Vakıfköylü avukat Bedros Manca dayının 70 sene evvel görev yaptığı Çankırı Garı’nı ve anılarında bahsettiği Ermenice konuşan Poşaları nihayet ziyaret edebildim. Geziden ilginç notlarla döndüm.
17 Eylül 2025 saat 16.00, 20 kiloluk çantamı sırtlayıp “Ya Asdvadz (Allah)” deyip yola koyuldum. Biletimiz Ankara’ya kesilmiş.
Hikâye kısaca şöyle: Vakıfköylü 94 yaşındaki dev çınar, avukat Bedros Manca ile kitap ve belgesel çalışması için evinde 70’ten fazla video ve ses kaydı gerçekleştirdim. Kendinden emin, iştahlı, gür sesiyle ve heyecanla anlatıyordu.
“Evlat… Yıl 1955 Mayıs ayı. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 2. sınıfında okuyorum, cebimde metelik yok, çalışmak şart. TCDD imtihanını kazandım ve Çankırı Tren Garı’na gişe memuru ve kondüktör olarak tayinim çıktı. Ankara Tren Garı'ndan biletimi aldım. Kömürle çalışan kara trene bindim, Çankırı Garı’nda indim.
O zaman lise mezunu olanlar bile azdı, ben yüksek okula gidiyorum, hem de hukuk fakültesine. Gişedeki öteki memurlar lise mezunu idiler. Mors alfabesini öğrenip telgraf çekiyordum. Yük vagonlarının kondüktörlüğünü ve gişede bilet satış memurluğu yapıyordum.
Memurluğumun ilk üç ayı bitmişti. Bir gün baktım, on beşe yakın üstü başı kirli, yıpranmış, bakımsız genç kız ve başlarında 35-40 yaşlarında iki kadın. Trenden boşaltılmış yarı sönmüş kok kömürlerini topluyorlar. Bu arada kulaklarıma inanamadım, çok şaşırdım. Aralarında Ermenice konuşuyorlardı. Gayet net anlıyorum, küfür de ediyorlardı genç kızlardan bazıları. Yanlarına biraz daha yanaşarak seslendim.
‘Ağçik hos yeğur, hos yegur’ dedim. (Kız, buraya gel, buraya gel.)
Hüzünlü bir sessizlik sardı Çankırı Tren Garı'nı. Onlar da ben de şaşkındık. Sıkıla sıkıla başı yerde geldi.
‘Amot çe? Tun sirun ağçiges, hayhoyane gnes amot çe, miner memna. Ays ğosaz lezut inçe ağçigs?’ (Ayıp değil mi, sen şirin bir kızsın, küfür ediyorsun, yapma bir daha, bu konuştuğun dil necedir kızım?)
-‘Poşayeren e baron mezi poşa gsen poşa’ (Poşaca konuşuyorum, bize Poşa derler.)
-‘Ağçigs tun poşa çes hayes, tun poşayeren çes ğosir hayeren gı ğosis’ (Kızım sen Poşa değilsin, Ermenisin, Poşa dili konuşmuyorsun, Ermenice konuşuyorsun.)
Oradan 35-40 yaşlarında bir kadın lafa daldı:
‘Mez hayrignerus lezune, ayo menkhay yene. (Büyük babalarımızın dilidir, evet biz Ermeniyiz.)
Aynı yaştaki öbür kadın aniden ellerini havaya kaldırarak yüksek sesle tonuyla, ‘Çe, çe mene poşayene, poşayeren gı gosink’ (Hayır hayır biz Poşayız, Poşa dili konuşuyoruz) dedi.
Beni yola çıkaran anı
Evet, 70 sene evvelki hikâye ve yola çıkma nedenim işte bu anı. Gece 01.00’de Ankara Tren Garı’na vardım. Nöbetçi tek gişe memuruna yöneldim. Çankırı Tren Garı’na bir bilet istediğimi söyledim, uyuşuk bir ses tonuyla Çankırı’ya tren seferi olmadığın söyledi.
Sabah 08.30 otobüse bindim, iki saat sonra Çankırı’ya indim.Çankırı Tren Garı merkezden yaklaşık 800 metre uzakta. İlk amacım 20 kilo sırt çantamdan kurtulmaktı. Öğretmenler Evi’nde yer yoktu, iki otel de bana pahalı geldi, sonunda bir otele çantamı atıp fotoğraf makinemi alıp tren garını bir soruşta buldum.
Heyecanla arka taraftan rayların üstünde fotolar çektim. 1955 senesinde Bedros dayının yürüdüğü raylar üstünde yürümek, çalıştığı garda olmak beni çok heyecanlandırdı. Bu arada uzaktan “Yasak, yasak” sesleri geliyordu. Tarihi gar binasına yaklaştıkça sesler de netleşiyordu. “Çabuk gar dışına çıkın, Ankara’dan izin almadan çekemezsiniz.” Bunu diyenler gar müdürü ve yardımcısıydı. Zar zor iki resim çektim. Sonra kafamı kaldırdım, rayların üstünden karayolu köprüsünü gördüm. Buradan rahat rahat fotoğraf ve video çektim. Bedros dayıyı görüntülü aradım, çok duygulandı, konuşmakta güçlük çekti. Bazen susmak saatlerce konuşmaktan daha çok şey anlatır.
Çankırı Poşa mahallesi
Sabah 09.00 gibi dışarı çıktım. Bir iki insana sorduktan sonra Poşa mahallesinin alt tarafını, başlangıcını buldum. Sokaklar dar, camlar çerçeveler eski, ahşap dış duvarlar çatlamış, patlamış, dökülüyor. Bazı köşkler zamana karşı koyup tüm ihtişamını korumakta. Muhtar İsmail şunları anlattı:
“Bu mahalle Ermenilerden kalma, şu gördüğün köşkün kapısına bakar mısın, ahşap işçiliği şaheser, içeride meyve ağaçları, kocaman avlusu. 1. Dereceden sit alanı, koruma altında. Evlerimizin çoğu bakımsız ve boş. Yollar köstebek yuvası, yeni doğalgaz döşettik. Uzun yıllar uğraştım. Sosyal yardıma muhtaç buradaki halk. Senin aradığın Poşa mahallesi ve Poşalar yukarı kesimde, saat kulesinin oradaki şapelin sağ tarafında yaşıyorlar.”
Dağın alt eteklerindeki iki üç evin camına, ahşap kapısına vurdum ses yok, açan yok. Bazılarında kilit var. Sağdaki sokağa kıvrıldım gene ses seda, insan yok. Nihayet 70 yaşlarında bir teyzeyle göz göze geldik.“Teyze merhaba, Ben İstanbul’dan geliyorum, Poşaları arıyorum” dedim. O da “Beni takip et” dedi. Yüz metre sonra kadın, çocuk, insan cıvıltıları çoğaldı. Beni 60 yaşlarında iri yarı, boylu poslu bir adamın yanına bıraktı ve uzaklaştı.
Adam “Hele otur da şuraya” dedi, kaldırıma oturduk. Kısa bir göz temasından sonra aramızda şu diyalog geçti:
- Barev, barev bari yeğazes yeğpayrs. (Merhaba hoş gelmişsin kardeşim.)
- Parev, parev pari desank. (Merhaba, hoş bulduk)
-Yes Zülfikar, darigs vatsun e lav es? (Ben Zülfikar, 60 yaşındayım, iyi misin?)
-İm anuns a Murat e, urağem tseezi çançtsa. (Ben Murat, sizi gördüğüme sevindim)
“Poşayeren” konuşan yabancı
Bu arada camlarda kadınlar, sokakta çocuklar, gençler “İlk kez yabancı bir Poşa gördük hem de Poşayeren konuşuyor” diyorlar, cep telefonuyla beni çekiyorlar, ben de onları çekiyorum. Kara kaşlı, nur yüzlü bir çocuk fotoğraf makinemi sordu, ben de makineyi boynuna astım, ayarları gösterdim. Çocuk büyük bir iştahla başladı her şeyi çekmeye.
Zülfikar Usta üç minibüs dolusu Taşköprü sarmısağını gösterdi, mis gibi kokuyordu. “Bizim geçimimiz bu sarımsakları satmakla. Daha önce elek yapıp satardık. Bizde yalan yok, haram lokma yok. Biz dürüst insanlarız, devletimize sıkıca bağlıyız. Sana de iki kilo tartıyorum, afiyet olsun, helal olsun.”
Zülfikar kolumdan tutup geniş avlusu, tahta merdivenleri olan bir evden yukarı çıkardı. Zülfikar Ustanın evinde röportajlar yaptık, dertlerini, sorunlarını, ihtiyaçlarını dile getirdi.
“Dilimiz Ermenice, kimimiz Alevi, kimimiz Sünni olduk”
Zülfikar usta Poşaların ikinci sınıf vatandaş olarak görüldüğünü, Poşa mahallesi deyince kargocuların gelmediğini, tapu dairesinde zorluk çıkarıldığını, evlerinin bakıma, tamire ihtiyacı olduğunu, iş imkânı olmadığı, doğalgaza ulaşamadıklarını, zor şartlarda yaşadıklarını anlattı.
Dedelerinin Ermeni olduğunu, konuştuğu dilin de Ermenice olduğunu, zamanla kendisi ve birçok ailenin Alevi olduğunu, birçoğunun Sünni Müslüman dinine geçtiğini, buna rağmen hepsinin dillerini, geçmişlerini yaşatmaya çalıştıklarını da anlattı.
Telefonlarımızı kaydettik. Yanımda getirdiğim 20 kalemi, 8 defteri, şeker ve çikolataları çocuklara dağıttım. Çocukların mutluluğunu yazacak kelime bulamıyorum.
Güneş ortadan kaybolmuştu, ısıran soğuk hava otele dönüş vaktini hatırlattı. “İlla seni otele bırakacağım” diye ısrar etti Zülfikar kardeşim, sarmısak dolu minibüsle yola çıktık.
Poşa mahallesi ve Poşaların çekimleri aslında daha geniş çaplı olabilirdi. Ama ilk temas, tanışma çok duygusal ve önemliydi.
Tarihi ve duygusal bir görevi yerine getirmenin gururunu ve mutluluğunu yaşıyordum. 94 yaşındaki dev çınar Vakıfköylü avukat Bedros Manca dayının ve mütevazi, çalışkan Agos Gazetesi Ermenice sayfalar editörü rahmetli Sarkis Seropyan ahparigimin isteklerini yerine getirmiş oldum. Sarkis ahparigi saygıyla anıyorum, rahat uyu ahparig.
Poşaların “gizli” dili
Batı Ermenileri Sorunları Araştırma Merkezi’nden Meline Anumyan’ın 2017 yılında Artvin ve Rize’deki Lomlarla (Poşalarla) ilgili araştırması yayınlanmıştı. Anumyan’la haklarında çok az şey bilinen Poşalalar (Lomlar) hakkında yine o tarihte konuşmuştuk. Anumyan şu bilgileri vermişti:
“Zamanında Ermeni Apostolik Kilisesi mensubu olan Romanlara Erzurum lehçesiyle ‘Poşa’ derlermiş. Zanaatları olan elekçilikten dolayı onlara bazen elekçiler veya elekçi Ermeniler de deniyormuş. Fakat Lomların kökleri Ermeniliğe dayanmıyor; Hint-Avrupa ırkından geliyorlar. Bazı araştırmacılara göre, Romanlar Hindistan’dan geliyor. Bahsettiğimiz Romanlar, yaklaşık 10-11. yüzyılda Hindistan’dan ayrılıp Asya’ya yerleşmişler ve belli bir süre İran’da kalmışlar. Poşaların gizli dilinde, Poşaca veya Lomcada çok sayıda Ermenice kelimenin yanı sıra Farsça kelimelere de rastlamak mümkün. Bu da Lomların bir kısmının Fars İmparatorluğu’ndan, bir kısmının da Mezopotamya’dan Ermenistan’a geldiğinin göstergesi. 19. yüzyılın sonlarında Poşalar Batı Ermenistan eyaletlerinde, özellikle Sivas’ta yaşıyorlardı. Poşaların bir başka kısmı ise çoğunlukla Mezopotamya’daydı. Muhtemelen Timur istilalarından sonra Fırat nehrinden Erzurum’a, oradan Oltu, Kars ve Trabzon’a gelmişler; 1828’de ise Gümrü ve Cavakhk’a yerleşmişler. Lomlar, tarihi Ermenistan sınırlarında yaşadıkları için Ermeni Apostolik Kilisesi’ne katılmışlar. Günümüzdeyse Türkiye’de yaşayan bütün Lomlar Müslümanlaşmışlar.”
Anumyan’ın araştırmasına göre, Çankırı’da yaşayan Lomlar, anadillerini Artvin’dekilere göre daha çok koruyorlar ve gizli dil olarak kullanıyorlar.
(GELECEK HAFTA: AMASYA VE KASTAMONU)