Sade(ce) Fatih Akın

Levent Özata, bu hafta sadece sade bir şekilde Fatih Akın’ı anlatmaya çalıştı. Türk kökenli Alman yönetmen midir, Türk ‘asıllı’ Alman mıdır, aslı astarı var mıdır bilinmez. Ama rüyalarını Almanca görür. Şirketi de, paranın rengi de Almandır, ama pazarı heryerdir. O yüzden Türk-Alman sentezi olmaktan öte, “Türk-Alman boşluğunda” yol almaya çalışan bir derviş misali ilerler.

Levent Özata
levozata@gmail.com

Yemeklere Osmanlı usulü öldürmecesine zehir değil Peru’dan Shayn’ın bir şekilde bulup getirdiği afrodizyak karıştırılmıştır. Normal dozu yeterdi de fazla mal göz çıkarmaz değil mi Zinos? Alman hip-underground kültürünün tetiklediği son dans figürleri, ortaya karışık sirtaki, biraz uyuşturucu, fazlaca alkol... Softcore çizgisinde pornografik sahneler... Sahi ne yaptık biz dün gece Frau Schüster? Bilmiyorum ama filmin sonunda suratımda hâlâ o aptal gülümseme var. Sinemadan çıktığımda da konusunu hatırlamıyordum, hâlâ da sorsalar bilemem. Biraz Kemikkıran Kemal kalmış kıyıda köşede, şöyle böyle hipşter bir lafstayla, azıcık da soylulaştırma, biraz klişe serptim üzerine, mis gibi de oldu. Afiyet olsun. Ben sırıtmaya devam edıyorum o zaman. Saygılar abi...

Filmlerinde bol bol klişeler kullanır Fatih Akın. Çok da sever bunları da ölçüsüyle yapar. 1973 yılında Hamburg’da doğmanın verdiği bir şeydir belki kimlik meselelerini ön planda tutması. Türk kökenli Alman yönetmen midir, Türk ‘asıllı’ Alman mıdır, aslı astarı var mıdır bilinmez. Ama rüyalarını Almanca görür. Şirketi de, paranın rengi de Almandır, ama pazarı her yerdir. O yüzden Türk-Alman sentezi olmaktan öte, “Türk-Alman boşluğunda” yol almaya çalışan bir derviş misali ilerler. Dervişin kendini dünya sinemasına ispatlamaya çalışması da tesadüf olmasa gerek.

Fatih Akın kadrolaşmayı çok sever. Birol Ünel, Adam Bousdoukos, Sibel Kekilli, Moritz Bleibtreu, Cem Akın sanki her an bir yerlerden fırlar filmlerinde. Setin içi sanki profesyonel film seti değil de, bir grup arkadaşın her gün gittikleri bar kıvamındadır. Fazladan birkaç kamera yerleştirilmiş ortama o kadar.

Gariplik derecesinde bir basitliği sever. Her yerde kırmızı halılarda geziniyormuş gibi görünse de kendine sormaktan çekinmez: “Ulan bu aralar çok fazla kitap okuyorum, entel miyim neyim?” İstiklal’den Sofyalı Sokak’a doğru dalarsınız, bir anda karşınıza çıkar. İmzasını istemişsinizdir, bir de bakarsınız iki gün sonra sizinle muhabbet ediyordur.

Esrar içmeyi çok sever, bırakmayı da pek düşünmez. Zamanında dövme yaptırmayı çok istemiş, ailesi “ya tövbe abdestin bozulur, sürekli günah işlersin” diye karşı çıkmış. İçinde kalmış olacak ki Sibel Kekilli’nin ya da Christiane Paul’ün dövmelerine yakın çekim yapar, kamera o çekimde kalır da kalır. 

Arada bir politikaya alet edilmeye çalışılmıştı da, yakayı zor kurtardı. “Abi ben daha Türkiye'de askerlik yapmak zorundayım falan filan. Ama bunu istemiyorum. Valla gönlüm yok. Zorlama olursa vatandaşlıktan çıkarım. Ben elime silah almaktansa bir parça kağıttan feragat etmeyi tercih ederim. Tabii bu benim kimliğim elimden alınıyor anlamına gelmez. İstanbullu olarak kalırım.”

Ama o film çekti, çekmeye de devam ediyor.

-Peki Fatih bu ödülü aldın. İleriye dönük planların nelerdir?

-(çat pat) Abi ben şimdi kısa filmler çekiyorum, büyüyünce inşallah uzun metrajlı çekeceğim.

Büyüdü ve yaptı da…

 

Şapgir'de bu hafta;

Kategoriler

Şapgir