“Mardin kapıları sahiplerinin söyleyemediklerini anlatıyor"

Her şey genç bir yüreğin, Letisya Nas’ın, Mardin’de bir kuyumcu dükkanına girip Metin Ezilmez’le tanışmasıyla başladı. Letisya bana ulaşıp ‘Lütfen onunla bir söyleşi yapar mısınız?’ dediğinde ne çıkacağından, sohbetin bizi nerelere götüreceğinden habersizdim. Sonuç, Mardin’e sırf Metin Bey’i tanımak, topladıklarını görmek ve hikâyelerini dinlemek için bile gitmeye değer.

Mardin’de hangi mahallede doğduğunuz? 

Diyarbakırkapı Mahallesi dedikleri, şehrin girişinde bir Kürt mahallesinde büyüdüm. Aynı mahallede dayımlar, ninemler, teyzem vardı. Biz 11 çocuklu kalabalık bir aileydik. 

Çocukluğum burada geçti. Bazen ‘Ata topraklarınızı bırakın buraya gelin’ diyenler oluyor. Onlara ‘Bunu söylemeyin artık yeter, ben istemiyorum’ deyip sert çıkıyorum. 

Çocukluğunuz nasıl bir dönemde geçti? 

Kısmen güzelliği vardı. Bu şehirde yaşamanın bir bedeli var. Eğer mücadeleci bir zihniyetteyseniz, inancınıza sahipseniz yaşarsanız, yoksa ezilirsiniz.

Biz de herkes gibi sokaklarda büyüdük. Yoksulduk. Komşularımız gibi. Sokaklarda kavgalarla büyüdük. Çocuklarımı da öyle büyüttüm. Büyük oğlunun ismi George, ötekisi Abdulmesih. İkisinin de isimlerinden Hristiyan ve Süryani oldukları belli oluyor. ‘Hiçbir zaman inancınız ve isminizden dolayı eve ağlayarak gelmeyin’ diyorum. Mücadele etmeniz gerekiyor. Etmeden hiçbir şekilde ayakta duramayız.

Biraz Mardin’deki kilise ve cemaatten bahsedelim, kaç kilise ayakta?

Mardin merkezde 100’e yakın Hıristiyan aile var. Şu an işlek halde elimizde 12 kilisemiz mevcut. Mardin'e yakın köylerimizde arada bir gidip ayin yaptığımız kiliselerimiz bulunuyor. Her pazar, her kilisede ayin yapamıyoruz. Çünkü elimizde her kilisede aynı anda ayin yapacak din adamımız yok.

Mardin merkeze yakın Ermeni ve Süryanilerin Ortodoks, Katolik, Protestan mezheplerine ait farklı kiliseler de var. Ortak bir kilisede, ortak bir din adamının eşliğinde yıllardır beraber ibadet de ediyoruz. Zaten ancak bir kiliseyi dolduracak kadar cemaatimiz var. Farklılık, şu veya bu demiyor beraber ibadet ediyoruz. 
Böylelikle hepimiz birbirimizin içine daha iyi kaynaşma fırsatı buluyoruz. Yani sırasıyla kiliselere gidip ibadet ediyoruz. Ermeni Ortodoks cemaatimizin özel günlerinde hepimiz o kiliseyi dolduruyoruz. Katolik cemaatinin özel bir günü ise, mesela Meryem Ana gününde bütün kadınlarımız, çocuklarımızla o kilisede ibadet ediyoruz. Ama sıradan bir Pazar günüyse Süryaniler genelde merkezdeki Kırklar Kilisesi’ne gider.

Bize eski Mardin adetlerinden bahseder misiniz? Mesela kız alıp verirken hangi takıları giderdi? Nişanda ne takılırdı? Düğünde ne takılırdı? 

Mardin’de düğünler genelde üç gün sürer.  Geleneklerimizde din adamı eşliğinde kız istenir. 
İnci asaleti, zarafeti, temizliği temsil ettiği için genelde insanlarımız düğün takısı olarak altın ve inciye yoğunlaşmışlar.
Yani eskiden Süryani adetlerinde abartılı altın kemerler yoktu. İsteme ve düğün takılarımız çok mütevazi olurdu. İstemede bir çift inci küpe, yanında bir adet haçlı kolye mutlaka olurdu Nişanda ise alyans takılır yanına bazen bir bilezik veya kolye eklenirdi. 
Eskiden nişanlar evde yapılırdı. Aile ortamında birinci derece akrabalar ve kadın ve erkeğin sağdıçları olurdu. Bizde nişan yüzüğünü dini liderimiz okur. Ve çörek kırma geleneğini gerçekleştirir.

Nedir o?

Yuvarlak, büyük tereyağlı bir çörek fırınlarda ya da evde hazırlanır. Çöreğin üstüne haç motifleriyle, bademlerle süslemeler yapılır. Din adamı nişanlı çifti okurken çöreği de okur.
Sağdıçlar ve din adamı birer elini çöreğin altına koyarlar. Bu üçü birlikte büyük çöreği kırarlar. Çörek kırma adetinin anlamı şudur; din adamının okuduğu dualarla birlikte bu iki kişinin nişanını yapıldı. Rab İsa diyor ki ‘Boşanmak yok. Geri adım atamazsınız artık. O kadar zor ki bu kırdığımız çöreği birleştirmek. Bu çörek nasıl ki bir daha tüm olarak birleşemezse boşanmak da o kadar zordur’ diyor. ‘Artık kestik, Allah katında söz verdik bitti’ diyor.
Erkek tarafı kadını takılarla takdir ettiği gibi, kız tarafı da düğünden önce damada yüzük yaptırır. Bu damadı onurlandırmak için süregelen bir adettir. 
Damat yüzüğü, ‘Ben sana altın değerinde kızımı verdim ama her zaman elim, gözüm, kulağım üzerinizde olacak. Sen beni kızımı takdir ettiğin kadar ben de seni takdir ediyorum’ anlamına gelir.

Bildiğim kadarıyla küçük yaşta zanaata atılıyorsunuz. Mesleğe kaç yaşında başladınız? İlk ustanız kimdi? Nasıl bir yol izlediniz? 

Ben yedi yaşımdan beri çalışıyorum. İlkokul ikinci sınıfta Sami Balacı’nın yanında işe başladım. Mardin Kuyumcular Çarşısı'nda, şu anda benim çalışıp, işlettiğim dükkanımın karşısındaki bir dükkandaydık. Belli bir dönem orada çalıştıktan sonra dayım Suphi Çilli’nin yanına geçtim.
Daha askere gitmeden eski kuyumcularımızın, ustalarımızın Mardin'den giderken arkalarında bıraktıkları kuyumculukla ilgili el aletlerini toplamaya başladım. O eski demir parçalarını, çok merak ediyor ve nasıl kullanıldıklarını sorup, öğreniyordum. Dükkanların köşelerine atılmış eski kuyumcu kalıpları, modelleri, şablonları hepsini topladım. 
Askerden geldikten sonra elimde ciddi bir sermaye yoktu. Kardeşlerimle oturup, ‘Elimizde çok güçlü bir sermayemiz yok, en güzel sermayemiz sanatımız olsun’ dedik ve elimizdeki 22 ayar altınların tümünü 14 ayara çevirdik. Yıllar önce toplamış olduğum o eski kalıplara, eski Ermeni, Süryani, Keldani ustalarımızdan kalan kalıplara döktük. Her kalıptan çok farklı modeller çıktı. Bir baktım ki elimizde ciddi bir koleksiyon var.
Oturup not almaya başladım. Her modelin anatomisini çizdim. 90'lı yıllardan günümüze kadar çalıştığım modelleri, not olarak yazdığım, şekillerini çizdiğim bir kitap çalışmam var. Kitabım daha bitmedi, çünkü çalıştıkça, ürettikçe yeni sayfalar, yeni bilgiler ekliyorum. Ama bazen Türkiye'nin ileri gelen sanatla ilgili kitaplarında yer alıyorum.

Şu an Mardin çarşıda yaklaşık kaç Süryani ya da Ermeni kuyumcu var?

Eski Mardin çarşısında kuyumcuların yüzde  95’i Süryani veya Ermenilerden oluşurdu. Şimdi ise yaklaşık 20 dükkanız.
Her zaman söylüyorum, çocuklarımız zanaata yönelmediler biz bu şehrin son mohikanlarıyız. Bitti. Bizimle bitecek bu zanaat. Çünkü Anadolu'da zanaatkar ya da sanatkar olmak çok zor. Sanat aşamasında bizler sınırlarımızı aştık ama mevcut toplumun bizden talep ettiği aslında sanat değil. Onlar yatırım için altın bekliyor, biz ise sanat yapıyoruz.

Galiba sizin kök boyalar ve kumaşlara da ilginiz var?

Evet, anneannemin ölümünün ilk yıldönümünde, 2017’de Çankaya Çağdaş Sanatlar Galerisi’nde bir sergiye davet edildim. Galeriyi büyük kilise perdeleriyle donattım. Basmacılık ve kök boyama sanatını uygulamalı olarak gösterdim. Böylece biz iki kişi, yani ben ve dayımın oğlu Mardin Süryanilerini Ankara’da temsil etmiş olduk.

Biraz da ailenize yaptığınız anıt mezarlardan bahsedebilir miyiz?

İlkini anneme yaptım. Annem terziydi. Ailesini çok sahiplenen bir kadındı. Mezarının başında otururken dikiş diken bir kadının portresini yaptım. Gaz lambasını, güneşi, ayı ve yıldızları çizdim. Gece gündüz çalışan emektar bir kadını anlatmaya çalıştım.

Annem vefat ederken ninem hayattaydı. Mezar başına gittiğimizde seslenirdi, ‘Kızım bu dünyada çalıştığın yetmedi mi? Yine burada çalışıyorsun’ derdi. Sonra bir gün bana dönüp ‘Kızıma ne yaptıysan, bana da yapacaksın’ diye vasiyet etti.
Ninem Nasra vefat ettiğinde onu vasiyeti üstüne babasının mezarına defnettik. Babası zamanının ünlü ressam ve heykeltıraşlarından İshak Şemmasindi Akçam’dı. 1935 yılında İzmir Fuarı’nda madalyayla ödüllendirilmişti. O ve kardeşi basmacıydı ve kök boyama sanatıyla ilgilenirdi. Bir gün çocuklarına ‘Ben ölürsem ellerimi toprağın üzerinde bırakın’ diye vasiyet ediyor.
Ninem vasiyeti üzerine babasının mezarına gömülünce bir çift el yapıp mezarın üzerine yerleştirdim. Anıt, ellerin ortasına bir mum yerleştirilebilecek gibi. Bu, gecenin karanlığındaki ışığın bir sanatkarın elinde aydınlanacağını temsil ediyor. Gelecek sanatkarın elindeki ışıktır. 
Dayım Ganna Çilli anısına da bir mezar yaptım. Kendisi yıllarca Mardinspor’da futbol oynamıştı. Mardin takımının ilk kaptanıydı. 


Haçını çekip kapısını besmeleyle kapatan insanlar gitti ve dönmediler

Mardin’de kapı toplayıcısı olarak da biliniyorsunuz. Kapılara merakınız nedir?

Asimile olmaya doğru giden bir halkımız var. Eski Mardin’deki geleneklerimizin devamı için herkesin bir eve sahip çıkması gerektiğine inanıyorum. Geleneklerimizi kendi Mardin’deki evlerimizde birlikte yaşatmamız lazım.
Eski Mardin’de Diyarbakır kapısında aile mirası olarak dayımlara kalan tarihi bir evimiz var. O eve eski Mardin’in etnografik eşyalarını topluyorum.
Halkın kullanmayı bıraktığı eski kapıları, ahşapları ve kanepeleri topluyorum.
Bir eşyayı çözebilmem için o eşyanın mitolojik hikayesini çözmem lazım. En son Mardin’de Kadir İnanır’ın oynadığı ‘Kapı’ filmi çekildiğinde yönetmenlere kapının mitolojisini anlattım. Dedim ki ‘Bizim insanlarımız 1915 yılında evlerinden mahkemeye gidecekler diye ayrıldılar. Yollara çıkmadan önce yanlarına üç şey aldılar. Belki yolda yemek yerler diye bir kaşık, belki susarlar diye bir tas ve belki dönerler diye kapattıkları kapının anahtarları. Kimse dönmedi’ dedim.
Bugün Mardin’de ve yakın bölgelerde yapılan kazıların bazılarında anahtarlar bulunuyor. Mesela iki, üç yıl evvel Zerzavan Kalesinde bulunan anahtarları Mitra’ya kadar bağladılar. Ben arkeolog bir arkadaşı arayıp ‘Siz Zerzavan Kalesi’nden geçen kervanların akıbetini hiç mi duymadınız mı? O anahtarların yerleri Mardin’de’ dedim.
Benim insanlarım dönmediler ve anahtarları orada kaldı. Kimbilir bir gün bazı gençler anahtarlarıyla gelip kapılarını arayacaklar...
Ben kapıları ve kapı tokmaklarını anlıyorum. Onlarla söyleşiyor ve onlara ‘Anlatın başınıza geleni, nelere şahit oldunuz?’ diyorum. Keşke dilleri olsaydı ve konuşsalardı.
Mardin’in en büyük kapı toplayıcısıyım. Geçmişin izinden giderken bazen ailemi ihmal ettim. Kapılara bakıp sahiplerinin anlatamadıklarını anlamaya çalıştım. Çünkü haçını çekip, kapısını besmeleyle kapatan insanlar gitti ve dönmediler. 

Kategoriler

Toplum



Yazar Hakkında