Forensic Architecture'ın kurucusu Weizman: Soykırım 'kalkınma' adı altında sürebilir"

“Forensic Architecture"ın kurucusu Eyal Weizman, Tütün Deposu’nda araştırma ajansının Gazze soykırımını belgeleyen raporlarından yola çıkarak “Soykırımın Mimarisi” başlıklı ufuk açıcı bir konuşma yaptı. Gazze’de ateşkes için yapılan zirve sırasında bir araya geldiğimiz Weizman, yeniden inşa sürecine dair dikkate alınması gereken uyarılarda bulundu.

Soykırım nasıl belgelenir? Mekân tasarımı nasıl soykırım silahına dönüşür? Mimari ve soykırım arasındaki bağ nedir? Şehir planlaması soykırımda nasıl bir rol oynar? Eyal Weizman, bu soruların peşine düşmüş bir mimar. “Adli mimarlık” kavramını geliştirmesine ön ayak olan ise doğup büyüdüğü topraklarda tanık oldukları... Weizman geçtiğimiz günlerde Tütün Deposu’nda kurucusu olduğu “Forensic Architecture” adlı araştırma ajansının Gazze soykırımını belgeleyen raporlarından yola çıkarak “Soykırımın Mimarisi” başlıklı ufuk açıcı bir konuşma yaptı. Gazze’de ateşkes için yapılan zirve sırasında bir araya geldiğimiz Weizman, yeniden inşa sürecine dair dikkate alınması gereken uyarılarda bulundu.


“İsrailliler soykırım kelimesini duyduklarında genellikle, ‘Biz insanları duvara dizip kurşuna dizmiyoruz ki’ diyorlar” diyorsunuz. “Gazze’de yaşanan soykırım değil” iddiasına nasıl cevap verirsiniz?

Özellikle İsrail’de “soykırım” dediğinizde, “Holokost gibi değil. Gaz odaları yok” diyorlar. Bu, soykırımı hukuki olarak tamamen yanlış anlamak demek. Filistin’de olanları anlamak için en doğru tarihsel çerçeve, “yerleşimci sömürgecilik soykırımı” kavramı. Amerika’da, Afrika’da yerli halklara yapılan soykırımlar gibi... Soykırım terimini ortaya atan Polonyalı Yahudi hukukçu Raphael Lemkin, yerleşimci sömürgeciliğin tarihine büyük ilgi duymuş ve “yavaş soykırımların son derece etkili olduğunu” fark etmişti. Yerli halklar, diller, kültürler sömürgeleştirilen topraklarda yok edildi. Ben bir mimar olarak, soykırımsal yıkımda mekânın rolüyle ilgileniyorum. Bu durumlarda şiddet mekâna uygulanır: Tarımı yok edersin, su kaynaklarını kirletirsin, hastaneleri bombalarsın, insanları susuz, yaşanmaz alanlara sürersin. Bu dolaylı bir şiddettir ve sömürgeci tarzda yavaş bir ölüme yol açar. Bu şekilde düşündüğünüzde şu soruyu da sormalısınız: Filistinlilere yönelik soykırım ne zaman başladı? Bu yeni bir şey mi, yoksa Gazze çevresindeki yerleşimci sömürgeci sürecin, toprakların alınmasıyla, çiftçilerin tarlalarından sürülmesiyle, kuzey Filistin’den zorla göç ettirilmesiyle yıllardır devam eden yavaş bir soykırım mı? Mekânsal mekanizma ile ilgileniyorum ve “soykırımın mimarisi” derken iki şeyi kastediyorum. Biri çevresel boyutu: Gazze etrafında çevre nasıl düzenlenmiş, bunu anlamak gerekir. Tarımsal toprak nerededir? Diğeri, Filistinlilerin hayatta kalmak için inşa ettiği mimari: Hastaneler, okullar, camiler, mezarlıklar... Benim ilgilendiğim, mekânın silaha dönüşmesi. Mekân tasarımının bir öldürme biçimine dönüşmesi...

“Gazze Şeridi” dediğimiz şey aslında 1948’de ortaya konmuş bir icattır. Tarihsel olarak Gazze bölgesi, El-Halil’e, Beerşeba’ya, Necef çölüne kadar uzanır. İsrail, 1948 savaşında tüm Filistinlileri sürme kararı aldı. Ürdün, Suriye, Lübnan mültecilere kapılarını açtı, Mısır ise sınırını hep kapalı tuttu. İsrail toprakları istiyor ama insanları istemiyordu. Böylece bir “toplama kampı” inşa ettiler: Gazze Şeridi. 

“Gazze Şeridi” dediğimiz şey aslında 1948’de ortaya konmuş bir icattır. Tarihsel olarak Gazze bölgesi, El-Halil’e, Beerşeba’ya, Necef çölüne kadar uzanır. İsrail, 1948 savaşında tüm Filistinlileri sürme kararı aldı. Ürdün, Suriye, Lübnan mültecilere kapılarını açtı, Mısır ise sınırını hep kapalı tuttu. İsrail toprakları istiyor ama insanları istemiyordu. Böylece bir “toplama kampı” inşa ettiler: Gazze Şeridi.

Tüm bunlar önce kâğıt üzerinde tasarlanıyor, sonrasında sahada uygulanıyor. Peki Gazze’deki soykırım mimarisinin arkasında kimler ya da nasıl bir ideolojik tasarım var?

“Gazze Şeridi” dediğimiz şey aslında 1948’de ortaya konmuş bir icattır. Tarihsel olarak Gazze bölgesi, El-Halil’e, Beerşeba’ya, Necef çölüne kadar uzanır. İsrail, 1948 savaşında tüm Filistinlileri sürme kararı aldı. Ürdün, Suriye, Lübnan mültecilere kapılarını açtı, Mısır ise sınırını hep kapalı tuttu. İsrail toprakları istiyor ama insanları istemiyordu. Böylece bir “toplama kampı” inşa ettiler: Gazze Şeridi. Bu politik bir karardı. Ardından sivil mimarlar devreye girdi. Başlangıçta Gazze Şeridi çevresinde ne duvar ne de çit vardı. Bazıları Bauhaus mezunu olan modern mimarlar “kibbutz”ları tasarlamaya başladı. Tarla sınırları boyunca birbiri ardına inşa ettiler ve David Ben-Gurion’un “organik duvar” dediği şey oluşturuldu. Bu, çizim tahtasında yapıldı. Kibbutzlar, Filistin köylerinin tam üzerine inşa edildi. “Artık buraya geri dönemezsiniz” mesajıydı bu. Ondan sonra askeri planlamacılar geldiler. Önce bir çit, sonra bir tane daha, sonra bir tane daha koydular. Şimdi dört kat çit, yerin altında tünellere karşı duvar ve havada Demir Kubbe var. Yani her yönden kapalı bir zarf haline getirildi.

“Forensic Architecture” fikri de Filistinlilerin yaşadığı deneyimlerden doğdu, değil mi?


İsrailli Yahudi bir aileden geliyorum. Ailem Avrupa’dan gelen mültecilerdi. Ben Filistin’de büyüdüm. Orada doğdum ve adaletsizliği hep mekânsal olarak gördüm. Gözlerimin önünde bir “mimari dürbün” vardı. Mimarlık ve şiddet, mimarlık ve iktidar ilişkisini anlamaya çalıştım. Ve zamanla da, Filistin’de sömürgeciliğe karşı verdiğim mücadele deneyimimden yola çıkarak “Forensic Architecture” kavramını geliştirdim. Cinayetleri, kameraya yakalanmış suçları mimari tekniklerle analiz ediyoruz.

Çöl çizgisi bir tür giyotin bıçağı gibidir. Bu, Ermeni Soykırımı’nda da olmuştu: Ermeni topluluklar su zengini bölgelerden Suriye çölüne sürüldü. Çölde hayatta kalmak tamamen verilene bağlıydı. İsrail de aynı şeyi yaptı: Bir yandan Filistinlileri çöle sürmeye çalıştı, öte yandan Gazze’nin kuzeyini, yani nispeten su bulunan bölgeyi çölleştirdi.

“Gazze'de Soykırım Amaçlı Açlık Mimarisi” (The Architecture of Genocidal Starvation in Gaza) raporu üzerine çalışırken sizi en çok etkileyen ne oldu?

Açlığın da tasarlanmış olması... Açlığın da aslında mimarisi var. Açlığın mimarisi birkaç unsurdan oluşuyor: Birincisi, tarlaların yok edilmesi. Bu, insanların kendi gıdasını üretme hakkını, yani “gıda egemenliğini” ortadan kaldırıyor. Böylece dışarıdan gelen gıdaya bağımlı hale geliyorlar. Ama o gıda da kontrol noktalarından geçerek içeri giriyor; İsrail bu noktalarda durdurabiliyor. İsrail ayrıca tüm gıda depolarını bombaladı. Ardından gıda dağıtımı bahanesiyle kurduğu ölümcül merkezlerde Filistinlileri topladı ve onları keskin nişancılarla vurdu. Biz de açlığın ve kıtlığın nasıl mimari bir biçimde düzenlendiğini inceledik.

“Çöl çizgisi giyotin bıçağı gibidir”

Mekânın nasıl bir soykırım silahına dönüşebileceğini anlatırken çöl örneğini sıklıkla veriyorsunuz. Gazze için anlattıklarınız, Ermeni soykırımını hatırlatıyor.

İsrail’in soykırımdaki stratejik hedefi, Filistinlileri Gazze dışına sürmekti. Bu hedef büyük bir yıkım ve ölüm yarattı ama stratejik olarak başarısız oldular. Kuzeyden güneye kadar bombalayarak sınırın çökmesini ve yüz binlerce Filistinlinin Mısır'a geçmesini istiyorlardı. Sonra sınırı kapatacaklardı. Gazze, çölün kenarında bir yer. Güneyde “Vadi Gazze” isimli küçük bir nehir var. Vadi Gazze’nin ötesinde, Refah’tan sonra tamamen çöl başlar. Çölde, su temini olmadan yaşamak imkânsız. Çöl çizgisi bir tür giyotin bıçağı gibidir. Bu, Ermeni Soykırımı’nda da olmuştu: Ermeni topluluklar su zengini bölgelerden Suriye çölüne sürüldü. Çölde hayatta kalmak tamamen verilene bağlıydı. İsrail de aynı şeyi yaptı: Bir yandan Filistinlileri çöle sürmeye çalıştı, öte yandan Gazze’nin kuzeyini, yani nispeten su bulunan bölgeyi çölleştirdi. Bu çölleştirme, bir halkın fiziksel varlığını ortadan kaldırmaya yönelik yaşam koşulları yaratma anlamına gelir.

Ailenizin ve arkadaşlarınızın bir kısmı halen İsrail’de. Yaptığınız işleri ise elbette biliyorlar. Onlarla nasıl bir diyaloğunuz var?

7 Ekim’den sonra sohbet imkânı neredeyse tamamen ortadan kalktı. Hamas destekçisi değilim ama İsrail medyasında Hamas yanlısı olmakla, İsrailli sivillere empati duymamakla suçlandım. Bazı arkadaşlarım benimle konuşmayı kesti, aile içinde sorunlar yaşadım. Umarım bu zamanla yumuşar ama savaş döneminde herkes sertleşiyor. Tam da konuşmaya en çok ihtiyaç duyduğumuz anda eleştirel alan daralıyor. İsrail toplumunun gözlerini açması, “Hamas bize 7 Ekim’de ne yaptı”dan öteye geçmesi gerekiyor. Elbette 7 Ekim’de inkâr edilemez bir vahşet yaşandı. Ama neden kibbutzlara saldırı oldu? Bu kibbutzlar sadece “masum köyler” değil, sınırın askerîleştirilmesinin bir parçasıydılar. Yıkımın üzerinde kurulmuşlardı. Elbette hiçbir sivilin öldürülmesini savunmuyorum ama bu olayların tarihsel bağlamını anlamak gerek.

Biz bu sohbeti yaparken Mısır’da “Gazze Barış Zirvesi” düzenleniyor.

Ateşkes barış değildir. Gerçek bir barış, ancak derin bir tarihsel yüzleşmeyle mümkün. Devlet eliyle uygulanan apartheid yıkılmadıkça barış olmaz. İnsanlar topraklarına dönemediği sürece barış olmaz. İşgal sürdükçe barış olmaz çünkü işgal başlı başına şiddettir. İşgale karşı direniş meşrudur çünkü işgalin kendisi şiddet doludur. Ben o bölgeyi çok seviyorum ama oraya sadece Filistinli dostlarımla eşit koşullarda yaşayabileceğim bir düzen kurulursa dönerim. Apartheid ya da Yahudi üstünlüğü koşulları altında yaşamaya dönmem.

Ateşkes sonrası Gazze’nin yeniden inşasından söz edilmeye başlandı bile. Bu süreçte sizce neler olacak?

Korkum şu: Yeniden inşa, soykırımın başka araçlarla sürdürülmesine dönüşebilir. Soykırımın bir aşaması bombalamak ve insanları sınır dışına itmekse, bir diğeri “kalkınma” adı altında yapılabilir. Erdoğan kısa süre önce Şarm El Şeyh’ten döndü. Körfez ülkelerinden yetkililerle görüşüyordu. Donald Trump da, “Körfez tarzı kalkınmadan ilham aldık” diyor. Peki Körfez tarzı kalkınma nasıl olur? Devasa alanlar çitlerle çevrilir, her şey kral gibi görülen bir proje yöneticisinin kontrolüne verilir. Giriş-çıkış, her şey kontrol altındadır. Gazze bir tabula rasa (boş levha) gibi tasarlanmak isteniyor. Ama bu “boş levha”nın altında çok sayıda toplu mezar var. “Hızlıca inşa etmeliyiz” diyecekler. Körfez’de olduğu gibi, belki Mısır sınırına yakın, özel inşa edilmiş geçici konutlarda yoğunlaştırırlar. Savaş sırasında İsrail’in yaptığı gibi, aynı yöntemi yeniden inşa sürecinde de uygulayabilirler. Türkiye dikkatli olmalı. Bu büyük ölçekli kalkınma süreci iyi anlaşılmalı. Erdoğan, “Şirketlerimize iş getirin” diyordu. Dikkatli olun: Savaş suçuna ortak olabilirsiniz.

Hangi faaliyetler sahadaki aktörleri savaş suçuna ortak kılabilir?

Söz konusu “kalkınma”, Filistinlilere dayatılıyor. Kimse onlara sormadı. Toplumun nasıl örgütleneceğine, mahallelere, camilere, kültür merkezlerine, mirasa, okullara karar verecekler. Oysa bunlar toplumun kendisinin karar vermesi gereken şeyler. Bir halka bir şey dayatıyorsanız, aslında bir hapishane inşa ediyorsunuz, bir toplama kampı tasarlıyorsunuz demektir. Türkiye, Gazze’deki toplama kampının tasarımına ortak olabilir. Bunun da hukuki sonuçları olur. Uluslararası hukuka göre bu yasal değil. Uluslararası Adalet Divanı, Filistinlilerin egemenliğini tanıdı. Eğer bu süreç Filistinlilerin davetiyle gerçekleşmiyorsa, yani Filistinli bir otorite tarafından yürütülmüyorsa, yapılamaz. Bu, soykırımın başka yollarla sürdürülmesi anlamına gelir. Şu anda herkes “iş kapmak” için koşuyor çünkü Katar ya da Suudi Arabistan bu projelere para verecek. Türk inşaat şirketleri de buradan çok iş çıkarabilecek. Bu kârlı bir iş olabilir ama Türkiye etnik temizlik, işgal ve hatta soykırıma ortak olabilir. Etik olarak da tamamen yanlış. Körfez tipi mimariye bir bakın: Emek nasıl örgütleniyor? Şehirler nasıl çevriliyor? Her yer yüksek çitlerle çevrili, her kamyon kayıt altında. Öncelikle Gazze’deki binaların enkazı altında kalan her şeyi düzleştirmeleri gerekiyor. Halen 11 bin kişi kayıp. Son kişiye ulaşmadan inşaat yapmak hem yasalara aykırı hem de ahlaken yanlış. Türkiye, depremden sonra yaptığı gibi hiç danışmadan, insanları yerinden ederek, çitlerle çevrili alanlarda, hızlı ve büyük ölçekli yeniden inşa modelini uygulayabilir. Çok dikkatli olunması gerekiyor.




Yazar Hakkında