Gültekin Çizgen, Jan Devletoğlu ve Sarkis Baharoğlu’nun İstanbul’a dair fotoğrafları, “Üç Bakış Üç İstanbul” başlıklı sergide buluştu. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Emre İkizler’in küratörlüğünde hazırlanan sergi, üç usta fotoğrafçının objektifinden İstanbul’u yeniden keşfetmeye davet ediyor. Jan Devletoğlu, serginin hazırlık sürecini yazdı.
Üç Ahbap Çavuş
1965’li yılların içinde bulunduğu ve tüm dünyada esen özgürlük akımından ve savaş karşıtlığından etkilenmiş antiemperyalist bir kuşağın gençleriydik.
İstanbul’u Divan edebiyatının ve dönemin en büyük şairi Nedim’le tanıdık:
Bu şehr-i sitanbul ki bi misl ü behâdır / Bu İstanbul benzersiz ve paha biçilmez bir şehirdir
Bir sengine yek pâre acem mülkü fedadır/ Öyle ki bir taşına bütün İran mülkü feda edilir
Sonra Nazım girdi hayatımıza. Ses bantlarını, kitaplarını polis baskınlarından korumak için soba bacalarına, çatı aralarına, döşeme tahtalarının altına gizlediğimiz Nazım. Uğrunda Sanasaryan Misafirhanesi’nde falakalı günler geçirdiğimiz Nazım…
Az bilinen 'Sekiz yüz elli yedi' başlıklı şiirinde İslam’ın beklediği en şerefli gündür bu Rum Konstantiniyye’si oldu Türk İstanbul’u diyen Nazım.
Ve sonra Aşiyan’da İstanbul’u gözleri kapalı dinleyen büyük şair Orhan Veli…
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;
Kalbinin vuruşundan anlıyorum, İstanbul’u dinliyorum
Ama biz İstanbul’u, gözlerimiz açık fotoğrafladık.
Bunları düşünüyordum Beşiktaş motorunda. Yazlık sinemalarda sık sık kopan filmler gibi bölük pörçük sahneler geçiyordu gözlerimin önünden. Sesler geliyordu kulaklarıma geçmişten.
Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur/ Kâtibimin setresi uzun eteği çamur/Katip uykudan uyanmış gözleri mahmur…
Safiye Ayla’nın o muhteşem sesi…
Elim cep telefonuma gitti. New York’taki Sarkis’i aradım.
“N’aber Sarkis?”
Uykulu bir ses.
“Abi saat sabahın iki buçuğu burada.”
“Olabilir. Sen beni dinle şimdi… Var mısın İstanbul’u fotoğraflamaya?”
İstanbul adı geçince uyandı birden!
“Ne zaman geleyim abi?”
Gazetecilik hocam, değerli genel yayın müdürüm rahmetli Güneri Cıvaoğlu’ndan öğrendiğim tek kelimelik o gizemli cümleyle yanıtladım: “Dün.”
Üç gün sonra Sarkis bir bavul dolusu fotoğraf makinesiyle İstanbul’daydı. Sırada 60 yıllık arkadaşım Gültekin vardı.
“N’aber Gültekin?”
“Ooo Jan nerelerdesin yahu?”
“İstanbul’dayım. Biz Sarkis’le İstanbul’u fotoğraflamayı düşündük.”
Daha cümlemi bitirmemiştim. Bir gümbürtü koptu telefonun öteki ucunda. Bağırmaya başlamıştı Gültekin heyecanla.
“Harika bir düşünce. Eski günler gibi... Ben de katılıyorum size. ‘Üç Ahbap Çavuş’un İstanbul’u olacak bu çalışma. Söyle Sarkis’e hemen gelsin.”
“Sarkis zaten İstanbul’da”.
Önce siyah -beyaz 35mm film ve eski analog kameralarımızla çekim yapalım diye düşündük.
Gültekin hemen karşı geldi, o olgun ve yumuşak sesiyle: “Oğlum farkında mısınız? Yıl 2025. Dijital ve renkli çekeceğiz. İstersek siyah beyaz basarız” dedi.
“Üç Ahbap Çavuşlar”ın fotoğraf çalışması böyle doğdu ve üç hafta sürdü. Fotoğraf editörümüz Okan Özdemir’di. Her gün çeşitli semtlere dağıldık. İnsanlarla birlikte vakit geçirdik. Geçmişe ortak olduk, geleceği düşledik. Dünü, bugünü ve yarını yaşadık. Fotoğraflarımız her gün farklı bir İstanbul’u yansıtıyordu. Her yer dünün anılarını yaşıyordu. Bugün gibi neşe, aşk, heyecan, yaşam ve yoksulluk. Yarın gibi yepyeni, taze ve umut doluydu. Ama bizler için İstanbul her gün ufukta yeniden doğan bir güneşti.
İstanbul ve insanları üç haftalık bir fotoğraf çalışmasıyla tarif edilemeyecek kadar zengin, kitaplara ve görsel araçlara sığmayacak kadar gizemli ve anlamlıdır. Tanımak için onu sindire sindire yaşamak gerekir.
(Sergi, 10 Eylül – 2 Ekim 2025 tarihleri arasında Üsküdar Nevmekan Sahil Galeri’de ziyaret edilebilir.)