"Demokratik toplum” ve “Demokratik cumhuriyet” deyince, komşu üç ülkeyi bilemem ama, benim aklımda Türkiye için tek bir çözüm var: 1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun (anayasasının), sonraki tüm anayasalardan İttihatçı zihniyet sonucu kaldırılan 11. Maddesi ve devamı . Günümüz diliyle:
Mülkiye’den yakın arkadaşım Cengiz Çandar, T24’ten önemli gazeteci Cansu Çamlıbel’e, birçok yerde de alıntılanan uzun bir mülakat verdi .
Cengiz Ortadoğu’yu, Filistin’i, Kürt meselesini iyi bilir. Yıllarca Şam’da ve Beyrut’ta yaşamış, çok kere gelip gitmiş, Abdullah Öcalan’ın 16 Mart 1993’te ilan ettiği ilk tek taraflı ateşkes üzerine CB Turgut Özal’ın özel danışmanı olarak gidip Öcalan’la yüz yüze görüşmüştür.
***
Uluslararası ilişkiler mezunu bir uzman olarak Cengiz’in bu mülakatta önemli gözlem ve yorumları var.
Ör. ABD’nin Başkan Bush döneminde İslam dünyasına demokrasi ihracı anlamında sözü edilip de çoktan unutulan ve şu anda ülkemizde komplo teorisyenleri tarafından hâlâ yürürlükte olduğu ve bu bağlamda Türkiye’nin de hedef alınabileceği savunulan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) diye bişeyin olmadığı. Demokrasiyle uzaktan yakından ilişkisi bulunmayan Trump’ın Ortadoğu’yu sadece ticaret ve yatırım alanı olarak görmek istediği.
Ör. “Terörsüz Türkiye”nin, Kürt kartının İsrail tarafından kullanılabileceğini düşünen D. Bahçeli ve R. T. Erdoğan’ın Türkiyeli Kürtleri sağlama alma yönündeki girişimi olduğu.
Ör. İran ile Hamas ve Hizbullah gibi devlet-dışı örgütlerin İsrail’i sürekli “ısırmaları”nın etnik temizlikçi ve yayılmacı İsrail’in işine yaradığı. Türkiye’nin ise sürekli kınamak dışında İsrail için herhangi bir tehdit oluşturmadığı, bu nedenle ve türlü realist sebeplerle İsrail’in Türkiye’ye askerî tehdit oluşturmadığı.
Ör. CB Erdoğan’ın 1 Ekim 2004’te Meclis’i açarken “vaat edilmiş topraklar”dan bahsederek tehdidin Türkiye’ye yaklaştığını söylemesinin anlamlı olmadığı. Çünkü Eski Ahit’te (Tevrat ve Zebur) sözü edilen “Nil’den Fırat’a kadar” teriminin, Türkiye’den doğan bu akarsuyun Suriye ve Irak’tan geçerek denize ulaştığı için muğlak bir ifade olduğu. Ayrıca İsrail’in dinî devlet değil, %25’i Filistinli Arap olan Siyonist bir Yahudi ulus-devleti olduğu.
Ör. Türkiye’nin hayata hâlâ konvansiyonel savaş mantığıyla baktığını ve dijital savaş çağında “yerli ve milli” hava savunma sistemleriyle korunmasının zor olduğu.
Ör. Öcalan’ın Türk sol hareketi içinden çıktığı, PKK’nın tarihteki Kürt hareketlerinin devamı olmadığı, İsrail’in tekliflerine dirsek çevirdiği. İsrail’in Ortadoğu Kürtlerini kullanıp ülkeleri bölme planına karşı “Öcalan’ın elinin güçlendirilmesi ve daha görünür bir role kavuşturulması”nın panzehir olacağı.
Bununla birlikte, Cengiz’in söylediklerinde bana tuhaf gelen 2 husus da var:
***
1) İran’da Şah Pehlevi monarşisinin yerine 1979’da kurulan şeriat rejimi için “devrim” terimini kullanması. Evet, Şah yönetimi tam bir rezillik idi, o tamam. Ama mesela, başörtüsü takma kurallarına uymadığı gerekçesiyle ahlak polisi tarafından alındığı gözaltında komaya sokulan 22 yaşındaki Mahsa Amini olayı mı “devrim”? .
Yoksa “devrim”, mesela Nisan 2016'da İran'ı ziyaret ederken tutuklanan ve daha sonra casusluk ve vatana ihanetle suçlanan İran ve İsveç vatandaşı afet tıbbı araştırmacısı Dr. Ahmad Reza Djalali gibi idam edilme sırası bekleyenler mi? .
Eğer bunlar ve bunlara benzer yüzlerce rezil olay “devrim” ise, Kemalistlerin kimi aşırılık ve hataları sayesinde R. T. Erdoğan’ın kurduğu siyasal İslamcı düzene niye “karşı-devrim” diyelim?
Yoksa biz “devrim” kavramını yanlış mı biliyoruz?
***
2) Mülakatta hiç anlamadığım bir “Benelüks” örneği var. C. Çamlıbel soruyor: “Belçika, Hollanda, Luxemburg her üçü de Flaman nüfusun çoğunlukta olduğu egemen ülkeler ama sınırları geçişken ve üçü arasında özel ekonomik anlaşmalar var. Hatta ‘Benelüks Birliği’ Avrupa Birliği’nin temelini atan şey olmuştur. Hâlâ bu tür bir modelin Kürt sorununu çözeceğine inanıyor musunuz?”
Cengiz şöyle yanıtlıyor:
“Ben o coğrafyada [Ortadoğu] Benelüks’e benzer bir ilişki tutturmaya son derece müsait bir durum olduğunu düşünegeldim. Ama itiraf edeyim ki o kitabı [Mezopotamya Ekspresi] yazdığım 2012’de ben Abdullah Öcalan'ın ‘demokratik toplum’ ve ‘demokratik cumhuriyet’ ile kast ettiği kavramların ne anlama geldiğini bilmiyordum (…) ‘Ulus-devlet’ denen yapılanmaya felsefi olarak karşı Öcalan.”
Evet, karşı. Bunu da apaçık biçimde ifade ediyor. Yani bölücülüğe kesinlikle karşı. Hatta, alerji yaratabileceği için “federasyon” gibi terimleri bile dışlıyor.
C. Çamlıbel’in “Öcalan’ın arzu ettiği ‘demokratik toplum’ modeli bir tür Orta Doğu Benelüks’ü içinde çalışabilir. Doğru mu anlıyorum?” sorusuna Cengiz şöyle cevap veriyor:
“E o yaklaşım zaten kendiliğinden bir Benelüks’ün oluşmasına götürür. Çünkü Suriye'den toprak alman, Irak'tan toprak alman, Türkiye'yi parçalaman falan gerekmiyor. Herkes mevcut sınırlar içinde olduğu gibi kalacak. Zaten bugün PKK’nın feshini ve silahlı mücadelenin sona erdiğinin ilanını getiren de bu.”
Hadi, olmaz ya, Türkiye istedi diyelim; Suriye, Irak, İran gibi yerlerin “Benelüks” çözümüne razı edilmesi nasıl olacak?
Üstelik Kürtler I. Dünya Savaşından beri bütün bu ülkelerde ayrı yaşamış. Daha önce de “Kürtlük” bilincine net sahip olmamış. Türkiye’dekilerin %75’i Sünni, %25’i Alevi. Bu halk dört ülkede 4 ayrı diyalekt konuşuyor: Kurmançi (8-10 milyon kişi), Kırmançi (Zazaki) (1,5-2 milyon), Sorani (6-7 milyon), Gorani.
***
“Demokratik toplum” ve “Demokratik cumhuriyet” deyince, komşu üç ülkeyi bilemem ama, benim aklımda Türkiye için tek bir çözüm var: 1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun (anayasasının), sonraki tüm anayasalardan İttihatçı zihniyet sonucu kaldırılan 11. Maddesi ve devamı . Günümüz diliyle:
Md. 11 – “Vilayet, yerel işlerde manevi kimliğe ve özerkliğe sahiptir. İç ve dış politika; şeriata, adliyeye ve askeriyeye ilişkin konular; uluslararası ekonomik ilişkiler; hükümetin genel önerileri; birden fazla vilayetin çıkarlarını ilgilendiren işler müstesna olmak üzere, Büyük Millet Meclisi tarafından çıkarılacak kanunlar uyarınca Vakıflar, Medreseler, Eğitim, Sağlık, İktisat, Ziraat, Bayındırlık ve Sosyal Yardım işlerinin düzenlenme ve yönetimi vilayet şuralarının yetkisi dahilindedir.”
İzleyen iki madde bu demokratik hükme açıklık getiriyor:
Md. 12 – “Vilâyet Şûraları, vilâyetler halkınca seçilen üyelerden oluşur. Vilâyet Şûralarının toplanma devresi iki yıldır. Toplantı süresi yılda iki aydır.”
Md. 14 – “Vilâyette Büyük Millet Meclisi’nin vekili ve temsilcisi olmak üzere vali bulunur. Vali, Büyük Millet Meclisi Hükûmeti tarafından atanır, görevi devletin genel ve ortak görevlerini yürütmektir. Vali, yalnız devletin genel görevleri ile yerel görevler arasında uyuşmazlık olursa müdahale eder.”
***
Kürt olarak varlıkları dahi bir asırdır inkar edilen, resmî dilden de önemlisi ticaret dilinin kesinlikle Türkçe olduğu bir ülkede anadillerini konuşmaları bile içeri atılmaya yeterli sayılan Türkiyeli Kürtlerin böyle bir ademi merkeziyetçi rahatlık karşısında ayrılmak isteyeceğini düşünebiliyor musunuz? İsrail gibilerin önerilerine metelik vereceklerini düşünebiliyor musunuz?
Türkiye’de Kürt meselesi diye bişey kalacağını düşünebiliyor musunuz? “İç Cephe” denilen barış ortamının bunsuz inşa edilebileceğini düşünebiliyor musunuz?
***
Diyorsanız ki Türk devletinin böyle bir kalıcı çözüme niyeti yoktur, özellikle de şu sıralarda “Demokratik Cumhuriyet”in yanından bile geçmemektedir, diyeceğim yok.
Ama özellikle bu ortamda Kürtleri ne ikinci defa suya götürüp susuz getirebilirsiniz, ne de bir asırdır uyguladığınız İttihatçı merkeziyetçilikle ülkeyi bir arada tutabilirsiniz.
Tek önemli olan, 1921 Md.11’e bakmak ve 2025’te ne yapmaktan kaçınmamız gerektiğini anlamak.