MHP lideri Bahçeli’nin sonuçları açıklanır açıklanmaz “ilhak edilsin” diye çıkış yaptığı, plakasını da “82” olarak belirlediği Kıbrıs’taki seçimlerin kazananı, muhalefetteki Tufan Erhürman oldu. Türkiye destekli Ersin Tatar, yüzde 36’da kaldı. Oslo Barış Araştırmaları Enstitüsü Kıdemli Araştırma Danışmanı Mete Hatay sonuçları Agos’a yorumladı.
2020’den beri Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığını sürdüren Ersin Tatar’ın aynı pozisyonda kalabilmesi için Türkiye uzun süredir elinden geleni ardına koymuyordu. Ankara’nın kulisleri bir tarafa, görünen köy daha fenaydı. Kıbrıs’ta Süleyman Soylu ve diğer vekiller köy köy dolaşıp ikna turlarına çıkıyor, Ümit Özdağ “Rum tehlikesi”ni anlatıyor, eski bakanlar “Ya iki devlet ya da ölüm” diyor, havuz medyası “Türkiye olmazsa perişan olursunuz” tehdidi sallıyor ama en önemlisi, Cübbeli Ahmet Hoca “Türkiye’nin dediği olsun” diye dua ediyordu.
19 Ekim Pazar günü yapılan seçim Türkiye’nin çoğunluğunu değil ama Kıbrıslıları mutlu etti. Muhalefetteki Cumhuriyetçi Türk Partisi Genel Başkanı Tufan Erhürman yüzde 63 oyla sandıktan zaferle çıktı. Ulusal Birlik Partisi lideri Ersin Tatar ise 36’da kaldı. Yani “Kıbrıs’ta federasyon”u, Türkiye’nin daha az müdahil olmasını ve kendi kendilerini yönetmeyi isteyenler kazandı.
Oslo Barış Araştırmaları Enstitüsü (PRIO) Kıdemli Araştırma Danışmanı, yazar ve araştırmacı Mete Hatay, seçim sürecini ve bundan sonra Kıbrıs’ta neler olabileceğini Agos’a anlattı.
Tufan Erhürman’ın kazanmasını Kıbrıs için ve Türkiye için nasıl yorumlamalıyız?
İlk defa tüm coğrafyada Erhürman kazandı. Adada uzun zamandır Türkiyeli-yerli ikilemi vardı. Oy oranlarına bakınca hoşnutsuzluğun bütün toplumda olduğunu gösteren bir seçim sonucu var. Bu da Kıbrıs'ta yeni bir siyasetin başlangıcı demek. Yani artık burada herkes tam Türkiyeli değil ama tam Kıbrıslı da değil. Böyle bir döneme girdik. Çünkü 50 yıldır buraya gelip yerleştirilenlerle bir toplum mühendisliği yapıldı. Artık belli oldu ki, son gelenler, burayı yurt bellemiş insanlar da benzeri gaileler taşıyor.
Nedir bu gaileler?
Türkiye'nin özellikle Mustafa Akıncı seçiminden sonra yaşattığı bir travma var. Ayrıca AKP'nin burayı doğrudan MHP'nin kumandasına verdiğini görüyoruz. Yani burası MHP'lilerin çok aktif olduğu bir yer oldu. Siyasi olarak değil belki ama yatırım olarak. Birçok MHP'li iş insanının yatırımı var. Gazinolar, üniversiteler, inşaatlar gibi. Bu kişiler de Adadaki taşeron hükümetle birlikte hareket ediyorlar. Mesela mevcut Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu seçimde kaybetmiş biri ama sırf MHP istiyor diye konuldu. Zaten bu seçimlerden sonra AKP biraz daha “yumuşak” açıklamalar yaparken, MHP'den “ilhak çağrıları” geliyor. Çünkü buradaki çıkarları zarara uğrayacak. Başka türlü söylersek, MHP artık Adada atını rahat oynatamayacak.
"Liyakatı olmayan insanların idarede olduğu, beceriksizliğin tavan yaptığı çok tuhaf bir dönemden geçti Kıbrıs'ta son beş yıldır. Tüm bunlar tam en fazla rantın yükseldiği bir dönemde oldu. Yani etrafta paralar dönüyor, abartılı zenginlik vs’ler. Kuzey, Dubai'nin bir karikatürü olmuş durumda. Şimdi insanlar bir rahatladı."
Verilere göre Adadaki Türkiyeli seçmenin yüzde 50’si de Tufan Erhürman’ı oy vermiş. Neyin tepkisi bu?
Hem yerliler hem de Türkiyeliler aslında “Biz buradayız ve kendi sesimizi kurmak istiyoruz” dediler. “Bize sormadan bizi temsil etmeye son verin” dediler, en önemlisi. Şu andaki vesayet rejiminin daha sağlıklı bir hale getirilmesi talebinde bulundular. Burada aslında Türkiye'ye bir red yok. Türkiye'ye ihtiyacı olan bir coğrafyadan bahsediyoruz. Federasyon bile olacak olsa Türkiye'nin oluru gerekiyor, çünkü garantör ülke. Ama Türkiye'nin son 10 senedeki iç politikaya müdahil oluşu, muhtar seçimlerine bile karışmasından halk çok rahatsız oldu. Erhürman'a giden oylar, sol oyların haricinde sağ ve merkez partilerden geldi. Çünkü en fazla müdahaleye uğrayan partilerin başında da Tatar’ın Ulusal Birlik Partisi geliyor. Bu insanlarda büyük bir huzursuzluk yarattı.
Bir de gerçekten yolsuzlukların çok arttığı, mevcut sektörlerin altının oyulduğu bir dönem bu. Bir sürü süpermarket üniversitesi açıldı, diploma dağıtıyor, neredeyse insan ticaretine giriyorlar. Ada turizmi, tamamen kumarhane turizmine dönüştü. Kara paralar aklanıyor. Ayrıca inşaat sektörünün yarattığı ciddi bir rant var. Bu Güney’de de rahatsızlık yaratıyor. İnsanların gözüne baka baka etkilenmiş Rum mallarının üzerine binaları dikerseniz, Maraş'ı açar gibi yapıp yağmalanmış boş bir şehri, “hüzün turizmi” yapıyoruz diye sergilerseniz, elbette rahatsızlık yaratır. Ayrıca bu yapılanlar, Güneyde milliyetçilik patlaması yarattı. Yani zıtlaşma siyasetinin getirdiği bir tansiyon oluştu.
Kıbrıslı Rumlar da hiçbir şekilde yakınlaşma, uzlaşı aramadı. Aksine Kıbrıslı Türklerin kapısını içten kapatarak daha da izole eden bir siyaset yapıldı son beş yılda. Aslında Kıbrıslı Türkler moralman biraz daha üstün vaziyetteydiler. Çünkü her zaman uzlaşı masasında bir adım önde olmaya çalışmışlardı. Burada AKP'ye de kredi vermek lazım. Onlar da 2017'ye kadar bu yolda devam etmişlerdi. Ama o 2017'den sonra Senaryo B diyerek, Kıbrıs'ın izole edilmesi ve tamamen Türkiye'nin vesayet rejiminin altına girmesi, siyasi yelpazenin her bölümündeki insanlarda büyük rahatsızlık yarattı.
Erhürman federasyon söylemiyle kampanya yaptı. Bu durumda Kıbrıslı Türkler de federasyona yakın duruyorlar demek.
Kıbrıslı Türkler, müzakerelere yakın diyelim. Federasyon birinci tercih sayılır. Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliğinde olan iki kurucu devletin kurulacağı bir federasyona zaten evet denildi. 2003’teki Annan Planı’yla. Ama işte tango için iki kişi gerekir. Kıbrıs Cumhuriyeti, tek taraflı bir şekilde 1964'ten beri yönetiyor.
Kıbrıslı Rumlara da anlatılması gereken, Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıslı Türklerin olduğu bir cumhuriyettir. Kıbrıs Cumhuriyetin'den dönüşen değil ama iki devletten de oluşmayan bir devlet kurulacak. Eğer müzakereler başlarsa ve eğer iki taraf evet derse ve eğer konjonktür uygunsa bunlar olabilir. Tufan Erhürman’ın dediği gibi, “Eskiden tango için iki kişi gerekirdi, şimdi konjonktür o kadar karıştı ki halay çekmemiz gerekecek.” Tanınmış bir Kıbrıs Cumhuriyeti, koskoca garantör bir Türkiye devleti, Erhürman’ın elinde olan sadece yüzde 63 oyla aldığı yetki. Çok kolay olmayacak. Neyse ki çok realist, sakin ve soğukkanlı bir liderle karşı karşıyayız.
Bir de parlamento sorunu var sanırım, yani hâlâ hükümet devam ediyor.
Parlamento sıkıntı değil. Çünkü zaten şimdiden hükümetin koalisyon üyesi Yeni Doğuş Partisi, Ocak ve Şubat'ta seçim olacak açıklaması yaptı. Tabii normal bir demokraside, ülkede başbakanının hemen istifa edilip bir seçim hükümeti kurulması lazımdı.
Müzakereler için plan var mı?
Henüz bir şey açıklanmadı. Birleşmiş Milletler, taraflarla tekrar görüşerek yeni bir takvim oluşturacaktır sanırım. Unutmamak lazım: 2026’da Kıbrıs Cumhuriyeti, Avrupa Birliği dönem başkanlığı yapacak. Ocak'tan Mayıs'a kadar. Bu da müzakereleri yine erteler sanırım, hem dönem başkanlığı yapıp hem müzakere olmaz.
Bir yazınızda seçim gecesini anlatırken “Herkes mutlu ve birbirine sarılıyor. Yani kazandık ama kurtulduk değil” diyorsunuz. Neden önemli bu?
Çünkü o kazanmada haysiyet var, gurur duyma var, özgüvenin geri dönüşü var, kendine olan saygının tekrar artışı var. Ada insanlarına uygulanan izolasyon da etkili oldu. Kıbrıslı Türklerin yarısından fazlası AB vatandaşı. Bunu kaybetme kaygısı da var. Bu siyasetin sonuçta onları tekrar 2003 öncesine götürerek izole edilmiş, tek kapısı Türkiye'ye açılan bir coğrafyaya dönüştürme kaygısı da etkili oldu. Ve elbette gerçekten Ada ciddi “maskara” bir dönem geçirdi.
Ne anlamda maskara?
Temsiliyet, siyaset açısından. Liyakatı olmayan insanların idarede olduğu, beceriksizliğin tavan yaptığı çok tuhaf bir dönemden geçti Kıbrıs'ta son beş yıldır. Tüm bunlar tam en fazla rantın yükseldiği bir dönemde oldu. Yani etrafta paralar dönüyor, abartılı zenginlik vs’ler. Kuzey, Dubai'nin bir karikatürü olmuş durumda. Şimdi insanlar bir rahatladı. Çünkü son beş yıldır Türkiye, en basit şeyde bile müdahil oluyordu. Bu sadece Türkiye’nin tavrı ile ilgili değildi. Buradaki taşeron hükümet, devamlı Türkiye'yi kullanarak, burada Türkiye'yi de aslında ezerek, halkın önceliği olmayan bir sürü şey yaptı. Mesela ansızın koca bir külliyeyle karşılaştık, hediye olarak. Ansızın hiç gereksiz bir yere, koskoca bir Osmanlı camisi yapıldı. Bir akşam bir müftü gönderildi Türkiye'den. Dünyadaki en seküler coğrafyaya, müftü neden gönderilir? Kadınlarla toplandı. İşte kocanız istiyorsa her şeyi yapacaksınız dedi. Ayrıca türban meselesi var. Tabii ki tartışılır ama Kıbrıs’ta herhangi bir dini sembolün eğitimde olması yasak. Durmadan insanlara empoze etmeye çalıştılar. Herkes içine attı, attı, attı ve o tepki seçim sonucu oldu.
Kıbrıs, MHP’nin siyasi mezesi
Peki Bahçeli’nin aşırı hevesle seslendirdiği “Kıbrıs derhal Türkiye'ye katılsın, ilhak edilsin, plakası 82 olsun” açıklamasına ne demek gerek?
MHP için Kıbrıs hem siyasi yatırım hem de Kıbrıs'ı kullanarak iç piyasada kahramanlık destanları yazıyor. “Kıbrıs elden gitti” diyerek milli dava, beka üzerinden iç siyasette kullandıkları bir yer Kıbrıs. Kıbrıs'ı çok sevdiklerinden değil. Hem parti üyelerine ekonomik olarak bir getirisi var hem de iç siyasette hamaset yapabiliyorlar. Onun ötesinde geleneksel olarak Kıbrıs. MHP’nin siyasi mezesi. Hamaset cephesinin en önemli mezesi. Mezeyi yemeye devam etmek istiyorlar. Yoksa nasıl “Biz kan döktük orada, şimdi gitmek istiyorlar, bu nankörler hesap verecek” diyecekler? Ya da “Aman şimdi Mossad da geliyor, Yunan-Rum ikilisinin yanında bir de İsrail çıktı” diye nasıl insanları korkutacaklar? Kıbrıs, MHP için böyle bir siyaseti besliyor.