Ermenistan'da kilise ve hükümet çatışmasında olan demokrasiye oldu

Hükümet ve Kilise arasındaki devem eden amansız kavga, toplumun güvenini zedeleme ve Ermenistan'ın demokratik kurumlarına zarar verme riski taşıyor.

Ermenistanlı insan hakları savunucusu ve siyaset bilimci Andranik Shirinyan'ın OC-Medya'da çıkan makalesinin tam metnini Arda Tabanlı'nın çevirisiyle yayımlıyoruz. 

Ermenistan'ın Kadife Devrim'inin ardından Başbakan Nikol Paşinyan'ın önderliğinde kurulan yeni hükümet ile Ermeni Apostolik Kilisesi'nin arasının sorunsuz olmayacağı baştan belliydi. Devrim sonrası gelen hükümetin geçmiş hükümetle bu denli iç içe olmuş ve büyük ölçüde yolsuzluklarına da göz yummuş olan bir makama tolerans göstermesi, pek de mümkün gözükmüyordu. Katolikos II. Karekin de dahil olmak üzere pek çok üst düzey din adamının eski hükümetle geçmişe dayanan bir yakınlıkları vardı. Ayrıca eski hükümetin görev süresince adaletsizliklere sessiz kaldıkları gibi politik yakınlıklarından da yararlanmışlardı.
O zamandan bu yana Devlet-Kilise ilişkileri, kolayca tahmin edilebilir döngülerden geçmiş, bazen soğuk olmuş, bazen kızışmıştı. Ancak şu an şahitlik ettiğimiz olaylar çok daha ciddi: Başbakan ve eşinin Katolikos ve diğer din adamlarına yönelik yaptıkları bekaret yeminini bozma ve pedofili imalarından sonra bu artık çok daha kaba, kişisel, istikrarsızlaştırıcı ve gözler önüne serilmiş bir kavga. Ve bu büyüyen kavganın içinde olan zaten kırılgan olan Ermenistan demokrasisine oluyor.

Sağlıklı bir demokraside hiçbir mercii, kilise olsun, ordu olsun, sivil toplum olsun, eleştiriden muaf değildir. Kamu denetimi ve topluma açık tartışma, kurumların gelişimi ve halkın güveni için hayati öneme sahiptir. Ancak Başbakan Paşinyan’ın din adamlarına karşı kullandığı saldırgan ve uygunsuz dil, reform sürecine hizmet etmiyor, sadece kutuplaşmayı derinleştiriyor.  Çoğu vatandaş bu söylemin yapıcı bir değişime nasıl katkı sağladığını görmekte zorlanıyor. Paşinyan’ın üslubu, eşi Anna Hakobyan ve siyasi müttefikleri tarafından da tekrar edilerek kamu söyleminin seviyesini daha da düşürmüştür.
Bir noktadan sonra bu durum, siyasi eleştirinin ötesine geçerek, Kilise’yi küçük düşürmeye ve gayrimeşru göstermeye yönelik kişisel bir kampanyaya dönüştü. Oysa Kilise, birçok Ermeni için ulusal kimliğin temel unsurlarından biri olmaya devam ediyor. Bu nedenle yaşananlar, beklenildiği gibi, ciddi bir tepkiye yol açtı. Katolikos II. Karekin’in bir “geçmiş soruşturmasından” geçip geçemeyeceğinden bağımsız olarak, birçok Ermeni onu hâlâ Kilise’nin yüzü olarak görüyor ve ona yönelik bir saldırı, doğrudan Kilise’ye yapılmış bir saldırı olarak algılanıyor. Zaten derin yaralar taşıyan ve birliğe ihtiyaç duyan bir toplumda bu yaklaşım yalnızca gereksiz değil, aynı zamanda siyasi açıdan da yıkıcı olacaktır.

Kürsüden podyuma

Bazıları, hükümetin kilise gibi tarihsel saygınlığa sahip bir kurumu zayıflatmaya çalışmasının kendi kontrolünü pekiştirmeyi amaçladığını öne sürüyor. Ancak söylenmesi gereken iki şey var. İlk olarak, kilise sembolik gücünü korusa da Katolikos II. Karekin büyük ölçüde gözden düşen eski hükümetle yakınlığından dolayı ve din adamlarının yozlaşmış ve yolsuzluk skandallarına karışmış olduklarına dair ardı arkası kesilmeyen ithamlar yüzünden herkesin sevdiği bir figür değil. İkinci olarak, kilisenin 2018'de Ermenistan halkınca gönderilen rejime gösterdiği aleni politik yakınlık göz önünde bulundurulunca kilisenin bağımsız bir kurum olarak görülmesi pek de mümkün değil.

Devrimden ve özellikle 2020'deki Dağlık Karabağ savaşından beri, kilise kesinlikle tarafsız bir aktör olmadı. Geçmiş hükümetle epeydir devam eden müttefikliği manevi güvenirliğini zedeledi. Eski otoriter yönetimin altında, çoğu zaman yolsuzluğa, toplumsal eşitsizliğe ve insan hakları ihlallerine göz yumdu. Bazı durumlarda bu olayları meşrulaştırdığı bile oldu. Yani kilise, manevi mirasını kullanmak yerine gitgide politikleşti.

2019'da devlet-kilise ilişkilerine dair bir çalışma grubu kuruldu, ancak bu grup büyük ölçüde Dağlık Karabağ savaşına bağlı olarak işlevini yitirdi. 2020'deki savaşın ardından Kilise, kamusal alanda daha fazla rol üstlenmeye başladı. 2023'te Piskopos Bagrat Galstanyan politik aktivizm ve ruhani önderlik arasındaki çizgiyi bulanıklaştıracak bir şekilde "Vatan için Tavuş" hareketiyle önemli bir muhalif figür olarak öne çıktı.  Katolikos’un bizzat siyasi liderlere kürsüler ve dualarla destek sunması ise Kilise’nin partizan duruşunu daha da pekiştirdi.
Bu tavrıyla Kilise, ulusal yaşamda birleştirici bir güç olma iddiasını zayıflattı. Siyasi mücadelede taraf olarak yer alması, toplumu birleştirmek yerine kutuplaşmaya katkıda bulundu.

Zorluklar altında laik bir devlet

Ermenistan, resmi dini olmayan laik bir devlet. Anayasa, Ermeni Apostolik Kilisesi'nin tarihi önemini tanıyor olmasının yanında din ve devlet işlerinin ayrılması prensibinin de altını çiziyor. Bu durum karşılıklı saygı ve kurumların yetkilerinin sınırları için bir temel oluşturmalı. Kilise kamusal tartışmalarda yer alabilse de herhangi bir politik gruptan yana olmamalı, özellikle de demokrasi ve insan haklarına saygı göstermemiş olan partilerden.
Şu an anayasada belirtilen bu denge iki tarafça da zedeleniyor. Hükümet, saldırgan söylemleriyle kurumlar arası etkileşimin itibarını koruyamadı. Kilise de doğrudan muhalefetten taraf alarak politik bir kavganın içine girerek, dini bir kurumdan beklenen tarafsızlığı bir kenara bıraktı.

2007'de kabul edilen Devlet-Kilise ilişkilerini düzenleyen yasal çerçeve, güncelliğini yitirdi. İki kurumun saygılı ve şeffaf bir diyalogla yürüteceği bir işbirliğine dayanarak revize edilmesi, gözden geçirilmesi şart. Açık yasal sınırlar olmadan kurumlar siyasi güç kavgalarına girebiliyor ve bundan ilk etkilenen de demokratik değerler oluyor.
Böyle savaşların kazananı olmaz, olan toplumsal yaşama olur. Toplumun üyeleri bu manzaraya karşı hayal kırıklığına uğrarlar. Din adamlarıyla dalga geçen devlet yetkilileri ve sokaklarda yürüyüşler yapan din adamları gördüklerinde, aslında bunu popülizm değil, demokrasinin bir başarısızlığı, kendilerine hizmet etmesi gereken kurumların sadece kendilerine çalıştıklarının bir göstergesi olarak görürler.

Ermenistan, devrimden beri birden fazla özgür ve adil seçime sahne oldu ama bu tek başına yeterli değil. Demokrasi aynı zamanda kurumlara duyulan güveni gerektirir, devlet nezaketini gerektirir, karşılıklı özdenetimi gerektirir. Diğer kurumlara saygı göstermek hükümetin yükümlülüğüdür, aynı şekilde kilise de siyasi bir fraksiyon olarak değil kamuya hizmet eden bir kurum olarak hareket etme yükümlülüğündedir. Bunlar olmadan demokrasi kültürü yaşayamaz.

Bu çatışma hukukun üstünlüğü çerçevesinden çözülmelidir. Ermenistan’ın Kilise-devlet ilişkilerine dair kurumların rollerini net bir şekilde tanımlayan, bağımsızlıklarını güvence altına alan ve yapıcı diyaloğu mümkün kılan modernize edilmiş bir yasal çerçeveye ihtiyacı var. Kilisenin katılımıyla parlamento tarafından oluşturulacak bir komisyon bir başlangıç noktası olabilir.  Ne sokaklarda ne de sosyal medyada kazanılan zaferler, toplumsal nezaketi ve anayasal düzeni yeniden inşa eder.

Demokrasi nadiren tek bir önemli olayla ya da anla çöker. Çoğu örnekte saygısızlık, kutuplaşma ve kurumsal çürümeyle zamanla aşınır. Bu kriz Ermenistan'ın demokratik olgunluğunun bir sınavıdır. Eğer kilise ve devlet kışkırtıcı tutumlarına devam ederse, en büyük zarar demokrasinin en önemli temeli olan toplumsal yaşamın ta kendisi olur.

Kategoriler

Diaspora / Ermenistan