Hafıza, müzik ve kadınlar: Women of Rebetiko

Bir hafıza ve müzik projesi olan “Women of Rebetiko”, rebetikonun erkek merkezli tarihini ters yüz ediyor. Göçün, acının ve aşkın ortasındaki kadın sesleri sahnede yeniden hayat buluyor; hafıza, müzik ve feminizm güçlü bir ritme dönüşerek geçmişten bugüne yankılanıyor.

Bir asır önce Anadolu’dan Yunanistan’a uzanan göç yollarında doğdu rebetiko. Acıyı, umudu ve inadı aynı ezgide taşıdı ama uzun yıllar hep erkeklerin sesiyle anıldı. Oysa bu müziğin tam kalbinde Marika Papagika, Roza Eskenazi, Stella Haskil, Sotiria Bellou gibi dimdik duran kadınlar vardı.
“Women of Rebetiko” işte bu hikâyeyi tersine çeviriyor. Kadınlar bu kez yalnızca notalarda değil; kendi yaşamları, direnişleri ve sahnedeki varlıklarıyla yeniden hayat buluyor.

Tatavla’nın çok sesli sokaklarında büyüyen Lidya Durmazgüler, rebetikoyu hem köklerine bir teşekkür hem de unutulmuş kadınlara uzatılan güçlü bir selam olarak yorumluyor. “Women of Rebetiko”yu sahnede izledik, Durmazgüler’den hem projenin hem de rebetikonun tutkulu hikâyesini dinledik.

Rebetikoyu hiç duymayanlar ya da bilmeyenler için anlatabilir misiniz?

Rebetiko, 20. yüzyılın başında Anadolu’dan Yunanistan’a göç edenlerin acılarından, umutlarından ve hayatta kalmaya dair sarsılmaz kararlılıklarından doğmuş bir müzik. Hikayesi biraz hüzünlü, biraz inatçı; sokaklara taşan, sınırları aşan isyankâr bir ruh. Tıpkı hayatın kendisi gibi. Yaşadığımız bu toprakların binlerce sesinden yalnızca biri ama içindeki duygular hepimize çok tanıdık. Göçün ve yoksulluğun sert yüzüyle, aşkın ve direnişin ince ayrıntılarını aynı anda taşıyor. Benim içinse yalnızca geçmişin değil; bugün hâlâ süren ortak hafızanın da sesi. Biraz da İstanbul’un çok sesli sokakları gibi. İçinde Ermeni var, Rum var, Türk var, Yahudi var. Rebetiko, tüm sınırların ötesinde yankılanan ortak bir dil, ortak bir vicdan gibi. Dinleyen herkes kendi hikayesinden bir parça buluyor, en büyülü yanı da bu.

Sizin ilginiz nasıl başladı, Rumca veya Yunanca biliyor musunuz?

Rebetiko ile İstanbul’un çok sesli dokusunda tanıştım. Tatavla’da doğdum, büyüdüm. Ama daha küçük yaşta, rahmetli babam sayesinde İmroz’un sesini de duydum.“Women of Rebetiko” projesini bu sınırlar içinde yeşertmek, geçmişime duyduğum teşekkürün ve minnetin bir ifadesi. 11 yaşımda Sayat Nova Çocuk Korosu’yla başlayan müzik yolculuğum, çeşitli kilise korolarında soprano partisyonları söyleyerek devam etti. Kilise korolarının çok sesli atmosferinde büyüdüm. Ermeni müziğindeki çok seslilik, geleneksel formlar ve kilise müziğinin makam bilgisi kulağımı şekillendirdi. İstanbul ve İmroz arasında yaptığımız yolculuklarla, Yunanca’ya ve Rumca şarkıların melodik yapısına merak duydum. Bu dilleri şarkı söyleyecek, parçaların anlamını kavrayacak kadar biliyorum; dili de ufak ufak şarkılardan öğreniyorum.

“Women of Rebetiko” projesi nasıl ortaya çıktı?

Bu proje, rebetikonun tarihinin hep erkeklerin hikayesi üzerinden anlatılmasına karşı sessiz ama içten bir itiraz. Çünkü bu müziğin kalbinde, Marika Papagika’dan Rita Abatzi’ye, Roza Eskenazi’den Ioanna Georgokopoulou’ya, Stella Haskil’den, Marika Ninou’dan Sotiria Bellou’ya kadar uzanan güçlü ve direnen kadın sesleri var. Bu kadınlar, göçün, acının ve dayanışmanın tam ortasında dimdik durdular; sesleriyle hem sahnede hem hayatın içinde var oldular. Kimi zaman küçük yaşta şiddete maruz kaldılar, kimi zaman da yalnızca kadın oldukları için enstrüman çalmalarına izin verilmedi. Onları bugüne taşımak, benim için bir performansın ötesinde; bir kadın olarak tarihe, hafızaya ve kendi köklerime karşı duyduğum bir sorumluluk. Bu yolculuktaki her nota bir teşekkür, bir anma ve bir direniş aslında.

Fotoğraf: Berge Arabian

Ekip nasıl bir araya geldi?

Buzukide Ali Baran Özcan ve gitarda Kerim Arafa ile yollarımız müzik aracılığıyla kesişti ama bağımız yalnızca sahnede başlamadı. Hemen hemen aynı hafızayı, aynı hikayeyi, aynı duyguyu paylaşıyoruz. Konserlerde bize perküsyonda sevgili Cem Mazlum eşlik ediyor. Sürpriz konuklarımız da oluyor ve tabii yeni sezonda yeni enstrümanlar da eklensin istiyorum. Arkadaşlarımı sadece müzisyen olarak değil, sahnede ruhunu ortaya koyan dostlar olarak görüyorum. Her birimiz kendi köklerimizden getirdiğimiz renkleri ortaya koyuyoruz; böylece ortaya tek bir ses değil, bir yaşam deneyimi ve ortak bir hafıza çıkıyor.

Projeye başlarken sizi en çok ne motive etti ve süreçte zorlandığınız anlar oldu mu?

En büyük motivasyonum, kadınların bu müzikteki yerini görünür kılmaktı. İçinde yaşadığımız toplum, hâlâ her gün kadınların sesini kısmaya çalışan hikayelerle dolu. Tarihin tekerrür ettiğini görmek insanın içini yakıyor. Elimden geldiğince, bunu en iyi ifade edebildiğim dille, müzikle anlatmak istedim. Özellikle bu kadınların hikayelerini okurken zaman zaman boğazım düğümlendi. Repertuarı hem özgün hem de derinlikli tutmaya özen gösterdik. 1920’lerden 1960’lara uzanan, tüm geleneksel müzik ve dans formlarına yer vermeye çalıştık. Ama her zorluk, hikayeye olan bağlılığımızı biraz daha güçlendirdi.

Repertuardaki sanatçıların hikayelerini paylaşmak konser atmosferini nasıl etkiliyor?

Bir şarkıyı söylerken, o sanatçının hayatını da anlattığınızda, dinleyiciyle kurduğumuz bağ bambaşka bir boyuta geçiyor. O an şarkı, yaşanmış bir hayatın yankısına dönüşüyor. İnsanlar o hikayelerde kendilerinden bir parça buluyor. Belki kendi dedelerinden, belki anneannelerinden, belki de hiç bilmedikleri ama içinde Roza Eskenazi gibi İstanbul’un çok kültürlü mahallelerinden birinde doğan bir sesin yaşadığı, geçmişin izlerini taşıyan bir İstanbul köşesinden. O an, ortak hafızanın gerçek gücünü hissediyorum.

Repertuarda sizi en çok etkileyen parça hangisi?

Rebetiko repertuarında beni derinden etkileyen pek çok parça var, seçim yapmak gerçekten zor! En çok etkilendiğim ve okurken beni en çok zorlayan yaşam ise Marika Ninou’nun hayatı oldu. Adana’dan başlayıp, annesinin karnında geçtiği Yunanistan’a uzanan; bir Ermeni ailesinin üyesi olarak yaşadığı uzun ve zorlu bir göç yolculuğu var onun hikâyesinde. Ama ilginç olan, bu hüzünlü geçmişin onun sesinde coşkuya dönüşmesi; şarkılarına güç ve hayat katması. Onun performanslarından en çok ‘I Tampakiera’yı seviyorum. Ayrıca Stella Haskil ve Sotiria Bellou’nun kendine has ses tonları ve şarkı sözleri de beni derinden etkiliyor. Repertuarımızdaki ‘Mazi Son Ksemialistika’ ve ‘Milo Mou Kai Mantarini’ parçaları ise vazgeçilmez hüzünlerimizin arasında.

Fotoğraf: Berge Arabian

Konser programınızdan ve gelecek projelerinizden bahseder misiniz?

Mart 2024’ten beri farklı mekanlarda 10’un üzerinde konser verdik, turneler yaptık. Eskişehir ve Ankara’da da sahne almaya devam etmek istiyoruz. Seyircimizden gelen güzel mesajlar bize güç veriyor. İstanbul’da da sahnelerimiz sürüyor; şu an yaz konserlerimiz devam ediyor. Yeni sezonda repertuarımıza farklı enstrümanlar ekleyerek zenginleştirmeyi planlıyoruz. Kışa doğru Güneydoğu yollarına düşmeyi hedefliyoruz. Aralık ayında Kadıköy Belediyesi’nin desteğiyle Yeldeğirmeni Sanat’ta özel bir konserimiz olacak. Bunun yanı sıra, kadın rebetiko sanatçılarının hikâyelerini derlediğimiz canlı yayınlarımız Apaçık Radyo’da başlayacak ve web sitemiz de şu an hazırlık aşamasında. En büyük amacım, bu hafızayı sadece sahnede değil; kalıcı, yaşayan bir arşivde de yaşatmak.

Bizi, etkinliklerimizi ve duyuruları @womenofrebetiko Instagram hesabından ve kendi kişisel hesabım @lydiassoundspace’ten takip edebilirsiniz. Ayrıca, Lidya Durmazgüler YouTube kanalımda da videolar paylaşıyorum; oraya da dilerseniz abone olabilirsiniz.

Kategoriler

Kültür Sanat



Yazar Hakkında