Berkin Elvan/lensler konuşabilseydi

Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos'un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı 'lensler konuşabilseydi' başlıklı köşesinde, çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor.

Etrafa bakınca, anma töreninin sona erdiğini anlıyorum. Kalabalık seyreliyor ama ailenin çevresinde o kadar çok insan var ki, yanlarına yaklaşıp başsağlığı dilemem pek mümkün görünmüyor. Yapabileceğim en iyi şeyin oradan sessizce ayrılmak olduğuna karar veriyorum. Zaten, çektiğim fotoğrafları bilgisayara aktarmak için gazeteye dönmem, onun için de epey bir yürümem gerekecek. Çıkış kapısına giderken, içgüdüsel bir şekilde, fotoğraflayabileceğim bir şey kalmış mıdır diye son bir kez dönüp arkama bakıyorum. Kapıdan geçer geçmez sokağı hatırlıyorum – on yıl önce, mezarlığa o yoldan gelmiştim. O zamanlar Feriköy Mezarlığı’nın nerede olduğunu bilmiyordum. Orada yapılacak törende fotoğraf çekmek için durabileceğim uygun bir yer bulma kaygısıyla, koşarak kalabalığı takip etmiştim. Dile kolay, on yıl... Şimdi 25 yaşında, belki âşık bir genç olacaktı. Kim bilir, belki üniversiteye gidecekti; belki bir sanatçı olacaktı, belki iş insanı, belki de günlük ekmeğinin peşinde bir işçi. Belki, belki... Bunu hiçbir zaman bilemeyecek olmak insanı kahrediyor. Berkin gitti, bir daha gelmeyecek.

Ofise dönerken, bin türlü anı zihnime doluşuyor. O uğursuz sabah ölüm haberini alışım, koştura koştura Okmeydanı Hastanesi’ne gidişim, annesinin feryatları, hastanenin girişindeki üzgün ve öfkeli kalabalık, sabahın puslu ışıkları, trafik gürültüsüne ve korna seslerine karışan ağlama sesleri, bu trajik sahneleri fotoğraflamanın hiç içimden gelmemesi... Ertesi gün – Okmeydanı’ndan Harbiye’ye kadar uzanan bir kalabalık, mezarlığa doğru yürüyen binlerce insan ve kaldırımlarda durup onları seyredenler... Abluka altında ilerleyen bir cenaze alayı, polisle çatışmalar... Yukarıda gördüğünüz kareyi o berbat gün, Berkin Elvan’ın cenaze töreninin başlangıcında çekmiştim; fotoğrafın hikâyesini de şöyle anlatmıştım:

“Nihayetinde bir karar vermem gerekiyor. Ya kitlenin büyüklüğünü ortaya koyan, pankartları ve mekânı gösteren, görüntülerin Berkin’in cenaze törenine ait olduğuna işaret edebilecek birkaç ipucu da barındıran, bilgilendirici niteliği yüksek fotoğraflar çekeceğim, ya da... Boğazım düğüm düğüm. Zihnimde İspanyolca bir şiirden dizeler dönüp duruyor. Bir babanın kızına yazdığı, umuda ve insanlığa dair bir mektup: ‘Hayat güzel, göreceksin/ her şeye rağmen/ âşık olacaksın, dostların olacak (...) Kaderin, başkalarının kaderiyle beraber/ geleceğin, senin kendi hayatın/ onurun ise herkesin onuru’ [José Agustín Goytisolo, ‘Kızım (Julia) İçin Kelimeler’]

Berkin’in, bu sözlerin Julia için olduğu kadar kendisi için de söylenmiş olduğunu hiç öğrenememiş olması içimi burkuyor. Etrafıma bakınıyorum. Daha önce de gördüğüm bir grup genç, şimdi bir halka oluşturmuş, sloganlar atıyor. Dikkatler birden üzerlerinde toplanmış. Herkesin onlara baktığını fark edince utanıyorlar. Yalnızca biri, kendine çevrilmiş onca gözden habersiz, bağırmaya devam ediyor. Yüzü göğe dönük, sıkılı yumrukları neredeyse patlayacak, acı dolu sesi gök gürlemesi gibi. Magnum Ajansı fotoğrafçılarından Marc Riboud’nun, Çin Kültür Devrimi sırasında çektiği o meşhur karedeki eylemciyi hatırlatıyor bana.

İnsanın aklını çelebilecek bir durum bu, ama ikonlaşmış bir fotoğrafı taklit eden bir kare istemiyorum. Onun ve arkadaşlarının yukarıdan nasıl göründüklerini hayal etmeye çalışıyorum. Gökyüzüne dönük gözlerini ve yüzündeki öfkeyi göstermek istiyorum, ama acıyı ve umudu da… Etrafında halka olmuş arkadaşlarının yüzlerindeki tazeliği göstermek istiyorum. Hiç öyle bir niyetleri olmadığı hâlde, nasıl o devasa kalabalığın merkezi olduklarını da göstermek istiyorum. Bir anda, kendiliğinden... 

Onları bir fotoğraf karesine sığdıramasam bile hep o hâlleriyle hatırlayacağım. Herkesle birlikte orada olmaları gerektiğini hissettikleri, onları sonsuza dek insanlığın geri kalanına bağlayacak olan bir kadere, vicdanlı bir gençlik dönemine adım attıkları, o günkü hâlleriyle… Bana, İspanya İç Savaşı’nda Franco’nun ordusuna karşı “genel insani değerler” adına savaştığını söyleyen Orwell’i hatırlatıyorlar. Fotoğraf makinemi kafamın üzerinde olabildiğince yükseğe kaldırıp, delikanlıların bulunduğu noktaya doğru eğiyorum ve deklanşöre beş kez basıyorum. Bir şekilde biliyorum ki, o beş kareden biri istediğim gibi olacak.”

İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz



Yazar Hakkında