Âni bir şekilde hayatını kaybeden Sayat Nova Korosu’nun şefi, Yeşilköy Ermeni Okulu Müdürü, müzisyen Melikcan Zaman’ın yasını hâlâ tutuyoruz. Zaman’ın, Sayat Nova Korosu’ndan çocukluk arkadaşı Aren Selvioğlu, koro adına bir yazı kaleme aldı.
Melikcan artık yok. Önce bunu yazmak, hatırlatmak gerekiyor sanırım. Çünkü mesela cenazede adı her geçtiğinde ya da gün içinde konusu her açıldığında ya da zaten durduk yerde aklına geldiğinde, yokluğuna inanası gelmiyor insanın.
Şimdi de ardından bir yazı yazmak gerekiyor. Peki bu yazı, Sayat Nova Korosu adına mı yazılacak, yoksa bir arkadaşın ardından mı yazılacak? Ya da asıl soru, bu ikisini birbirinden ayırabilir miyiz?
Sayat Nova Korosu’nu tanıyanlar, bilenler doğrulayacaktır. Biz bir korodan çok, kalabalık nüfuslu bir köy gibiyiz. Evet şarkı söyleriz ama aynı zamanda birlikte vakit geçirir, birlikte gezer, birlikte yer-içeriz. Bizler provalara gelip giden birer korist değil, şarkı söyleyebileniyle-söyleyemeyeniyle, çocuğuyla-genciyle-yaşlısıyla birbirimize bir şekilde bağlı köylüleriz. Ve Melikcan bu köyde doğdu. Evet Takuhi Tantig’in ve Levon Dayday’ın oğluydu, ama tıpkı abisi Sayat gibi, tıpkı diğer çocuklar gibi, Sayat Nova’nın çocuğuydu. Ve o meşhur sözdeki gibi, o köyle birlikte büyüdü Melikcan.
Konservatuara başladığında, çocuk korosunda kaşlarını çatarak ‘Ghapama’yı söylediğinde, henüz keman çalmayı bilmediğinde, artık kemanını konuşturabildiğinde, çocuk korosuyla sahnede şarkı söylemeye başladığında, Kevork Akhparig ona çocuk korosu şefliğini emanet ettiğinde, henüz saçları varken, dilindeki çatlağı her seferinde pis pis gülerek gösterdiğinde, askerden çürük aldığında, cumartesi günleri ORKO’nun önünde buluşup sinemaya gittiğimizde, Getronagan Lisesinden Yetişenler Derneği’nin tuşu bozuk piyanosunda yine o hin gülüşüyle uydurduğu melodiyi çaldığında, konserlerde Takuhi Tantig’in diktiği o siyah ceketini her giydiğinde, o kalın sesiyle bilmiş bilmiş konuştuğunda, artık üzerimize yapışan ‘Yerevan Yerepuni’yi ilk söylediğimizde, 2008’de Ermenistan’da bir yandan şarkı söyleyip bir yandan ağlarken, Babacanyan’ın ‘Kani Vur Can im’ini çaldığında, -bu liste uzar gider- hep birlikteydik.
Bir daha Melikcan olmadan şarkı söyleyebilir miyiz?
Şimdi bizler bir daha ‘Kani Vur Can im’ dinleyebilir miyiz acaba? Bir daha ‘Siretsi Yarıs Daran’ söyleyebilir miyiz? Ya da ‘Yerevan Yerepuni’... Dahası, şimdi biz bir daha Melikcan olmadan şarkı söyleyebilir miyiz? Şefimiz olmadan...
Bütün yıl boyunca provada attığı fırçaları konser öncesi 15 dakikalık konuşmasıyla silip atan, yüreğimize su serpen, yüzümüze gülümseme konduran şefimiz olmadan...
Daha 22 yaşında arkadaşlarına, kuyrig akhpariglerine, daydaylarına-tantiglerine otorite gösterebilmek gibi bir zorluğa rağmen şef olmak isteyen Melikcan olmadan...
Zaten ne demek ki Melikcan olmadan? Nasıl olmaz ki Melikcan? Yanlışlığı kesin bir bilgi gibi. Sanki yarın telefon çalacak da “Abi Badarak 10 mu, 10:30 mu?” diye soracak gibi. Bu bilgi; inanması, kabullenmesi, alışılması ve birlikte yaşaması çok zor bir bilgi.
Ama bir daha bu yazıyı neden yazdığımızı hatırlayalım. Melikcan artık yok!
Arkadaşımız, oğlumuz, organistimiz, şefimiz, canımız, ciğerimiz Melikcan, henüz 43 yaşında, koskoca bir köyü Melikcan’sız bıraktı!