerinin ilk Cumartesi oturmalarına başlaması üzerinden geçen 30. yılda ben buradayım. Bu bana çok ağır da geliyor bir yandan. Çünkü o gün başlatılan mücadele bir yandan da devlette istediğimiz yankıyı uyandırmadı. Evet bu mücadele çok önemli bir kademe atladı, binlerce insanın kaybedilmesinin önüne geçti. Bu çok anlamlı ve gurur verici. Ama ne yazık ki faillerin bulunması, yargılanması ve kaybedilenlerin nerede olduğu, ne olduğu ortaya çıkarılmadı. O günden bu yana devlet bu konuda inanılmaz istikrarlı. Hatta bununla yetinmiyor. Cumartesi Anneleri’nin, kayıp yakınlarının mücadelesini de yok sayarak, onların toplantı, gösteri ve yürüyüş haklarını engellemeye çalışıyor. O yüzden benim için bir yandan elbette gurur verici, bir yandan da gerçekten beni derinden sarsan bir olay bugün derneğin başkanı olmak. Bende ağır basan duygu hüzün ve üzüntü…
Babanızın kaybedilmesi avukat olmanızda bir etki yarattı mı?
Babamla ilgili çok az anı var aklımda. Avukat olmamda amcam Yusuf’un büyük bir etkisi var. 1994’te, köyümüz yıkılıp İstanbul’a geldiğimizde babam da yeni cezaevinden çıkmıştı. Amcam da o yıl hukuk fakültesinden mezun olmuştu. Evimize geldi ve diplomasını babama göstererek, ‘Senin için aldım. Senin için avukatlık yapacağım’ demişti ve babamın ne kadar mutlu olduğunu görmüştüm. Amcam da benim için çok kıymetli. Babam kaybedildikten sonra, hep babama gurur duyacağı bir şey yapmak istedim. Tek aklımda kalan küçük anılardan birisi avukat olmak ve görür ya da görmez ona bir böyle bir mutluluk yaşatma isteğiydi. Ben hiç okula gitmedim, okuma yazmam yok ve tekstilde çalışmaya başladım 10-11 yaşlarımda. Okuma yazma bilmediğimde, bu hayali kurduğumda hep çok kızardım. Tekstilde çalışıp boyumdan büyük eşyalar taşırken bunun hayalini kurmak çok zordu. Çünkü köyümüzün yakılması, babamın kaybedilmesi, ekonomik olarak da bizi çok sarsmıştı. Dolayısıyla yoksulluk içerisinde çalışmak zorundaydım, bugün pek çok göçmen çocuğun çalışması gibi.
Avukat olursam babama ulaşabilirmişim gibi düşündüm
Sadece babama değil, kendine bunu imkansız gören, okuma yazma bilmediği halde bunun hayalini kuran küçüklüğüm, küçük Jiyan’a da bir armağan olarak avukat olabilmek için uğraştım. Bu da bir etki ama en büyük etki babamdı. Biraz daha büyük, okuma yazma öğrendiğimde sanki avukat olursam babama ulaşabilirmişim, delillerini bulabilirmişim, peşlerine düşüp babamdan bir iz bulabilirmişim gibi düşündüm. Ama 18’li yaşlarıma geldiğimde artık bunun ne kadar sistematik, zorla kaybetmenin ne demek olduğunu daha yıkıcı bir şekilde anladım. Bunun hukukla çözülmeyeceğini ama yine de hukuki mücadelenin ısrarla yürütülmesi gerektiği ve Galatasaray Meydanı’nın hukuksal mücadeleden daha önemli bir alan olduğunu anladım. Çünkü devlet istemediği müddetçe, toplumsal bir mücadele olmadığı ve hukuk kuralları değişmediği sürece bunun açığa çıkarılmasının mümkün olmadığını anladım. O yüzden sivil toplum ya da İHD daha önemli bir şeyi ifade ediyordu. Çünkü bu yalnızca hukuk mücadelesiyle olacak bir şey değildi.
Babamın dosyasını hala okuyamıyorum
Kanun yapıcıları zorlamanın, devleti hukuksal olarak bir düzenleme yapmanın ve kaybettirenlerin kimler olduğunu bildiklerini biliyoruz, öğrendim. O yüzden bu yönüyle bir hareketin içerisine dahil olmanın önemini anladım. Özellikle mesleğe ilk başladığımda AYM, AİHM kararları ya da savcılıkların hiçbir şey yapmaması inanılmaz bir yıkımdı benim için. Kayıp dosyalarını, içtihadı okumaya başladığımda bir noktadan sonra sinirden dolapları tekmelediğimi fark ettim. Bir avukat olarak bununla yüzleşmek benim için oldukça zordu. Eren Keskin ile birlikte çalışıyorum. Eren abla yeniden babamın dosyasını canlandırabilmek için epey uğraştı. O dönem ben, Eren ablanın stajyeri olarak gidip savcılıktan babamın dosyasını almıştım. Ama okumaya cesaret edemedim hala. Babam avukat olmama neden oldu ama hala babamın dosyasını okuyamıyorum.
İHD süreci nasıldı?
TUzun süre tekstilde çalıştıktan sonra eş genel başkanımız olan Eren Keskin’in yanında Cinsel Şiddete Karşı Hukuki Yardım Derneği’nde sekreter olarak çalışmaya başladım, 19 yaşımda. Ve Eren Keskin’in yanında çalışıyor olmanın insan hakları mücadelesi anlamında bana kattığı sınırsız bilgi var. Eren Keskin’in öğrencisi olarak görüyorum kendimi. O yüzden kadınlara yönelik şiddet alanının da benim için büyük bir etkisi var. Özellikle devlet kaynaklı cinsel şiddetle ilgileniyorduk. Kapatılma yerlerinde ya da gözaltı, geri gönderme merkezlerindeki devletten kaynaklanan o şiddet halini görmek de bu alanda yine sivil toplum örgütleri içinde kalarak hukuksal mücadelenin ne kadar değerli olduğunu Eren Keskin’den öğrendim. Bu da benim için çok önemli bir mesele.
Zorla kaybetmenin tarihini her zaman 1915’ten başlatıyoruz
Çocukluğumdan beri İnsan Hakları Derneği’ndeydim. Hukuk fakültesini bitireceğim yıla kadar hiç gözaltına alınmamıştım, hakkımda hiçbir işlem yapılmamıştı. Mezun olacağım yıl 2018’de iki defa gözaltına alındım. İlki Ermeni Soykırımı ile ilgili Sultanahmet Meydanı’nda yapacağımız anmadan önce, ikincisi de Cumartesi Anneleri’nin 700’üncü haftasındaydı. İkisi 4 ay arayla olmuştu ve ikisi de benim için çok önemli. Gözaltında zorla kaybetmenin tarihini her zaman 1915’ten başlatıyoruz. Aslında benim mücadelemin nerede başladığını ve nasıl yürüteceğimi de gösteren, bu birbirinden kopmaz iki şey.
Derneğin yeni dönem çalışmalarında neler olacak?
Yönetimimizle iyi şeyler yapabileceğimizi umuyoruz. Bir süreçten bahsediliyor. İHD bu anlamda bir hafıza. Dernek çatısı altında düzenli olarak çalışmalarını sürdüren hapishaneler, , Cumartesi Anneleri, Kayıplar Komisyonu’na devam edeceğiz. Onun dışında da yönetim olarak çok yeni olduğumuz için neler yapacağımızı oturup konuşuyoruz. İnsan hakları mücadelesini sivil toplum ne yazık ki çok dağınık çalışmaya başlamış. Bizim bu anlamda toparlayıcı olmak önceliğimiz olacak. Geçmişte hem 1980 darbesi hem de 90’lı yıllarda bu anlamda dernek çok toparlayıcı bir yerde. Her yerden, her kesimden insan hakları aktivistinin olduğu bir yerdi. Belki yeniden İstanbul Şubede de bunu yapabilir miyiz, bir arada herkesle birlikte hareket edebilir miyiz, daha kolektif bir çalışma, diğer hukuk dernekleri, sivil toplum örgütleriyle neler yapabiliriz en çok tartışacağımız şeylerden birisi olacak.
Cezaevlerine odaklanacaklar
Cezaevleri ile ilgili yapılan çalışmalar aynı düzeyde sürecek. Önemli bir alan yaratıyor cezaevlerindeki hak ihlalleri. Özellikle hasta mahpuslarla ilgili bir duyarlılık oluşturulması konusunda derneğin bütün şubeleri ve genel merkezi kolektif bir şekilde çalışıyor. Ve bu anlamda duyarlılık oluşturma çabası zaten yıllardan beri var. Özellikle yeni yasal düzenlemelerin konuşulduğu bu dönemde, en başta yapılacak şeyin cezaevindeki sağlık koşullarının düzenlenmesi, mahpusların sağlık hakkına daha hızlı bir şekilde erişimi ve hasta mahpusların tahliyelerinin sağlanması konusunda daha aktif bir şekilde mücadelesini sürdürecektir.
Cumartesi Anneleri ile birlikte yapacağınız çalışmalar nasıl ilerleyecek?
Yönetimimizin tamamı aslında Cumartesi Anneleri’ne müdahale edilen 29 hafta boyunca oradaki gözaltıları takip eden, sonraki suç duyurularını yapan ve AYM’ye taşıyan arkadaşlardan oluşuyor. Her hafta AYM kararı çiğnenerek idari bir oranın yasaklanması bir yana, Cumartesi Anneleri’nin 29 hafta boyunca gözaltına alınması, bu inadı sürdürmesi Türkiye’deki bütün mücadele alanlarına örnek alınmalı. Bu süreçte de aynısını sürdüreceğiz ama tabii ki o alanın tamamen açılması için de Kayıplar Komisyonu ile birlikte çalışma yürüteceğiz. Çok sayıda kayıp yakını, kaybedilen kişilerin dostları ve 90’lardan bu yana gözaltında kayıplara karşı mücadele yürüten insan hakları aktivistleri var. Onlar için o alana gitmek büyük bir değer taşıyor. Ama 10 kişilik sınırlama nedeniyle aynı aileden iki kişi gidip sevdiklerinin fotoğrafını meydanda taşıyamıyor.
Zorla kaybetme suçu hala işleniyor
Bu aslında AYM kararının yerine getirilmediğini gösteriyor. Bir hak ‘sınırlı’ bir şekilde uygulanamaz. O hak ya teslim ediliyordur ya da edilmiyordur. 10 kişiye eylem yaptığında müdahale edilmiyor olması o hakkın tesis edildiği anlamına gelmiyor. Cumartesi Anneleri’nin hala toplanma ve gösteri yürüyüşü hakkı engelleniyor ve kayıplarını anmak, hak mücadelesi yürütmesinin önüne geçiliyor. Bu bir yandan da zorla kaybetmenin ikinci bir travmatik nedenini oluşturuyor. Çünkü zorla kaybetme, sadece zorla kaybetme fiilinin gerçekleşmesiyle biten bir suç değil. Aynı zamanda kaybedilen kişilerin yakınlarının sorularına cevap verilmemesi, hak arama mücadelelerinin önüne engel çıkarılması, hesap verilmemesini de kapsıyor zorla kaybetme fiili. O anlamda Cumartesi Anneleri’ne meydanda izin verilmemesi, zorla kaybetme fiilinin ve suçunun hala işlendiği anlamına geliyor.
Hak savunucuları olarak mücadele perspektifinizi nasıl sürdüreceksiniz?
Dünyanın her yerinde insan hakları, ciddi riskler barındıran bir mücadele alanı. Devletin yetkilerini sınırlandırmak için mücadele ettiğinizde karşınızda devleti bulursunuz. Dünyanın her tarafında insan hakları aktivistleri benzer risklerle karşı karşıya. Mücadele arkadaşım Hatice Onaran, sırf cezaevindeki mahpuslara 100 - 200 lira para yatırdığı için akıl alır gibi değil ama ‘terörün finansmanından’ hüküm giydi. 4 buçuk yıl ceza aldı, cezası kesinleşti ve şu an Gebze Kadın Kapalı Cezaevi’nde. Yıllarca derneğimizin önünde hasta mahpuslarla dayanıştı, tahliye edilmeleri için metinler okudu, mücadele etti. Bugün kendisinin de birçok rahatsızlığı var. Biz de her hafta burada Hatice Onaran serbest bırakılsın diyoruz. Bu da çok trajik bir durum.
Üyemiz Mehmet Acettin’in mahpuslara para yatırdığı için yargılandığı duruşma 20 Mayıs’ta ertelendi. Genel Merkez üyemiz Selahattin Okçuoğlu’nun yine benzer şekilde dosyası vardı. Birçok yerde dernek üyelerimiz hakkında soruşturmalar başlatılıyor. Ve ceza hukukunda hiç yeri olmayan, akıl almayacak şekilde suçlamalarla karşı karşıya kalıyorlar. Bu mücadeleyi yıldıracak bir şey değil açılan soruşturmalar, verilen cezalar, mahkumiyetler. İnsan hakları aktivistleri inatçı olmak zorunda. O yüzden bu mücadeleyi inatla sürdürmeye devam edeceğiz. Eş genel başkanımız Eren Keskin’in 27 yılı aşkın hapis cezası var ve Yargıtay’da onanırsa her an cezaevine girebilir. Ama bu korkuyla yaşanmaz. Bütün bu baskı ve ceza tehditlerine rağmen olduğun yerden taviz vermeden mücadele etmek temel görevimiz.
Gözaltında Kayıplara Karşı Mücadele Haftası’nda talep ve çağrınız nedir?
Kayıplarla ilgili mücadelenin talebi 30 yıldır hiç değişmedi. Faillerin yargılanması, kaybedilen sevdiklerimizin yerlerinin nerede olduğu ve neler yapıldığı öğrenebilmek devletten talebimiz. Ona göre hukuki düzenlemeler yapılması ve adaletin sağlanması talebi hiç değişmedi. Bu haftada da değişmiyor, 30 yıldır aynı şeyi talep ediyoruz. Ama bir de insanlardan taleplerimiz var, dayanışma gösterilmesi. Çünkü bizleri ayakta tutan ve bu mücadelenin bu kadar yıldır sürmesini sağlayan şey insanların mücadele etmesi. Bu mücadele bittiği takdirde, Cumartesi Anneleri eylemlerine son verdiğinde devlet yeniden kaybetmeye başlayabilir. Bir anlamda bu dayanışma, yeniden kaybetme vakalarının önüne geçmesini de sağlayan bir mücadele. Geçmişte kalan bir mesele değil bu, hala devam ettiriliyor. O yüzden insanların Cumartesi Anneleri’yle, bizlerle dayanışması bizim için büyük bir önemde. Dünyada da kaybetmelere karşı nerede olurlarsa olsun insanların duyarlılık içerisinde olmasını talep ediyoruz.