FETHİYE ÇETİN

Fethiye Çetin

GELECEĞE BAKMAK

“O anda dedemin iki kez kaybedildiğini düşündüm”

Anayasa Mahkemesi’nin ihlâl kararına rağmen 2018’den bu yana Cumartesi Anneleri/İnsanları’na kapalı olan Galatasaray Meydanı, Emine Ocak’ın cenaze töreni için açılmıştı ve tam da onun mücadeleci, direngen kişiliğine yakışır bir buluşmaydı bu tören. Cumartesi Anneleri/İnsanları mücadelelerinin içinden bizi, geçtiğimiz yüzyıla bambaşka bir gözle bakmaya davet etti. 24 Nisan’ı Ermeni Soykırımı’nın başlangıcı olmanın yanında bu coğrafyanın ilk toplu ve sistematik zorla kaybettirme günü olarak anmaya başladılar.

Tarihimizin (belki de dünyanın) en uzun soluklu en dirayetli sivil eyleminin, hakikat ve hafıza mücadelesinin simge ismi, Galatasaray Meydanı’nın bilge çınarı Emine Ocak’ı geçen hafta kaybettik.

Anayasa Mahkemesi’nin ihlâl kararına rağmen 2018’den bu yana Cumartesi Anneleri/İnsanları’na kapalı olan Galatasaray Meydanı, Emine Ocak’ın cenaze töreni için açılmıştı ve tam da onun mücadeleci, direngen kişiliğine yakışır bir buluşmaydı bu tören.

Meydanın kapatılmasının ardından söylediği “Biz vazgeçersek bu ülke kaybedenlerin cenneti olmaya devam edecek” sözünden ilhamla tabutuna “Vazgeçmedin - Vazgeçmeyeceğiz” pankartı asılmıştı.

27 Mayıs 1995'ten bu yana her cumartesi, zorla kaybedilen evlatları, eşleri, yakınları için adalet talep eden, onca baskıya, yasağa rağmen direnen Cumartesi Anneleri/İnsanları, devlet şiddetini görünür kılmakla, o meydanı bir dayanışma alanına dönüştürmekle kalmadı, parçası olan, tanığı olan herkesi de dönüştürdü.

Cenaze töreninde “Bütün evlatları” adına ilk sözü alan Sebla Arcan, “Yalnızca Hasan'ın annesi olarak geldiği Galatasaray'da, adaletsizliğe boyun eğmeyen, resmi tarihe meydan okuyan bir kahramana; herkesin Emine Annesi'ne dönüştü. Emine Anne bu ülkenin vicdanıydı. Kaybedilenlerin, susturulmak istenenlerin, yok sayılanların sesiydi” diyerek bu dönüşüme dikkat çekti.

Kızı Maside Ocak’ın konuşması, yıllar içinde bu mücadelenin pek çok hak ve adalet arayışıyla buluşmasının duygu dolu ama aynı zamanda yol gösterici, güçlendirici ifadesiydi.

Oğlu Hüseyin Ocak, “Emine Ocak acının tam ortasına doğdu” diyerek başladığı konuşmasında; “Daha bebekken, ölüm onu kuşatmıştı. Tam 37’de Dersim’de hareketin başladığı, kırımların olduğu bir coğrafyada bir toprakta dünyaya geldi. Ormana sığınan kabile, ikiz olan bu çocuklar için ‘Bu çocukları boğalım ağlarlarsa bizi de bulacaklar. Bizim kurtulmamız için bu iki çocuğun ölmesi gerekiyor’ dediler. Annesi, Baba Dursun’un kızı Fatma, aldı o iki bebeği dedi ki ‘Ben başka bir yerde durayım. Eğer ağlarlarsa bizi öldürsünler, siz kurtulun’ dedi. O günden itibaren ölüm annemin peşini hiç bırakmadı. 70’lerde Elazığ’da defalarca çocuklarının yolunu gözledi. 12 Eylül’ü sırtlarken işkencecilerin kapısına dayandı ve bu meydanda 30 yılını çürütürken her toprakta her taşta onun saç telleri var. Polisler defalarca ona gaz sıktı. Buradaki her karakolda onun parmak izleri var. Hiçbir zaman geri adım atmadı. Adalet istedi, hakikat istedi. Oğluyla birlikte tüm kayıpların kemiklerini, oğlunun katillerini istedi” diyerek Dersim’den 12 Eylül’e, oradan 1990’lara ve günümüze devlet şiddetinin devamlılığına, Emine Ocak’ın şiddet karşısında geri adım atmayan mücadelesine dikkat çekti.

Cumartesi Anneleri/İnsanları mücadelelerinin içinden bizi, geçtiğimiz yüzyıla bambaşka bir gözle bakmaya davet etti. 24 Nisan’ı Ermeni Soykırımı’nın başlangıcı olmanın yanında bu coğrafyanın ilk toplu ve sistematik zorla kaybettirme günü olarak anmaya başladılar.

Son yüz yılın kayıplar tarihini Ermeni Soykırımından başlatarak tarihe bakışımıza önemli bir katkı sundular, bu çabalarıyla devlet şiddetinin devamlılığını gözler önüne sermekle kalmadılar, bu şiddetle mücadelede ne yapmamız gerektiğini de gösterdiler.

Yaşatılan her acının, her adaletsizliğin, tarihsel bir meselenin parçası olduğunu göstererek üzerinde yeniden düşünmemizi sağladılar.

Arlene Avakian ataları Kastamonulu olan Amerikalı bir Ermeni. Kendisiyle 2009 yılında Hrant Dink anısına düzenlenen bir atölye çalışmasında tanışmıştım. Arlene bu atölye çalışmasından sonra Türkiye’ye tekrar geldiği 2014 yılında Cumartesi Anneleri/İnsanları eylemine katılmıştı.

2015 yılında Ermeni Soykırımı’nın yüzüncü yıl anmaları nedeniyle geldiği İstanbul’da bu defa Galatasaray meydanında toplananlara bir konuşma yaptı. Bu buluşmayı ve buluşmanın ondaki yansımalarını, Aras Yayınevinin yayınladığı “Aslan Kadının Mirası” isimli kitabında şöyle anlatacaktı:  

Ertesi yıl yüzüncü yıl anması için tekrar geldim ve Cumartesi Annelerinin eylemine bir kere daha katıldım. Eylemi düzenleyenler bir Ermeni’nin de söz almasını istediler, ben de birkaç kelam etmeye razı oldum. Kaybedilmiş Kürtler ve Ermenilerin fotoğrafları ile çevriliyken, celple orduya çağrılan ve bir daha kendisinden haber alınamayan dedemi düşündüm. Daha önce onu bir kayıp olarak tasavvur etmemiştim. Ayşe (Ayşe Gül Altınay) her zaman olduğu gibi benim için çeviri yapıyordu ve organizatörlerden birine dedem hakkında konuşmak istediğimi söyledi. Sonra bana dönüp ‘Dedenin ismini öğrenmek istiyorlardedi. O an dedemin ismini hatırlayamadım. O anda dedemin iki kez kaybedildiğini düşündüm; ilkin soykırımda, sonra da soykırımın inkârıyla… Dedem ve çifte kaybedilişi hakkında konuşurken, elimde bir Kürt’ün fotoğrafını taşıyordum. Kürtlerin, Ermenilerin ve Türklerin buradaki biraradalığının geleceğin bir tezahürü olmasını umut ettiğimi söyleyerek konuşmamı bitirdim.

Maside Ocak konuşmasında; “Annem, sen sadece bizim değil, milyonlarca insanın yüreğinde umut oldun. Sadece kendi acını değil, haksızlığa uğrayanların, kaybedilenlerin acısını da omuz”ladın. Biz senin gölgende büyüdük” dedi.

Biz de ondan çok öğrendik.

Anısı önünde saygıyla…