Bana göre bugün insanlığın İsrail’in yaptığı soykırımı durdurmaktan daha önemli, daha acil ikinci bir işi, görevi, sorumluluğu yok. Biz böyle söyleyeduralım, bu tekne ve içindekilerle ilgili İslamcı cenahın en azından bir kısmının zihniyetini yansıtan bazı, en hafif tabiriyle utanılası yorumlar oldu. Bu kişiler, Gazze halkının içinde bulunduğu ıstırabı azıcık içlerinde hissetseler bu bağlamda onlara yardım için girişimde bulunmuş kişilerin kıyafetlerini ağızlarına almaya, konu etmeye hayâ ederler, utanırlar.
İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırım devam ediyor ve onun suçuna destek ve ortak olanlar bir yana insanlığın geri kalanı da utanç verici bir çaresizlik ve atıllık içinde seyrediyor. Hele gücü elinde bulunduran devletler… Tam bir rezillik, müptezellik içindeler. Ancak bir avuç insan, bir avuç vicdan ve cesaret sahibi aktivist bir şeyler yapmaya çalışıyor. Bunun bir örneği olarak çeşitli ülkelerden on iki aktivist sembolik miktarda da olsa Gazze'ye yardım malzemesi ulaştırmak için 1 Haziran'da Madleen isimli bir tekneyle Sicilya’dan yola çıkmıştı. İsrail devleti, alışkanlığı olduğu üzere uluslararası hukuk normlarını çiğneyerek bu tekneyi hakkı olmayan sularda durdurdu ve içindekileri alıkoydu. Bu yazı yazılırken bir kısmını sınır dışı etmişti.
Bana göre bugün insanlığın İsrail’in yaptığı soykırımı durdurmaktan daha önemli, daha acil ikinci bir işi, görevi, sorumluluğu yok. Her şey bundan sonra geliyor. Yukarıdaki gibi girişimlerin etkinliği, faydası, İsrail’i girdiği yoldan geri döndürmeye yetip yetmeyeceği tartışılabilir. Fakat tartışılmayacak bir şey varsa o da bu girişimde bulunanların saygıdeğer bir iş yaptığıdır. Hepimizin konuşmakla yetindiği bir yerde onlar eyleme geçmiştir. Kendi adımıza sorgulamamız gereken şey bu teknelerin sayısının neden beş, on, elli, yüz olmadığıdır ve tabii bizim de neden o teknelerden birinde olmadığımızdır.
Biz böyle söyleyeduralım, bir de bu tekne ve içindekilerle ilgili İslamcı cenahın en azından bir kısmının zihniyetini yansıtan bazı, en hafif tabiriyle utanılası yorumlar oldu. İsmini burada vermeyeceğim -isteyen benim sosyal medya hesabımdan bakabilir- biri şöyle dedi: “Madleen inşallah kapsamlı bir uyanışa vesile olur lakin botta şortlarıyla boy boy poz veren gayrimüslimleri tutup da ümmet ile kıyaslama hatasına düşmek Müslüman izzetine yakışmaz. Elmayla armudu birbirine karıştırmayalım.” Aynı kişi aynı bağlamda şunu da demiş: “Bir tek müminin, geriye kalan milyarlarca kâfirden, ne yaparlarsa yapsınlar, daha değerli olduğunu bıkmadan usanmadan anlatacağız inşallah.” Başka biri de gene şorta takmış: “Tamam, gemi zulme karşı yürüdü de.. Şortlu kızı paylaşmak ve bayraklaştırmak zorunda mısınız?!” Özellikle birinci kişinin paylaşımlarındaki kibir ve küstahlık çok açık biçimde kendini belli ediyor.
Bu kişiler, Gazze halkının içinde bulunduğu ıstırabı azıcık içlerinde hissetseler bu bağlamda onlara yardım için girişimde bulunmuş kişilerin kıyafetlerini ağızlarına almaya, konu etmeye hayâ ederler, utanırlar. Fakat bu gibilerinin Filistin ve Gazze’den öte asıl derdi kendi dünya görüşlerinin, kendi ideolojilerinin, kendi İslamcılık davalarının sadece en doğru değil aynı zamanda tek ve kusursuz bir doğru olduğunu ispatlamak olduğu için onun hırsıyla utanmaya dair muvazenelerini de yitirmişler. Yoksa çıkıp böyle bir durumda dahi kendi dininin propagandasını üstelik son derece asil bir işe girişmişlere ve gene üstelik kıyafetleri üzerinden çamur atarak yapmaya kalkmazlardı.
Bugün Gazze’nin ve Filistinlilerin en büyük şanssızlıklarından biri (“şans” derken, bu söyleyeceğimin bir tesadüf olduğunu kastetmiyorum; bilakis, tarihi birtakım gelişmelerin ve müdahalelerin sonucu) davalarının ve hak mücadelelerinin bayraktarlığının İslamcılara kalmış olması. Hal böyle olunca, o davayı ve hak arayışını insan hak ve özgürlükleri gibi birtakım evrensel ilkeler üzerine bina etmek zorlaşıyor ve İslamcılığın yukarıda örneğini verdiğimiz türden defoları da kaçınılmaz biçimde geliyor Filistin davasına yapışıyor. Dava, Filistinlilerin üzerindeki baskıyı, zulmü ortadan kaldırma mücadelesi olmaktan bir din olarak İslam’ı, bir ideoloji olarak da İslamcılık’ı yüceltme kavgasına dönüşüyor. Birçok insan da İslamcılığın o saldırgan, dayatmacı, tehditkâr tarafı yüzünden, onlarla bir arada görünme endişesinden dolayı mazlum Filistinlilerin hakkını korumak için sesini yükseltmeye korkuyor.
Ama bu durum değişiyor; bir buçuk senedir sergilenen, insanlığın, hukukun, insafın, vicdanın bütün kırmızı çizgilerini aşan, ölçü ve izana dair hiçbir kaygı göstermeyen İsrail vahşeti karşısında her gün daha fazla sayıda insan bu endişeyi, korkuyu aşıyor ve haykırıyor. Hem Siyonistleri hem de İslamcıları korkutan tam da bu. Filistin davası üzerindeki İslamcılık egemenliğinin kırılmasını İslamcılar istemediği gibi Siyonistler de istemiyor. İslamcılar meselenin sahipliği, dolayısıyla propaganda araçlarından biri ellerinden gidiyor diye korkarken Siyonistler de meselenin sahipliğinin daha geniş bir toplumsal kesime yayılmasıyla muhataplarını şeytanlaştırmanın, antisemit yaftası altında toplamanın, dolayısıyla Filistin davasını geri bıraktırmanın zorlaşacağından endişe duyuyorlar ki bu korkularında haklılar.
Bu açıdan bakınca Siyonizm ve İslamcılık, aslında ruh ikizleri veya düşman kardeşler. Yukarıda zikrettiğim korkuda ortaklaşmanın ötesinde ikisi de bir grubun üstünlüğü üzerine temellenmiş, belli bir grubu diğerlerinden ayırıp hiyerarşide en üste yerleştiriyorlar (Ne diyordu yukarıda örnek verdiğimiz İslamcı? “Tek bir mümin ne olursa olsun bütün kâfirlerden üstündür”. Siyonist de sadece Yahudi olmaktan dolayı kendinin o topraklarda herkesten çok hakkı olduğunu iddia ediyor). Üstünlükçü ideolojilerin de hamuru nihayetinde aynıdır.