Köklere Yolculuk: Anahid Nazarian’ın rüya ve gerçek arasındaki iz sürüşü

Hrant Dink Vakfı’nın düzenlediği sohbet serisinde, yapımcı Anahid Nazarian, Kayseri’ye uzanan kişisel yolculuğunu ve ailesinin hafızasında saklı kalan köyleri yeniden ziyaretini anlattı.

ILGAZ GÖKIRMAKLI- NARE DİNK

Bazı yolculuklar, yalnızca gidilen yerle değil, taşıdığı anlamla da derinleşir.  Bazı seyahatler, anı biriktirmek için değil hafıza yenilemek için yapılır.  

Anahid Nazarian’ın Kayseri’ye yaptığı seyahatler de bu türden bir yolculuktu. 

1993 yılında ilk kez Türkiye’ye, Kayseri’ye gittiğinde, çevresinden “Oraya gidilmez” gibi uyarılar duymuştu. Ama o, tüm bunları dinlemeden bir tura katıldı. İlk rotası olan İncesu'ya vardığında, kendisinden geriye kalmış hiçbir Ermeni bulamasa da bir şey hissetti: "Oraya ilk gidişimde koca bir kara deliğin içine giriyormuşum gibi geliyordu çünkü beni ne beklediğini bilmiyordum.”

Anahid Nazarian, Kayseri kökenli, ABD doğumlu bir Ermeni. “Baba” üçlemesiyle hafızalara kazınan yönetmen Francis Ford Coppola ile 40 yılı aşkın süredir birlikte çalıştı. Coppola ile olan uzun süreli işbirliğini onun hikaye editörü, senaryo süpervizörü ve son dört filminin yönetici yapımcısı olarak sürdürdü. 

Hikayeler anlatma konusunda bir usta olan Anahid Nazarian, geçen hafta bu kez kendi hikayesini, kendi cümleleriyle anlatmak için Hrant Dink Vakfı’nın konuğuydu. Ama bu kez 40 yılı aşkın kariyerine rağmen onu bu etkinlikte bambaşka bir kimliğiyle gördük: Bir hafıza yolcusu olarak.

Hrant Dink Vakfı, ‘Keşif, yeniden birleşme ve köklere yolculuk’ temalarını işleyen yeni bir sohbet dizisine başladı. Serinin ilk konukları ise Amerika Birleşik Devletleri'nden iki Ermeni kadının, Carolyn Rapkievian ve Anahid Nazarian oldu. 20 Haziran’da Anahid Nazarian’ın katılımıyla başlayan, Aylin Vartanyan’ın moderasyonunu yaptığı etkinlikte, Nazarian'ın aile tarihlerini ve atalarının izlediği rotaları kendisinden dinledik.

"Rüyadan uyanıp 'gerçek' Türkiye'yi görmek...

Nazarian, çocukken adını bile bilmediği bir köyde, dedesinin ayak izlerini sürmeye çalışan, sayılarını ve isimlerini bilmediğimiz yüzlerce insandan biri. Büyükbabası 1914’te Amerika’ya göç ettiğinde henüz Ermenice bile bilmiyordu. Anahid ise Amerika’da, %100 Amerikalı gibi yetiştirildi. "Herkesin herkes gibi olmaya çalıştığı bir dönemdi" diyerek anlatıyor o yılları.  Ancak kökler çağırdığında, susturmak kolay olmuyor. 1993 yılında ilk kez Türkiye’ye, Kayseri’ye geldi. Bununla da yetinmedi. İkinci kez 1995’te bu kez rüyasından uyanıp “gerçek” Türkiye’yi tanımak üzere yola çıktı.  

Bu kez Cücün köyüne gitti. Babaannesinin evini ararken yalnız değildi; köy halkı ve muhtarla birlikte geçmişin izini sürdüler. Oradaki Ermeni halkından insanlarla beraber evi bulması da zor olmadı, ne de olsa ‘herkes herkesi bilirdi’.  Bu kez köy halkı ve muhtarla birlikte eve gittiler, muhtar kapıyı kırarak açtı; Nazarian’a göre bu bir tür saygı ve jestti geçmişe.  

Sonraki yıllarda ailesini de götüren ve Ararat Dağı'nı iki yerden de görmenin sevincini yaşayan Nazarian, sonunda bir çemberin kapandığını hissettiğini söylüyor. Sanki orada olmadan önce, içinde bir boşluk vardı. "Ermeniler için yüz yıl bir gün öncesi gibidir," derken bu duygunun ne kadar derin olduğunu anlayabiliyorsunuz. Babaannesinin Cücün’deki komşularının ne kadar nazik ve iyi insanlar olduğunu anlattığını aktarıyor. “Bir Türkten sadece Türk olduğu için nefret edemem” diyor samimiyetle ve ekliyor: İnsanları, insan olarak sevmek lazım önce."

Yolculuğun çıkışı: Merak duygusu

Nazarian, Türkiye’ye gelmeden önce ekstra bir hazırlık yapmamış. İzleyicilerden gelen soruları da büyük bir samimiyetle yanıtladı. Belki de bu setkinlik dizisinin temelini oluşturan o soru da soruldu Anahid Nazarian’a, “Neden bu yolculuğa çıktın?” En temel duygusunun merak olduğunu şu sözlerle anlattı Nazarian:
“İnsan yaşamını değiştiren, dönüm noktası gibi. En temel duygu, meraktı. İnsan olmanın getirdiği bir şey bu da. Hükümetler, dinler, siyaset… Tüm bunlar bir yana insan, insanla iletişim kurar. Tarihi es geçemezsiniz. Bu bir gerçek. Benim büyüklerim hayatta kalmış “survivor”lardı. Bu bana çok şey öğretti. Onların yaşadığı yerleri, birlikte yaşadığı insanların köklerini görmek istedim. Neye benziyorlardı, nasıllardı merak ettim. İnsan olarak orada olmak istedim.”

Nazarian’a bir de mesleğiyle bağlantılı bir soru da geldi. Bu yolculuğu, ailesinin hikayesini film yapmak istese bu film nasıl olurdu? Nazarian, politik bir amaç gütmeden hem kendi saf duygularına hem de ailesinin duygularına yer vereceği bir atmosfer yaratmak istediğini söyledi: “Filmler kişisel olmalı. Onları film yapan bunlar yoksa hikayelerden başka bir şey olmazlardı. Ben de bunları film yapacak olsam muhtemelen herhangi bir politik mesaj içermeyen tamamen kendi gözümle veya ailemin gözüyle anlatırdım.” 



Hrant Dink Vakfı’nın düzenlediği ‘Keşif, yeniden birleşme ve köklere yolculuk’ serisi 23 Haziran (bugün) Carolyn Rapkievian’ı ağırlayacak. 
 Söyleşilerin moderatörlüğünü Aylin Vartanyan gerçekleştiriyor.

Rapkievian, kız kardeşiyle birlikte, büyükbabaları Hovaness (John) Okoomian'ın köylerine yaptığı seyahati anlatacak. Eski Harput (şimdiki Elazığ) yakınlarındaki Husenig (bugünkü Ulukent) köyünden Kayseri'ye, Germir'den (bugünkü Gesi Kuzey), Talas'tan, Rumdikin'den (bugünkü Felahiye), Sivas'tan, Tokat'tan ve İzmir'e kadar uzanan bu yolculukta Carolyn, 1915 öncesine ait aile hikayelerini, bunca kaybın yaşandığı bir dönemde yaptığı araştırma sürecini paylaşacak ve kimliğin, yıllar süren ayrılıklara rağmen bir yere nasıl kök salmaya devam ettiğini aktaracak.

 

Kategoriler

Toplum