DEM Parti yöneticileri de 8 Ekim’de Adalet Bakanlığı’na yürüdü ve burada bir açıklama yapıldı. “Bizzat hükûmete sormak istiyoruz. Bu barış nasıl olacak? Demirtaş'ı, Yüksekdağ'ı, cezaevinde tutarak barış inşa edilebilir mi?" dendi. Bunlar gayet haklı sorular. Beri yandan iktidarın aklında ise öyle görünüyor ki Demirtaş’ın bir süre daha özgür olmadığı bir “süreç” var. Bu süre nedir bilmiyoruz. DEM Parti hem mücadele hem de müzakere yürütürken “açmaz” diyebileceğimiz durumla karşı karşıya. Seçilmiş siyasetçiler ısrarla hapiste tutulurken nasıl “mücadele” edilecek, nasıl “müzakere” edilecek? Bu soruya aslında DEM Parti’den çok iktidarın yanıt vermesi gerekiyor.
MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin Abdullah Öcalan için “TBMM’de konuşsun, örgütü feshetsin, umut hakkından yararlansın” çıkışıyla başlayan gelişmeler zincirinde Öcalan’ın da PKK için “fesih” çağrısında bulunması ve örgütün de bu karara uymasıyla yepyeni bir sürece girildiğini biliyoruz.
İktidar bu sürece ısrarla “çözüm süreci” demekten kaçındı. Sonuçta TBMM içinde bir komisyon kuruldu, ismi de “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” oldu. İYİ Parti hariç tüm partiler bu komisyona üye verdi, komisyon toplumun çeşitli kesimlerden pek çok kişi ve grubu dinledi. Artık bu “dinleme” sürecinin sonuna gelindiği ve “yasa önerme” faslına başlanacağı konuşuluyor.
Ancak batısıyla doğusuyla tüm ülkede bu süreç hakkında şüpheler mevcut. Ne tür yasalar üzerinde çalışılacak ve “Kürt meselesi” için nasıl bir çözüm yolu izlenecek? Bunlar hakkında kimsenin kafasında net bir fikir yok.
Öte yandan iktidarın bu süreci Suriye’deki gelişmelere de bağladığını biliyoruz. AKP-MHP ısrarla, Öcalan’a ve onun fikriyatına yakın duran ve Suriye’nin kuzeydoğusunda belli bir bölgeyi kontrol eden SDG’nin de yeni Suriye hükümetine “teslim” olmasını bekliyor. SDG ise Suriye’de hala süren dengesizlikleri göz önüne alarak bu adımı atmaktan kaçınıyor. Son olarak Halep’de Kürtlerin ağırlıklı olarak yaşadığı Eşrefiye ve Şeyh Maksud mahallelerinde SDG ile merkezi hükümet güçleri arısında çatışmalar yaşandı. Şiddet şimdilik son bulsa da bundan sonrasını kimse öngöremiyor.
Bu tablo içinde TBMM yeni yasama yılına başladı. CHP –bence haklı olarak- onlarca belediye hakkında iktidar tarafından operasyon yürütülürken açılışa katılmama kararı aldı. Diğer partiler ve DEM Parti ise açılışa katıldı. DEM Parti açısından açılışa katılmak anlaşılır bir durum zira her ne kadar soru işaretleri ile dolu olsa da ortada iktidar ile yürütülen bir “süreç” var.
Açılış sonrası TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un makamında parti liderleri biraraya geldiler. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Bahçeli de bu buluşmada yer aldı. Erdoğan’ın DEM Parti yöneticileri ile sohbeti sırasında çekilen bir fotoğraf ise tepki yarattı. Tek bir “an” üzerinden yapılan büyük analizler kanımca her ne kadar mahzurlu olsa da fotoğrafta DEM Partili yöneticilerin Erdoğan’a bakışları ve vücut dilleri en hafif tabirle “yadırgandı” desek yeridir.
DEM Parti Eş Başkanı Tülay Hatimoğulları bu tartışmalar üzerine Spot Kooperatifi’nden İrfan Aktan’a verdiği söyleşide, buluşmadaki (fotoğraflara yansımayan) konuşmasının Erdoğan tarafından alkışlandığını söyledi. Hatimoğulları konuşmasında “süreç” ile ilgili yasal adımların atılmasına gerektiğine vurgu yaptığını belirtti.
DEM Parti bu “süreç” başladığından bu yana iktidar ile hem müzakere hem de mücadele ettiğini vurguluyor. Öyle olması da normal çünkü birçok DEM Partili siyasetçi hala hapiste. Bunların başında HDP eski eş genel Başkanı Selahattin Demirtaş geliyor.
Demirtaş için AİHM davanın “siyasi” olduğu ve Demirtaş’ın tahliye edilmesi gerektiği yönünde kararlar verdi. İktidar bu kararların hiçbirini uygulamadı.
Son olarak AİHM’nin yine Demirtaş hakkında bu çerçevede verdiği bir kararın itiraz süresi 8 Ekim’de dolmaktaydı. DEM Parti ve pek çok kesim süreç ilerleyecekse ve inandırıcı olacaksa, Türkiye’nin bu karara itiraz etmemesini ve Demirtaş’ın tahliye edilmesini bekledi. Öyle ya, haksız biçimde tutuklandığı AİHM tarafından defalarca ilan edilen Demirtaş hapiste tutulurken nasıl bir “süreç”ten ve nasıl bir “barış”tan söz edebilirdik?
Türkiye, yani Adalet Bakanlığı, itiraz süresinin dolmasına bir gün kala karara itiraz etti ve böylece Demirtaş’ın tahliyesinin önü bir kez daha kapanmış oldu. DEM Parti yöneticileri de 8 Ekim’de Adalet Bakanlığı’na yürüdü ve burada bir açıklama yapıldı. Bahsettiğim soru burada da soruldu: “Bizzat hükûmete sormak istiyoruz. Bu barış nasıl olacak? Demirtaş'ı, Yüksekdağ'ı, 'Kobani kumpas davası'ndaki tutsak arkadaşlarımızı cezaevinde tutarak barış inşa edilebilir mi? Toplumun sürece güveni böyle tesis edilebilir mi?”
Bunlar gayet haklı sorular. Beri yandan iktidarın aklında ise öyle görünüyor ki Demirtaş’ın bir süre daha özgür olmadığı bir “süreç” var. Bu süre nedir bilmiyoruz.
DEM Parti hem mücadele hem de müzakere yürütürken “açmaz” diyebileceğimiz durumla karşı karşıya. Seçilmiş siyasetçiler ısrarla hapiste tutulurken nasıl “mücadele” edilecek, nasıl “müzakere” edilecek?
Bu soruya aslında DEM Parti’den çok iktidarın yanıt vermesi gerekiyor. Ancak yargı şu sıralarda eski bir AKP milletvekilini de (Hüseyin Kocabıyık) mevcut rejimi eleştirdi diye tutuklamakla, gazetecileri hapiste tutmakla meşgul.
Kürt meselesinde adil bir çözüm ve demokratikleşmede ciddi adımlar bekleyenlerin işi her zamankinden de zor.