Göç ve kimliğin izleri, inançla birlikte dönüşen mekânlar ve her köşede saklı kalan hikâyeler… “YAMBOL’UN İZ-İNDE”, bir sinagogun tarihsel, kültürel ve duygusal katmanlarını görünür kılıyor. Belleğin izini süren sergi ve etkinlikler, geçmişle bugünü, mimariyle müziği, hatırlamakla unutmak arasındaki ince çizgide buluşturuyor. Kültürel Mirası Koruma Derneği’nin Bienal Paralel Etkinlikleri ajandasında yer aldığı “YAMBOL’UN İZ-İNDE” projesini, derneğin başkanı Renan Koen ile küratör ve mimar Hayim Beraha’dan dinledik.
Kültürel Mirası Koruma Derneği (KMKD), İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) düzenlediği 18. İstanbul Bienali Paralel Etkinlikleri ajandasında, üç ayrı proje ile yer alıyor.
İlk etkinlik, 12 Ekim Pazar günü Yeşilköy Mor Efrem Süryani Kilisesi’nde, “EnstANtane” projesi ile başladı. Derneğin, Bienal Paralel Etkinlikler kapsamında düzenlediği ikinci proje olan “YAMBOL’UN İZ-İNDE” isimli etkinlikler ise 16-20 Kasım tarihleri arasında Balat’ta bulunan tarihi Yanbol Sinagogu’nda ziyarete açık olacak. Küratörlüğünü mimar Hayim Beraha’nın üstlendiği etkinlik, 16 Kasım Pazar günü saat 12.00’de Renan Koen’in ses enstalasyonu ve konseri ile açılacak.
Öncelikle “YAMBOL’UN İZ-İNDE” projesinin ismi ve hikâyesinden başlamak isterim…
Renan Koen: YAMBOL’UN İZ-İNDE projemizin küratörü, konservasyon mimarı ve aynı zamanda derneğimizin üyesi olan sevgili Hayim Beraha. Sergi fikri uzun süren bir bakım, taşınma ve envanter derleme ile başlayan bir sürecin ardından manevi envanter ile zenginleşen, heyecanın paylaşılmasının bir yansıması, bir açığa çıkarma (un packing) eyleminden ibret. Bu bağlamda proje ve sergi; ana hatlarıyla birisi daimi olmak üzere toplam dört alanda gerçekleşiyor. YAMBOL’UN konseri de bu temalar arasında yer alıyor. Konferansları ve içeriği, Romaniyot Yahudilerinin oluşturduğu ses enstalasyonu ile ekseni Yanbol Sinagogu tarihçesi üzerinden okuyarak, izleyiciyi İstanbul ve Yanbol Sinagogu’nun çelişkilerle dolu hikâyesine davet edecek.
Yanbol Sinagogu’nun projede yer almasının özel bir nedeni var mı?
İKSV’nin düzenlediği 18. İstanbul Bienali, Küratör Christine Tohmé’nin “Üç Ayaklı Kedi” başlığı altında kurgulandı. Bienal, “kendini koruma” ve “gelecek olasılıkları” temaları etrafında şekilleniyor. Yanbol Sinagogu’na bakacak olursak, bu sinagog kendi topraklarını bırakarak edilen göçün, varılan yerdeki dengeleri ister istemez nasıl değiştirdiğini, yeni bir yerde yeni yaşamın göç eden toplumun getirdikleriyle nasıl şekillendiğinin izlerini bulduğumuz bir yapı. Dünyada göç etmemiş bir topluma rastlamak nadirdir. Bununla birlikte her göç, göç eden topluluğu üç bacaklı bir kedi gibi bırakır. Kedi, bu yara almış, yeni hâliyle yaşama tutunmayı başarır başarmasına ancak o dördüncü bacağın yeri de her zaman acır. Tabii, bizler Bulgaristan’ın Yanbol bölgesinden göç eden bu toplulukla birebir temas edemiyoruz. Ancak bu yapı üzerinden bir temas kuruyoruz. Bu durumda, geçmiş ile yapı üzerinden temas kurarak “kendini koruma” ve “gelecek olasılıkları” üzerinde yürüyebiliyoruz.
Etkinlikte sizin de bir konseriniz olacak. Bu çalışmada yer almak sizin için nasıl bir önem taşıyor?
Daha evvelden de Romaniyot ve Sefarad halk şarkılarını içeren bir dizi konserim oldu. Özellikle New York’ta bulunan Kehila Kadosha Yanina adlı Romaniyot Sinagogu’nda bu konseri vermiş olmak çok anlamlıydı benim için. Bence halk şarkıları, sesli tarih demektir. Halk şarkılarını dinlerken ya da icra ederken, o toplumla direkt bir bağ kurarsınız. Çünkü halk şarkıları çok gerçek ve yalındır. Yalınlıkları, yaşanmışlıklarından ileri gelir. Bir kelimeyle, bir dünyayı anlatırlar. Yaşanmışlığın getirdiği bilgeliği taşırlar. Bu sebeplerden dolayı dili, bölgesi, ırkı ve dini fark etmeksizin, halk şarkıları ile temas etmek benim için çok değerli. İnsan olmakla ilgili, insana ve doğaya dair olan bu temas, beni de çok zenginleşmiş hissettiriyor.
Proje kapsamında 16 Kasım günü izleyicileri neler bekliyor, konser dışındaki etkinlikler neler?
Koen: Konser dışında, projenin asıl amacı olan sergiler gezilecek, ses enstalasyonu dinlenebilecek ve söyleşilerimiz olacak. Sergileme sürecinin sonucunda ortaya çıkan hikâyelerin, yeni bilgilerin gün ışığına çıkartılması sonrası dışa açılması, yaşanan sürecin heyecanının paylaşılabilmesi amacı ile üç ana başlıkta derlendi. Yanbol, Pandora’nın kutusu gibi açıldıkça bizlere anlattı. Anlattıkça da yeni hikâyeler, şehir mitleri gerçek oldu. Yanbol Sinagogu, anlattığı hikâyeleri ile tüm Balat Musevilerine, Balkanlardan gelen hikâyelere ve Bizans dönemi Musevilerinin hikâyelerine kadar, bir bakıma bildiğimizi sandıklarımızı yeniden görmemizi sağladı.
Kültürel Mirası Koruma Derneği olarak her kesimin katılımından çok mutlu olacağız.
Yanbol’da sanat, kültür ve mimari
Etkinlik küratörü ve mimar Hayim Beraha, sinagogun tarihi ve mimarisi hakkında bilgi verdi.
Sinagog, Yahudiler için hem tarihi hem de kültürel miras konumunda. Yakın bir tarihte de tekrar hizmete açılan sinagog hakkında bilgi verebilir misiniz?
Hayim Beraha: Bu açma eyleminin bir parçası olarak bina yüzeyindeki dokunuşlar, bina ile kurulan diyalogla devam etti. Sinagog hakkındaki yazılı belgelerin dışında, görsel kanıtları ile de bir belgeye dönüştü. Serginin de bu anlamda yeni bir tarzı okumasına vesile olacağını söylemek gerekir.
Bizans döneminde mevcut olduğu, 1693 tarihli fermandan anlaşılan bu sinagog, Yanbol (Niğbolu) kasabasından göç ederek Balat’a yerleşen Yahudiler tarafından kurulmuş ve adını anılan yöreden almış. Avlusunda Bizans dönemi binaları bulunan Yanbol Sinagogu, kâgir olup tavanı yağlı boya doğa resimleri ile tezyin edilmiş. Seyyah ifadelerinden ve kitabelerden ana binanın, bir yangın felaketini takiben 17. veya 18. yüzyılda yeniden inşa edildiği, 1709, 1865 ve 1895 yıllarında esaslı onarımlar yaşadığı anlaşılıyor. Sedef kakmalı ahşap kapılı Ehal’e (Tevrat rulolarının saklandığı dolap) yaldız boyalı bir parmaklıktan geçip iki basamak çıkarak varılır. Azara (sinagoglarda kadınlar bölümü), tavana çakılı ahşap desteklerce taşınır.Doku ve renk cümbüşü, sadeleştirme ve projenin odağının oluşturulmasında, sinagogdaki renkleri seçen, betimlemesinde ışık gösteren ve ilham veren, iç mimar Anna Fresko oldu. Kimi zaman fırçayı eline alarak, patinayı zanaatkâr ustalar ile birlikte kimi zaman yerinde bakarak, tüm süreci başından sonuna takip etti. Gerek mimari ekibi gerek yönetim kurulu gerekse mekânın bütüncül etkisini üçüncü bir göz olarak takip etti ve yönlendirdi.