Bunlar, farazi örnekler değil, hepsi de Yahudi Soykırımı sırasında birebir yaşanmış haller. Ama bu tür sorular için mutlaka tarihe bakmaya da gerek yok maalesef. Bugüne dair şu soruları da sorabiliriz örneğin: Nasıl on binlerce çocuk aylar hatta yıllar boyunca bombalarla parçalanır, nasıl insanlar kaldıkları çadırlarda canlı canlı yakılabilir, nasıl göz göre göre açlıktan ölüme mahkum edilebilir? Nitekim, Gazze’de İsrail’in giriştiği soykırıma karşı çıkan, muhalefet eden sağduyulu Yahudiler de bunun farkında.
20. yüzyıl ilginç bir zaman dilimi oldu. Bir yandan tarihin en korkunç savaşlarına ve soykırımlarına ve tam da bu yüzden bir yandan da savaşların soykırımların önlenmesi için insanlığın attığı en önemli adımlara tanıklık etti. Birleşmiş Milletler’in kendisinin yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 1948 tarihli Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Uluslararası Adalet Divanı, Uluslararası Ceza Mahkemesi bu adımların başlıca örneklerinden kimileri. Şimdi bunların hepsi, sadece değil ama başta Gazze sebebiyle bir sınavdan geçiyor. Bu öyle bir sınav ki başarılı olunmadığı takdirde bu tür kurumların ve yapıların sonunu getirebilir. Bu mekanizmaların olduğu dünya, savaşların ve soykırımların son bulduğu bir dünya olmadı belki ama bunların olmadığı veya işlevsizleştiği bir dünya da herkesin daha az güvenlikte olacağı, şiddetin, özellikle de yukarıdan aşağı, yani devletlerin halklara şiddetinin daha duraksız, daha fütursuzca yaşanacağı bir dünya olacaktır. Dolayısıyla, bu yapıların ve mekanizmaların korunması ve işlemesi hepimizin iyiliği içindir.
Savaş ve soykırım kavramları ve eylemleri ilgi çekicidir. (Savaşların niteliğinin tarih içindeki değişimi başlı başına bir konudur. Burada savaş derken, daha ziyade kitlesel yıkımların yaşandığı, topyekün savaş kavramının doğduğu modern savaşları kastediyorum.) Bunlar, korkunç olaylar olmasına korkunçtur, vahşettir ama insan denilen yaratığı ve onun oluşturduğu toplum denilen mevhumu anlamak için çok önemli veriler sağlayan momentlerdir. Özellikle soykırımlar söz konusu olduğunda şu soruları sormak ilginçtir: Bir soykırımı maddeten, fiilen ve psikolojik olarak mümkün kılan faktörler nelerdir? Bu kadar büyük bir kötülüğü insan insana nasıl yapabilir? Bu açıdan bakıldığında soykırımların, işin uzmanları veya ilgilileri için matematikteki çözülemeyen denklemler, ispat bekleyen teoremler benzeri “çekici” enigmatik bir tarafı vardır.
Soykırımlar, toplumsal normalin sekteye uğradığı, bağlayıcı hiçbir değerin kalmadığı, bir nevi kolektif delirium veya hezeyan hali gibidir. Normatif, yani insanın insana yapmaması gereken bir iş olması manasında insanlık dışı ama pratik olarak tam da canlılar arasında insanın ve sadece insanın yapabileceği, yaptığı bir iş olması anlamında da insanlığın bir ürünü.
Diğer soykırımlara kıyasla zamana ve mekana daha fazla yayılarak vuku bulan Yahudi Soykırımı, yani Holokost, bu gibi soruların sorulması için oldukça kritik bir bağlam sağlar. Örneğin, bir insan nasıl yüzlerce kişiyi gaz odalarında öldürtüp, fırınlarda yaktırdıktan sonra normal bir işten evine dönüyormuş gibi evine gider, çocuklarıyla güler oynar? Nasıl bir grup insan, meydanda topladığı başka bir grup insanı sopalarla döve döve öldürdükten -ki bunu yaparken çoluklu çocuklu geniş bir seyirci kitlesi de eğlence niyetine bunu seyreder- sonra sanki Pazar gezintisindeymiş gibi yürür gider? Bir insan, nasıl annesinin kucağından aldığı bebeği duvara vura vura öldürdükten sonra annesinin kucağına geri verir? Hangi ortam onun bunu yapmasına müsaade etmiştir?
Bunlar, farazi örnekler değil, hepsi de Yahudi Soykırımı sırasında birebir yaşanmış haller. (Tabii ki geçmişteki diğer soykırımlardan da benzer örnekler verilip, benzer sorular sorulabilir.) Ama bu tür sorular için mutlaka tarihe bakmaya da gerek yok maalesef. Bugüne dair şu soruları da sorabiliriz örneğin: Nasıl on binlerce çocuk aylar hatta yıllar boyunca bombalarla parçalanır, nasıl insanlar kaldıkları çadırlarda canlı canlı yakılabilir, nasıl göz göre göre açlıktan ölüme mahkum edilebilir; kendisi, ailesi açlıktan ölmesin diye bir parça yiyecek bulmaya geldiği yerde insanlar nasıl katledilebilir, nasıl bazı insanlar insani yardım malzemesi taşıyan tırların önünü keserek, taşıdıkları unun, şekerin, ilacın üzerinde tepinebilir? Nasıl katlettikleri insanları bir de sosyal medyada yaydıkları videolarla alaya alırlar? Bir önceki paragraftaki sorularla bu soruların zamanı, bağlamı farklı olsa da bunlar aynı sorulardır, aynı kökten doğarlar.
Nitekim, Gazze’de İsrail’in giriştiği soykırıma karşı çıkan, muhalefet eden sağduyulu Yahudiler de bunun farkında. Buna bir örnek olarak Amerikan medyasının önde gelen isimlerinden, kendisi de bir Yahudi olan Jon Stewart’ın, gene Yahudi kimliğinin içinden konuşan Peter Beinart’ın “Being Jewish After the Destruction of Gaza: A Reckoning" (Gazze’nin Yıkımından Sonra Yahudi Olmak: Bir Hesaplaşma”) başlıklı söyleşisini (ki bu aynı zamanda Beinart’ın kitabının da başlığı) dinlemenizi tavsiye ederim. Söyleşinin bütününü aktarmam tabii ki mümkün değil ama Beinart’ın kullandığı şu ifadeleri bu yazının muradıyla da uyumlu olduğu için tekrarlayarak yazıyı bitirebilirim: “Eğer tarihimizi hatırlamak; dünyadaki kimse umursamazken katledilen, açlıktan ölüme terk edilen, soykırıma uğratılan aile üyelerimizi, insanlarımızı onurlandırmak istiyorsak [bugün] bize düşen sorumluluk umursamaktır.”