Çatışma, geçiş dönemi adaleti gibi konularda uzman, İngiltere Derby Üniversitesi Uygulamalı Sosyal Bilimler, Politika, Uygulama ve Araştırma Merkezi öğretim görevlisi Nisan Alıcı; İmralı süreci, geçiş dönemi adaleti, Komisyon’daki dinlemeler ve muhtemel sonuçları üzerine konuştu.
İlk toplantısını 4 Ağustos’ta yapan uzun ismiyle Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nda dinlemelerin sonuna geliniyor. Komisyon, dinlemeler bitince TBMM’ye Kürt sorununda çözüm için yasa önerisinde bulunacak. Ancak komisyonun ne sunacağı ve çözüm sürecine nasıl hizmet edeceği ve şimdiye kadar yapılanların yeterli olup olmadığı tartışma konusu. Doktora araştırmasının üzerine sahada yaptığı araştırma ve incelemeleri de ekleyerek yeni yayınladığı “Geçiş Dönemi Adaleti ve Kürt Meselesi Tabandan Yaklaşımı” kitabının yazarı, akademisyen Dr. Nisan Alıcı, Agos’a anlattı.
Kitabınızı süreç başlamadan bitirdiniz, neye odaklanmıştınız?
Saha çalışmamı 2018-2020 arasında yaptım. Doktor araştırmamı da 2018'den 2022'ye kadar sürdü, kitap 1-2 ay önce, çözüm sürecinin başladığında yayınlandı ve denk düştü. Kitapta çalıştığım geçiş dönemi adaleti, genellikle bir çatışma bittikten sonra, hatta bir barış anlaşması imzalandığı durumda uygulanıyor. Ben şu soruların peşine düştüm: Türkiye özelinde acaba böyle bir süreç yokken de geçiş dönemi adaleti uygulanabilir mi, bunun aktörleri kim olur ve koşulları var mı? Özellikle de mağdurlar, hayatta kalanlar, çatışmadan en çok etkilenenlerle görüştük. Örneğin kayıp yakınları gibi ve bu alanda mücadele edenlerin perspektifinden baktım konuya. Kitabın hayatta kalanlar, çatışmadan en çok etkilenenler ve mağdur merkezli bir perspektifi var. Ayrıca Türkiye özelinde sadece çatışmanın devam etmesi değil, aynı zamanda çok baskıcı bir rejimin yarattığı politik bağlam içinde ele aldım.
Peki neler yaşanıyordu sahada?
Görüştüğüm kişilerin çoğu tam da o 2013-2015 çözüm ya da barış sürecinde çok aktif olan, özellikle bu hakikat ve adalet meselesini dillendiren, bu alanda mücadele veren kişilerdi. 2015 çözüm sürecinin bitmesinden bugüne gelen 10 yıl boyunca Türkiye o kadar değişti ve baskı oranı o kadar arttı ki, sivil toplumun bileşenlerinin tamamı hayatta kalma mücadelesi veriyordu. Bu kadar otoriter bir rejimle yıllarca mücadele edince pek çoğumuzun, başka bir şeyi hayal etme kapasitemiz de azaldı. Yani daha yaratıcı bir şekilde biz nasıl bir yerden barışı kurabiliriz diye düşünmesinin koşulları ve kapasitesi daralmıştı. Bunun bence şu anda da biraz etkisini görüyoruz. Tabii ki yine hakikat ve adalet talepleri dile getiriliyor, hakikat komisyonu kurulsun diyenler var. Örneğin kayıp yakınlarının pek çok talebi var ya da insan hakları örgütlerinin. Ama yine de 10 -15 sene öncesinde olduğu gibi yüksek bir tondan ‘Geçmişle yüzleşme bu sürecin ana parçasıdır ve buna dair bir şey yapılmalı’ diye duymuyoruz. Biraz daha cılız bir ses çıkıyor.
“Devam eden sürece ‘çatışma çözümü olmasına uğraşılan bir süreç’ demek yerinde olurdu. Başka bir terim çatışmayı dönüştürmek, çatışma dönüşümü olurdu.”
Hayalsizlik dediniz, bu durumda ikinci sürecin sadece devlet ile Öcalan arasında ilerlemesinin bu hayalsizlikle bağlantısı olabilir mi?
Sonuçta en çok sözü ve etkisi geçecek liderlerin başlatmış ve görüşmüş olması beklenebilir bir şey ama sürecin devamının nasıl yürütüldüğü de önemli. Dinlemelerden gelen talepler, bu komisyonun çalışmasına somut olarak nasıl aktarılacak bunu bilmiyoruz. Yani biraz havada kaldı komisyon. Bir hakikat komisyonu değil ama elimizde başka bir mekanizma olmadığı için, öyle de işlesin istiyoruz. Onun için Barış Anneleri, Cumartesi Anneleri çağrıldı ama gerçeğin, hakikatin ortaya çıkarılması değil bu komisyonun amacı. Hakikat komisyonları bambaşka bir iş, ama burada elimizde bu var, en azından kayıt altına alınsın diye istiyor insanlar. Ama bu komisyonun bir yasa önerisi yapmak gibi başka bir rolü vardı. Eğer rolü oyduysa bütün bu insanlar neden dinlendi? Bunun da cevabı yok. Komisyonun tam olarak ne yapmayı hedeflediği baştan beri kendi üyeleri dahil net bilinmiyordu. Üstelik de tekrar tekrar bu komisyonun rolü sadece yasa önerisi yapmak deniyor. O zaman bu dinlemeler ve dinlenen kişiler neden yapıldı? Ya da LGBTİ+’lar neden yok? Barış ve çatışmanın LGBTİ+'ları ilgilendiren bir yanı yok mu?
Öte yandan bu komisyon görevini birkaç ay içinde tamamlayabilir ama barışı inşa etmek böyle birkaç ayla sınırlı bir şey değil. Yıllara, belki on yıllara yayılacak. Kolombiya-FARC örneği var mesela. Hâlâ orada bir sürü mekanizma çalışmaya devam ediyor. Kuzey İrlanda örneği var, 30 yıl oldu, Hayırlı Cuma anlaşması imzalanalı. Hâlâ adalet ve hakikat mücadelesi veren birçok kuruluş var. Zaten bölünmüş toplum diye tabir ettiğimiz toplumların çatışmadan etkilenmiş halini onarmak çok uzun zaman alıyor.
DEM Parti “Abdullah Öcalan komisyonda dinlenmeli” talebini defaten dile getiriyor. Bunu dünya örnekleriyle kıyaslamak mümkün mü?
Öcalan'ın dinlenmesinin sembolik bir anlamı var elbette. Kürt tarafı istiyor ki süreci onlar adına başmüzakereci olarak yürüten kişi, var olan resmi mekanizmaya dahil edilsin. Dinlenir mi bilmiyorum, dinlense neye etkiler onu da bilmiyorum. Çünkü tahmin ediyoruz ki zaten Öcalan'ın bu süreçten beklentilerinden herhalde devletin haberi var. Önemli olan, komisyonun süresi bittikten sonra geçiş dönemi adaletine odaklanan bir mekanizma yaratılsın. Hakikatin ortaya çıkarılması hiçbir şekilde gündemi olmayacak mı bu sürecin? Aynı şekilde pek çok cezasızlık sorunu var Türkiye'de. Kalıcı barışa evrilecekse bu süreç, bunları sonradan konuşacağımız, düşüneceğimiz meseleler olarak geleceğe havale edemeyiz. Elbette şu an öncelik çatışmanın sonlanması, o yüzden silahsızlanma ve geri dönüşe dair yasal düzenlemenin yapılması çok önemli. Aynı şekilde siyasi tutuklulara, tutsaklara dair somut adımlar atılması da çok önemli.
Mesela Kuzey İrlanda'daki kayıpları bulan komisyonunda 17 zorla kaybedilme vakası var ve onların da çoğunluğunun mezarları bulunmuş, aileler cenazesini yapabilmiş kurulan bir bağımsız komisyon sayesinde. İrlanda ve Birleşik Krallık arasındaki çatışma biter bitmez böyle bir sistem kurulmuş. Bunu konuda yazar bir akademisyen, bu komisyonun başarılı bir şekilde çalışabilmesinin sebeplerinden birinin “sessiz diplomasi yürütmesi” olduğunu söylüyor. Yani bazen bizim her şeyden haberdar olmamamız çok büyük sorun olmayabilir.
Ama toplumsal barış için toplumun haberi olması gerekmiyor mu?
Sanırım bunu kendi kendine de olsa sivil toplum yapmaya çalışıyor. İHD'nin Diyarbakır'da bir konferansı olmuştu, Eren Bülbül'ün annesi bir mesaj yollamıştı, ne kadar barış istediğine dair. Onun gibi bilmediğimiz kaç kişi, kaç hikâye vardır? Kesinlikle yerellerde bir sürü mekanizmanın kurulması gerekiyor. İnsanların bir araya gelip konuşmaya ihtiyacı var. Hem bu fikre açık olanların hem de açık olmayanların. Belki ancak yan yana tartışmasını yapa yapa hazır olacak sürece. Herkesin yüzde 100 içine sinmeyebilir. Özellikle de hangi taraftan olursa olsun yakınını kaybetmiş kişiler için. Ama bu uzun bir süreç olacak. Önümüzdeki bir yıl, beş yıl, on yıl yani çok uzun zamana yayılacağını bilerek ilerlemeliyiz ama tamam yasalar yapıldı, oldubitti, konuyu kapattıktan öte bir şey olmalı. Mümkün olan en geniş şekilde toplumsal kesimlerin ikna olacağı ve barışın nasıl bir ihtiyaç olduğunu bileceği, anlayacağı, bunu isteyeceği bir süreç nasıl kurulabilir? Yine Kolombiya'ya gidiyor aklım ama orada savaşçıların geri dönme süreçlerinin bir parçası olarak ‘barış eğitimi’ de tasarlanıyordu.
Bahsettiğiniz yöntemler için herhangi bir belirti yok gibi…
Umutsuz olmak hiç istemiyorum ama bana öyle geliyor ki, şimdi gündem edilmiyorsa sonrasında da bu geçmişle yüzleşme, hakikat, adalet meselelerine dair sanki çok bir şey yapılmayacak. Sıkıntılı şeyler var. “Hayır, bu müzakere değil, hayır hayır biz müzakere etmiyoruz” sözleri duyuyoruz sürekli. Ama bir çatışma çözümü için tabii ki müzakere etmek gerekiyor. Ya da neden bir barış masası, müzakere masası, barış anlaşması yok? Bir barış masasının ya da müzakere masasının adınca kurulması, o masaya bizim talepleri de iletebilmemiz anlamına gelirdi. Yani ne olursa biz barışın inşa ediliyor olduğundan söz edeceğiz.
Bir barış sürecimiz olmadığı gibi bir çözüm sürecimiz de yok gibi bir noktaya geliniyor. Siz bu yaşadığımıza ve devamında yaşayacağımıza ne demeyi tercih ediyorsunuz?
“Çatışma çözümü olmasına uğraşılan bir süreç” diyelim. Başka bir terim çatışmayı dönüştürmek, çatışma dönüşümü olurdu. Çünkü çatışma çözümü (conflict resolution), basit anlamda şiddeti sonlandırmayı amaçlar, biraz şu an olan ona benziyor. Ama işin içine dönüşüm girdiğinde o çatışmayı ortaya çıkaran kök nedenleri de ele alıp onları toplumsal olarak dönüştürmeyi amaçlar. Yani şiddetsizlik ve çatışmasızlık sağlansın. Negatif barışla başlayalım tabii ama pozitif barışı inşa etmek için bu toplum, bu ülke neden en başta şiddetli bir çatışmaya girmişti? Onlara geri dönüp ortadan kaldırmak lazım. Sürecin aksayarak gittiği görülüyor. Yani umarım en azından negatif barış sağlanır ama şimdiki odak orada gibi görünüyor.
Sürecin bitmesiyle PKK’lilerin bazılarının siyasete katılacağı söyleniyor, diğer ülkelerin örneklerine bakınca bu nasıl mümkün olacak?
Genellikle silahsızlandırma ya da silahların bırakılması diye geçen süreçlerde böyle bir eğitim ve meslek edindirme bu işin parçası oluyor. Türkiye bağlamında savaşan Kürtler için geri döndüklerinde bu bir ihtiyaç mı onu bilmiyorum. Mesela Kolombiya'ya araştırma için gittiğimde şöyle bir şey yaşanıyordu. Savaşçıların geri döneceği kamp alanları yapılmıştı. Sanırım BM kontrolündeydi. Meslek edindirme konusunda kadın örgütlerinin eleştirileri vardı. Özellikle kadın gerillalar için hemen geleneksel toplumsal cinsiyet anlayışına uygun, terzilik, aşçılık, kuaförlük gibi işler öneriliyordu. Bu insanlar aktif bir savaşın içinde yer almışlar. Kaç sene belki liderlik pozisyonları olmuş. Dönüp onlara bir mesleğin olsun diye sunulan şey bu mu?