Ne demek istiyordu Yargıtay Başkanı ve ne talep ediyordu? Yargıtay gibi üst yargı organının başındaki isim, hukuk devletinin dayattığı ve esasen iktidarı sınırlayan hukuk anlayışını batılı hukuk diyerek dışlıyor, yürürlükte olanı yani yasaları reddediyordu. Biraz kabaca bir ifadeyle, bu batılı yasaların bizim topluma uymadığını söylüyordu. Bu yaklaşım bir anlamda yasa dışılığı teşvik etmek anlamına gelebileceği için oldukça riskli. Bir de batılı hukuk diyerek dışlanan hukukun, -bütün eksiklerine, uygulama sorunlarına rağmen- toplumla, kültürle bir uyuşmazlığı olduğundan söz etmek pek de isabetli bir tespit değil. Sorun, yasa-toplum uyuşmazlığı değil iktidar-yasa uyuşmazlığıdır zira.
Yargıtay Başkanlarının adli yıl açılışında yaptıkları konuşma önemlidir zira yargı sorunlarını dile getirir, çözüm önerileri sunarlar. 2020-2021 Adli Yıl açılışında dönemin Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca’nın konuşması ise yargı ve hukuk alanındaki sorunların temeline yaptığı vurguyla esasen yapılmak istenenlerin açık, net ve pek de alışılmadık bir ifadesiydi.
Akarca bu konuşmasında; “Yaşadığımız sorunların temelinde içinde bulunduğumuz kültür krizi yer almaktadır. Sadece yabancı hukuk metinlerini iktibas ederek başarılı bir hukuk sistemi geliştiremeyeceğimizin farkında olmalıyız” demiş ve devamında; “Ülkemizin güzide hukukçularına çağrım şudur: Bize, yargımıza, hukukumuza Batıcı, anti-Batıcı önyargılarla yaklaşmayınız; özgün, bütün milletlere ilham olacak şekilde ve insana değer veren bir hukuk anlayışı geliştirmeye çalışınız” demişti.
Bu konuşma yargı sisteminde önemli bir kırılmaya işaret etmesine rağmen kamuoyunda hak ettiği ilgiyi görmedi, yeterince tartışılmadı güncel deyimle; “yerli ve milli hukuk” çağrısı olarak nitelendirilmeyle yetinildi.
Ne demek istiyordu Yargıtay Başkanı ve ne talep ediyordu?
Yargıtay gibi üst yargı organının başındaki isim, hukuk devletinin dayattığı ve esasen iktidarı sınırlayan hukuk anlayışını batılı hukuk diyerek dışlıyor, yürürlükte olanı yani yasaları reddediyordu. Biraz kabaca bir ifadeyle, bu batılı yasaların bizim topluma uymadığını söylüyordu.
Bu yaklaşım bir anlamda yasa dışılığı teşvik etmek anlamına gelebileceği için oldukça riskli.
Bir de batılı hukuk diyerek dışlanan hukukun, -bütün eksiklerine, uygulama sorunlarına rağmen- toplumla, kültürle bir uyuşmazlığı olduğundan söz etmek pek de isabetli bir tespit değil.
Sorun, yasa-toplum uyuşmazlığı değil iktidar-yasa uyuşmazlığıdır zira. İktidarlar kendilerini yasayla bağlı hissetmek istemiyorlar. Batılı hukukun, temel ilkelerinin dayattığı sınırlamalardan duyulan rahatsızlıktır burada sorun olan.
Bu sözlerin muhatabı yargı mensuplarıydı ama onlar sustular. Aralarında rahatsızlık duyanlar olmuştur mutlaka ama koca bir yargı camiası kayıtsız kalarak bu sözleri bir bakıma onayladı.
Sonra ne mi oldu?
Aradan geçen beş yılda yargı mensupları, iktidarın karşısına aldığı “düşman” gruplar için, belirsizlikten ve korkudan gücünü alan bir hukuk alanının uygulayıcısı haline geldiler. Gerçi arada iktidarın hoşuna gitmeyen kararlar alan yargıçlar da oldu ama o yargıçlar derhal görevden alındılar, yerlerine oturtulanlar ilk iş olarak verilen kararları geri aldılar ve iktidarın istediği kararlara imza attılar.
Şimdi biraz da Akarca’nın deyimiyle, “özgün, bütün milletlere ilham olacak şekilde bir hukuk anlayışı geliştirmek için” neler yapıldığına bakalım. Liste öylesine uzun ki ben bu yazının sınırları içinde ancak bazılarına değinmekle yetineceğim.
Siyasi iktidar tarafından düşman olarak görülenlerin yargılamalarında yasa dışılık neredeyse kural haline geldi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uyulmuyor. Anayasa Mahkemesi yargıçları aleyhine suç duyurusunda bulunuluyor.
Süreler, dava şartları, kanunilik gibi temel ilkeler rafa kaldırılmış durumda.
İktidarın düşman olarak nitelediği gruplar ve bireyler hakkında yürütülen soruşturmalarda polis fezlekeleri iddianameye, iddianameler, mahkeme kararlarına dönüşüyor, deliller tartışılmıyor, soyut beyanlarla hüküm kuruluyor. Yargılama adı verilen faaliyet artık göstermelik bir süreçten ibaret.
Soyut beyanlarla, gizli tanıklarla sürdürülen bu soruşturma ve kovuşturma süreçlerinde bir de öylesine özensiz, hoyrat ve pervasız davranılıyor ki “kes-kopyala-yapıştır” kararlarında çok bariz hatalar da yapılıyor.
Mesela Ercüment Akdeniz’in yargılandığı davada, tanıkların söylemediği sözlerin iddianameye yazıldığı ortaya çıktı, gerçi daha önceleri de dosyayla ilgisi olmayan isimlerin iddianamelere, kararlara yazıldığı tartışma konusu edilmişti. Bu pratik öylesine yerleşmiş ki, ortaya çıkmasına rağmen yargı mensupları, öylesine rahatlar ki kes-kopyala-yapıştır eylemleri hız kesmiyor.
Öylesine ileri gidiliyor ki bu pervasızlıkta bir savcı, masasına süs olarak faili meçhul cinayetlerin, zorla kaybedilenlerin, cezasızlığın, yasadışılığın simgesel suç aracı beyaz Toros maketi koyuyor. Bu korkunç ve bir yargı mensubu için vahim iddiayı araştırmak, soruşturmak yerine dile getiren CHP Genel Başkanı Özgür Özel hakkında “kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret ve tehdit” suçlamaları ile soruşturma başlatılıyor, açıklamayı haber yapan gazeteci Oğuz Bakır’a ev hapsi veriliyor.
Biliyorum verdiğim bu örnekler yargının içine düşürüldüğü durum ve “güzide hukukçuların” zihniyetini göstermesi açısından çok yetersiz ama ben şimdilik bunlarla yetineyim ve çok merak ettiğim soruyu sorayım: Akarca’nın sözlerine dönersek; yukarıda özetlemeye çalıştığım tabloya bakarak, “Özgün, bütün milletlere ilham olacak şekilde bir hukuk anlayışı geliştirilmiş” diyebilir miyiz?
Özgün hukuk anlayışı ya da yerli ve milli hukuk çağrısıyla kastedilen bu muydu?
Gerçi bu uygulamalar, tahakküm sistemlerine özgü hukuk anlayışı olması bakımından özgün olmasına özgün de bütün milletlere ilham olacak şekilde bir hukuk anlayışı olması dileği ürkütücü.
Ürkütücü zira benim algılamamla bu adeta bir tür beddua.
Content launch tracker
Outlet
?
Date
Published
Kisi
agos.com.tr - TR
No
Date
No
Person
agos.com.tr - ENG
No
Date
Yes
Person
agos.com.tr - HAY
No
Date
Yes
Person
e-bulten
No
Date
No
Person
WhatsApp
No
Date
No
Person
Instagram
No
Date
No
Person
Facebook
No
Date
No
Person