“Monsieur Aznavour”: Şarkılar imdada yetişiyor

2018’de kaybettiğimiz 180 milyon plak satarak efsaneler arasında haklı yerini çoktan kazanan Fransız-Ermeni şarkıcı Charles Aznavour’un biyografisi müzikal açıdan tatmin edici olsa da tarihi ve siyasi bağlamı zayıf kalmış bir film.

Dikdörtgen kek kalıplarını bilirsiniz, içine ne malzeme koyarsanız koyun aynı şekli alır. Kakaolusu, üzümlüsü, bademlisi… Geniş kitleye yönelik sanatçı biyografilerinde de benzer bir kalıp var: Yeteneğini kanıtlamak ve başarıya ulaşmak için çabalayan, engelleri aşan ama bu uğurda bazen hırsına bazen talihine bazen de zaafına yenik düşen, sevdiklerini ihmal eden, kıran, kaybeden, o şöhret ve zenginlik içinde yalnız kalan, mutsuz  ve / veya bağımlı olan ama ideallerinden şaşmayan, özüne, köklerine dönmeyi özleyen bir sanatçı tipi… 

Giriş bölümünde izleyici sanatçının çocukluğunu, ailesini, ilk aşkını, meslekteki tırmanışını ilgiyle görüp onunla empati kuracak. Sonra ailesinden koptu, ilk aşkını terk etti, eşini aldattı, para ve şöhret uğruna ilkelerinden ödün verdi, alkolik oldu vs. diye ona kızacak ama dönüm noktasında eserlerinin etkisiyle ona hak verecek. Trajik bir sonu varsa, genç yaşta öldüyse üzülecek yoksa tanıdığı, sevdiği o sanatçı haline geldiği için onu affedecek, takdir edecek, büyüklüğünü kabul edecek diğer sevenleri gibi… Üstü güzelce kabarmış keki kalıptan çıkarıp dilimleyecek, afiyetle yiyecek yani… Ressam olur, yazar olur, müzisyen olur, oyuncu olur… Fark etmez, çay saatinde iyi gider.

"Müzikal açıdan tatmin edici"

Bu kalıbın dışına çıkan müthiş sanatçı biyografileri var, çoğu belgesel olan. “Monsieur Aznavour/Mösyö Aznavour” onlardan biri değil, karbonatı fazla kaçırıldığı için kalıbının içinde fazla kabarmış ve o acımsı tadı ağza geliyor, üzümlerini de unlamayı unutmuşlar dibe çökmüş. Bir kısmı daha tatlı dilimlerin… Üzerine biraz pudra şekeri serperek idare ediliyor. Kendisini yiyelim ama hakkını yemeyelim “Mösyö Aznavour”un: Önceliği Charles Aznavour’un besteci ve yorumcu olarak olağanüstü yeteneğine, çalışkanlığına, azmine ve yaşarken yakaladığı şöhrete verdiği için müzikal açıdan tatmin edici. Dile kolay bütün dünyada dinlenen 1300 besteye imza attı, Aznavour. Elbette, onun hakkında bir filmin odak noktasında şarkıları olacaktı… Keşke “Mes emmerdes” şarkısının sözleriyle sınırlanmış bir biyografiden ibaret kalmasaydı: Yıllarca durmadan çalıştım, gece gündüz / Başarmak için / Zirveye tırmanmak için / Zamanla yarıştım / Unutmak için” diye başlayıp “Kendimi paraladım, fedakarlık ettim, şimdi pişmanım” diye devam eden ve “Arkadaşlarımın derdi tasası yoktu / Aşklarım ateşliydi / Bugün düşünüyordum da dertlerim pek de önemli değildi / Ne güzel günlerdi” diye sona eren bir şarkıdır…

En iyi biyografik filmler bile izleyicileri, eleştirmenleri ve uzmanları içeriklerindeki kaçınılmaz eksiltmeler ve bakış açılarındaki farklılıklar nedeniyle ikiye böler… Oldukça demode bir tarza sahip Aznavour’un da eleştirilecek çok yanı var, haliyle. Ünlü müzisyeni canlandıran Tahar Rahim’e uygulanan makyaj başta geliyor… Ama yer yer duygu yüklü ve Aznavour şarkıları imdada yetişiyor! Bu şarkıların bestelenmesi ve konserlerde seslendirilmesi sürecini ön plana aldığı için müzikal açıdan düş kırıklığı yaratmayacak bir anlatı.

Bu filmden beklentiniz Aznavour şarkıları dinlemek, nasıl beste yaptığını, sesini nasıl geliştirdiğini öğrenmek ve Edith Piaf ile malum ilişkisine dair merakınızını gidermek ise kesinlikle düş kırıklığına uğramazsınız.

Tarihi ve siyasi bağlamı zayıf

Öte yandan tarihi ve siyasi bağlamı zayıf kalmış bir film. Öncelikle ailenin kökenine, nereden ve neden geldiklerine kısaca değiniliyor. Charles Aznavour misali Ermeni kimliğine ve kültürüne sahip çıkan, Ermenistan ile sıkı bağlar kuran bir kişiliğin bu yönü neredeyse müzisyenliğin içinde asimile edilmiş. Şahnur olarak doğan Aznavour, değil de Charles olan Aznavur’u tanıyoruz bu biyografide. Ermeni soykırımının tanınması için eylemlerde bulunduğu, bu davanın onun hayatında belirleyici bir yeri olduğu es geçiliyor.

Oysa Aznavour öldüğünde Radio France şöyle demişti: “Charles Aznavour'un vefatıyla Fransa, en büyük şarkı bestecilerinden ve şairlerinden birini kaybetti. Ermenistan ise en büyük elçisini kaybetti”. 1988 depreminin ardından Ermenistan’a yardım sağlamak için kızkardeşinin eşi Garvarentz ile birlikte Pour toi Armenie / Senin İçin Ermenistan şarkısını besteledi ve dünya çapında birçok meslektaşını harekete geçirdi…

Elbette bir filme her şeyi doldurmak mümkün değil ama bazı tercihleri de sorgulamak mümkün… 2. Dünya Savaşı’nda Fransız direnişçileri arasında önde gelen ailesinden ve Fransız sinemasında başka filmlere de konu olan ünlü direnişçiler Meline ve Misak Manuşyan ile işbirliklerinden başlı başına bir film çıkardı.

Bir filme sığdırılamayacak dolu dolu bir yaşam

Genel izleyici kitlesi filmden memnun kalabilir, alıştıkları türden bir biyografik film sonuçta… Peki sinefiller, sıkı Aznavour hayranı Fransızlar ve kendisini baştacı eden Ermeni soydaşları ne olacak? Onları (bizi) tatmin edecek bir Aznavour biyografisi en az bir mini dizi olur. Nitekim film de episodik bir yapıya sahip. Beş bölüme ayrılarak anlatılması kopukluk yaratmasına yaratıyor ama tamamı bir filme sığdırılamayacak dolu dolu bir yaşamdan söz ediyoruz. 94 yaşında öldü Aznavour! 1. Dünya Savaşı’ndan başlayıp 2. Dünya Savaşı’ndan geçen ve günümüze uzanan bir tarih! Neredeyse 20. yüzyılın tamamı ve 21. yüzyılın ilk çeyreği! Fonda zamanımızı etkileyen önemli olaylar ve kişilikler varken ve Charles Aznavour onların bir kısmıyla doğrudan temas halindeyken, onu tarihten soyutlamak ve bir müzisyen olarak hırsını, bir erkek olarak kadınlarla ilişkilerini anlatmak kolay ve sık başvurulan bir tercih… Filmin takdir edilesi yanlarından biri -konjonktüre de uygun olduğundandır belki- eşcinsellik hakkındaki tabuları yıkan şarkılar bestelemiş olduğunun hakkının verilmesi.

Ama işin içine başka tercihler de girince bunu sorgulamak da zorunlu oluyor. “Niye o da bu değil?” sorusu film boyunca kafamızı kurcalıyor. Aznavour’un özel hayatını merkeze alınca bu özel hayattan azade olmayan kişisel ilişkileri ihmal etmemek gerekli ki ortaya aslına sadık değilse de saygılı bir portre çıksın.

Saygı meselesi özellikle önemli: Yönetmenlerin Aznavour’u sevdiğine kuşku yok. Zaten henüz hayattayken kendisi onaylamış biyografisini onların çekmesini… Onu başarı saplantılı antipatik bir adam olarak betimlemeyi hedeflemedikleri kesin, ama kısmen böyle bir portre çıkıyor ortaya. Yönetmenler Fransızlığını ve ‘büyük’lüğünü vurgulamak için filme Mösyö Aznavour adını koymuş, ama ironik olarak da algılanmaya uygun. Mösyö Aznavour, çeşitli alanlarda hizmet verenlere Efendi diye hitap etme ikiyüzlülüğünü çağrıştırıyor. Hem isminin arkasına Efendi koyup hem ‘sen’ diye hitap ederek iş buyurur gibi… Bakınız göçmendi nerelere geldi, der gibi… Ufak tefek, çirkin, boğuk sesli göçmen çocuğu olduğu vurgusu o kadar fazla ki Andersen’in Çirkin Ördek Yavrusu masalı geliyor aklımıza. Görünüşü kuğuya dönüşmese de sesi güzelleşiyor mösyömüzün…

Fiziksel olarak inandırıcılıktan uzak

Filmin en büyük sorunu ise Aznavour karakterinin fiziksel olarak inandırıcılıktan uzak oluşu. Fatih Akın’ın Kesik filminden sonra yine bir Ermeniyi canlandıran Tahar Rahim, esasen gayet iyi bir oyuncu. Onu Aznavour’a dönüştürmek için yapılan bütün o prostetik makyajın altında kaybolmuş. Onu gerçek bir insan olarak görmemizi engelliyor bu kadar abartılı ve başarısız bir dönüşüm. Sonuçta dönüştüğü ‘tip’ Aznavour’a hiç benzemiyor. Beden dilini de tutturamamış. Omuzların ve kolların hareketi bir sakatlığı varmış izlenimi veriyor. O kalınlaştırılmış kaşların altındaki bakışlar en kibar deyişle tuhaf. Briyantinli saçlarından sigara içişine dek son derece itici bir portre çizilmiş. Film boyunca oldukça çirkin ve kaba bir Aznavour maskesi takarak onu taklit eden bir oyuncu izliyoruz. Meşhur burun ameliyatını vurgulamak için sadece bir burun proteziyle Tahar Rahim’in rahat rahat oynaması sağlanabilirdi. Karşımızda bir kukla değil bir oyuncu görürdük.

(“Monsieur Aznavour” TV+ digital platformunda izlenebilir)

          

Kategoriler

Kültür Sanat Sinema



Yazar Hakkında