Artsrun ve Ararat / lensler konuşabilseydi

Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos'un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı "lensler konuşabilseydi" başlıklı köşesinde, çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor.

Kimi zaman, fotoğrafını çekeceğim biriyle tanıştığımda, zihnimde oluşan portre fikrini onunla paylaşırsam, bu fikri hayata geçirebilmem için bana yardımcı olacağını hissediyorum. Böyle durumlarda genellikle, iyi bir portre elde etmek için o kişi de benimle birlikte çalışıyor. Tabii, fotoğrafta yüzünün nasıl çıkacağını değil, objektifimle kendisini nasıl tasvir edeceğimi merak eden, portre fotoğrafının kişinin özünü doğru yansıtmayabileceğini bilen insanlardan söz ediyorum.

Ve o insan sanatçıysa, bazen bu kaygıyla, fotoğrafçının da dâhil olduğu bir yaratıcılık alanı açabiliyor. Böylece, kendiliğinden, benim objektifin arkasında, onun ise objektifin önünde, işbirliği içinde çalışmamız için bir fırsat doğmuş oluyor. Ve sonuçta, çektiğim portre fotoğrafı benim kadar o kişinin de yaratımı oluyor.

2013 yılı. Agos’un eski yerinde, sabah saatleri. Bir muhabir arkadaşım, beni ofisin terasına çağırıyor – fotoğrafı çekilmesi gereken konuklar varmış. Makinemi alıp terasa çıkıyorum. Konuklar, gazetenin Ermenice bölümünün çalışanlarından Lusyen’in bana daha önce sözünü ettiği, Ermenistanlı iki ressam. Eserlerine, tarzlarına dair hiçbir şey bilmiyorum. Konuklarla biraz havadan sudan konuşuyoruz; bu iki ressamın terasta çekilecek portrelerinin, sanatçı kimliklerine dair hiçbir şey göstermeyeceğini fark ediyorum. (Agos’un eski ofisinde, portre fotoğrafları için fon olarak kullanılabilecek pek bir şey yoktu; mekân o kadar sıkışık ve dardı ki, orada çektiğim her kareye, mutlaka çirkin bir nesne ya da ayrıntı giriyordu. Tüm lambalar floresandı, ışık soluktu. Gazetedeki ilk yılımdı. O kadar çok çalışıyordum ki, arkaplan konusunda denemeler yapmaya fırsat bulamıyor, fon olarak en azından bir parça düz duvar bulabildiğim terasla yetiniyordum.)

İki konuğun nasıl resimler yaptıklarını merak ediyorum. Artsrun cep telefonunu açıp bana bazı çalışmalarını gösteriyor. Daha ilk bakışta hoşuma gidiyorlar. Gerçeküstü rüyaların ve kimi insan, kimi hayvan, hayal ürünü karakterlerin tasvir edildiği, her biri masal gibi tablolar... Anlıyorum ki, gerçeküstücü sanatçılarla karşı karşıyayım. Artsrun’a ve Ararat’a, onları doğru şekilde yansıtabilecek, sembolik bir fotoğraf çekmek istediğimi söylüyorum. Bu fikre sıcak bakıyorlar; seviniyorum. Fotoğrafın, onların gerçeküstücü yaklaşımını sezdirmesi için ellerinde tutabilecekleri veya gösterebilecekleri bir nesneye ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Aklıma, ofisteki bir odada asılı olan küçük ayna geliyor. (Resimde ve fotoğrafta ayna kullanımı bence her zaman bir düş etkisi yaratır, bu da içimde bir yerlere dokunur.) Aynayı getirip Artsrun’a veriyorum; zincir kısmından tutarak, yüzünü yansıtacağı şekilde kendine yaklaştırmasını istiyorum. Fikir hoşuna gidiyor. Ararat’tan da, yayın kurulu odasının terasa bakan camının önünde durmasını rica ediyorum. Niyetim, camın üzerinde, portresiyle iç içe geçecek yansımalar yakalamak. Ararat o an benden bir keçeli kalem istiyor; işime yarayabilecek bir fikri olduğunu söylüyor. Camın üzerine bir şeyler çizmek istediğini anlayıp heyecanlanıyorum – spontan sanat! 

Aynanın konumuna dair birkaç denemenin ardından, Artsrun’un ilginç bir portresini çekmeyi başarıyorum. Sonuçtan o da memnun oluyor. İşin yarısı sorunsuz şekilde hâllolduğu için rahatlıyorum. Ararat’a dönüyorum; camın üstüne çok ilgi çekici bir çizim yapmış bile... Buradan nasıl bir portre çıkacağını sezinleyerek heyecanlanıyorum. Sol gözünü çizimdeki büyük yuvarlağa denk getirerek durmasını ve istediğim bakışı yakalayabilmek için hafif hafif sağa-sola kaymasını rica ediyorum. Deklanşöre birkaç kez basıyorum; son basışımda, müthiş bir portre olduğunu fark ediyorum. İş birliği diye buna denir işte! 

İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz



Yazar Hakkında