erel yönetimleri kabaca “belediyeler” olarak düşünürsek şu anda gelmekte olan tehlike şu ki, yaptığı (ve çok tepki çeken) kayyımlamalar yetmedi, belediyeleri merkezden atadığı vali ve kaymakamların emrine verecek bir yasa hazırlıyor Tek Adam Yönetimi. Hem de ilgili bakanlıkların ve çoğu AKP yöneticisinin henüz haberi bile yokken. 22 yıldır iktidarda olan bir liderin aklına bu niye şimdi geliyor?
Evet, açıkça düşmanı. İktidarı, çok farklı ihtiyaçlara sahip yerel yönetimlerle bölüşmek suretiyle farklı insanları mutlu bir ortamda birleştirmek yerine, tek merkezde toplayıp “sivil üniforma” giydirmek istemenin anlamı açıkça bu.
Hele de o “tek merkez”in başında “fıtrat”ı gereği her şeye hâkim olmayı şart edinmiş bir otokratik eğilim varsa.
Ülkemizde devedişi gibi üç sebep yüzünden oluşuyor bu düşmanlık: 1) Bizzat politikanın doğasına aykırılık; 2) Toplumun ulaşmış olduğu düzeye aykırılık; 3) Özellikle de, Kürt Sorunu.
***
Yerel yönetimleri kabaca “belediyeler” olarak düşünürsek şu anda gelmekte olan tehlike şu ki, yaptığı (ve çok tepki çeken) kayyımlamalar yetmedi, belediyeleri merkezden atadığı vali ve kaymakamların emrine verecek bir yasa hazırlıyor Tek Adam Yönetimi.
Hem de ilgili bakanlıkların ve çoğu AKP yöneticisinin henüz haberi bile yokken. Nefes’ten Nuray Babacan bunu “Sembolik Başkanlar” başlığı altında ayrıntısıyla anlatmakta
CB Erdoğan, genel başkanı olduğu AKP’nin grup toplantısında şöyle diyor:
“Yeni bir belediye statüsüne ihtiyaç var. Yetki paylaşımı gözden geçirilmeli. Vali ve kaymakamlarımız[ın] görevlerini daha aktif hale getirmeliyiz. Yetkilerin netleştirilmesi, bu görevi yerine getirmeyenlere zorlayıcı veya devredici düzenlemeler yapılması şarttır.”
22 yıldır iktidarda olan bir liderin aklına bu niye şimdi geliyor?
Çünkü son iki yerel seçimde büyük kentler el değiştirdi ve bu eğilim hızlanarak devam edeceğe benziyor. Dolayısıyla bu kentlerin AKP için ürettiği rant kesildi ve gittikçe kesilecek. Amaç, özellikle İstanbul’u kaybettikten sonra bu parayı vali ve kaymakamları kullanarak tekrar kendisine yönlendirmek.
Zaten, İmamoğlu ve iş arkadaşlarına yapılmış ve daha da yapılacak olanların esas anlamı, cumhurbaşkanlığı adaylığı meselesinin yanı sıra, tam da burada. Eskiden AKP’li belediyelerin elinde olan yatırım, harcama, tercih ve öncelikleri artık valilerin iradesine verip, belediyeleri “çöp toplayıp çiçek dikmek” düzeyine getirerek sembolik duruma indirgemek.
Şimdiye kadar bu olay kayyımlamalar ve merkezden yapılan imar değişiklikleriyle götürülürken, hazırlanan yasaya hazırlık olmak üzere 10.05.2025 tarihli Resmî Gazete’de bir Hazine ve Maliye Bakanlığı yönetmeliği yayınlandı. Kamu kurum ve kuruluşlarının hibe dışındaki yurt dışı finansman kaynaklarına erişimi iyice engellendi .
Şimdi gelelim, bu durumun niye “demokrasiye ve de ülkeye düşman”lık yaratacağına
***
1) Bizzat politikanın doğasına aykırılık:
Türkiye artık bir baskılar silsilesi tarafından yönetiliyor. Bunlar öylesine yoğunlaştı ki, artık sürdürülebilirlikleri sıfır. Öğrenci ve politikacı tutuklamaları artık toplumu patlayacak hale getirdi. İnsanlar sokaklara dökülüyor.
Düşünün ki, içeri neden attığınız herkesin malumu olan İstanbul belediye başkanının ses ve görüntülerini de yasaklıyorsunuz. Yerine gelene de soruşturma açıyorsunuz . Hrant’ın imajının binaya yansıtılmasına benzer benzemez nice teknik olanaklar varken, hangi köprüye yetişeceksin? 4. Dalga, 5. Dalga… sonra?
Üstelik Erdoğan bu kadar töhmet altındayken ve Bahçeli’nin (artık kaymaya başlayan) desteğiyle ayakta zor durabilirken.
“Zaten aday olamazsın” ve “Anayasayı tanımayan adamla anayasa yapılmaz” diyen CHP’nin dört bi yandaki mitingleri yüz binleri toplarken.
Bizzat AKP içinden Cem Küçük gibiler, insanların CHP’ye yaklaşıp Erdoğan sonrasına hazırlandıkları haberlerini yayarken .
Kullanılan “gizli” tanıklar birbiri ardına fos, yani dolandırıcı veya AKP’nin adayı çıkarken.
Bizzat CB Erdoğan bir gün adayım bir gün değilim derken . Ne dediği de bizzat AKP’liler tarafından “Sayın Cumhurbaşkanımızın devletimize ve milletimize milletimizin verdiği yetki çerçevesinde, milletimizin talebi doğrultusunda bu hizmetinin devam etmesini arzu ederiz ama dediğimiz gibi, her zaman söylediğimiz şudur: Millet ne derse o olur" biçiminde arapsaçına döndürülürken.
İktidar, “6 yaşındaki çocukla evlenilebilir” diye sübyancılığı, “erkeklerin kadınları deşarj olmak için dövmesi uygundur” diye de kadına şiddeti İslam adına savunarak İslamcı iktidara çok zarar veren mürteci Nurettin Yıldız’a bile hâkim olamazken. Hatta, kayyım rektörün Boğaziçi Üniversitesi’ne konferansa davet edilen bu şahsa milli eğitim müdürü plaket sunarken . Ve hatta bu şahıs daha önce CB Erdoğan ve özellikle de (“meczup” demiş olan) D. Bahçeli tarafından kınanmışken .
***
2) Toplumun ulaşmış olduğu düzeye aykırılık:
Bu memleket Osmanlı döneminde bile en azından 2 tane Meşrutiyet tanımışsa, 3 rezil askerî darbeye rağmen serbest seçimleri sürdürebilmiş ve temel kurumlarını kurabilmişse, bu nasıl bi geri gidiş? Mülkiye birinci sınıfta bize “ricorsi” diye bir kavram öğretmişlerdi; bu nasıl rezilce bir ricorsi?
Sendikalar ve işçi ve emekli hakları açısından öyle.
Say sayabildiğine; üniversiteler açısından öyle. Rektörlerin hocalarca seçilmek yerine cumhurbaşkanınca atanmasının AYM kararıyla yasaklandığı bir durumda, uygulamaya 12 ay sonra başlanması kararlaştırıldığı için yangından mal kaçırır gibi rektör atamaya devam ediliyor . Üstelik, bu atamalar utanç verici biçimde “seçimle göreve gelmek rektörler üzerinde baskı oluşturuyor” diye savunuluyor.
Anayasa’nın “Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı” başlıklı 34. maddesine göre “Herkes önceden izin almadan silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” diye bir anayasal hak varken, öğrencilere ve her türlü kurum ve yurttaşa yapılanları burada tekrarlamak abes olacak.
***
3) Kürt Sorunu:
Zurnanın zırt dediği yer.
12-15 milyon Kürt yurttaşı yok kayyım diyerek, yok terörist diyerek, yok dilini yasaklayarak böylesine yabancılaştırmak ulusal çıkarlara acaba ne kadar uygun? Tam da “barış getiriyoruz” diye bas bas ilan ederken?
DEM Partili belediye başkanlarını kayyımlayıp içeri atarken, sırf Kürt’tür diye CHP’nin Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’i de içeri atıp, kayyımlayıp, bi de CHP’yle dalaşmak hangi cin aklın mahsulü?
Yahu, tiyatroya değil sinemaya gitmenin bile neredeyse unutulduğu bir ülkede Kürt yurttaşlar kendi dillerinde oyun seyredip mutlu olsalar bunun kime zararı var? Tiyatro yasaklamak nasıl bi hödüklüktür?
***
Kaldı ki, dili ve/veya etnisitesi farklı bir yurttaş grubunun asimile edilmesi, ancak bu insanlarda farklı bir grup bilincinin oluşma noktasına kadar mümkündür; o noktadan sonra devam edecek olan asimilasyon ve baskılar bu bilincin bilakis sivrilmesine yol açar. Ki, 1960’ların başında ve hatta 50’lerin sonunda oluşmuştur bu nokta.
Ve bi de çok acı olan ne var biliyor musunuz:
Bu açık gerçeğin, K. Suriye’deki gelişmelerin zorlaması sonucu Tek Adam Yönetimi tarafından “Terörsüz Türkiye” adıyla da olsa nihayet kabul edildiği bir sırada, kendisine Ulusalcı diyen zihniyet tarafından hâlâ idrak edilemiyor oluşu.