OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Cumhuriyetin Temel Meselesi

Cumhuriyet, bütün etno-dinsel kimliklerin ideolojik, moral, siyasi ve hukuki düzlemlerde eşit vatandaşlar olarak kabul edildiği bir demokrasi yerine Türk ulus-devleti olarak yol almayı tercih etti. Dolayısıyla da üstten tanımlandığı biçimiyle Türk kimliği veya Türklük, diğerlerine üstün kılındı ve bu üstünlük alınan nefes kadar normalleştirildi, içselleştirildi. Olması gerekenin zaten bu olduğu zihinlere ve kalplere yerleştirildi. Bu durumdaki her türlü değişim ihtimali de bir tehdit olarak algılandı hala da öyle algılanıyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanının 102. yılını idrak ediyoruz. 102 yıl önce cumhuriyet ilan etmek hem doğru hem gerekli, aslına bakacak olursanız bir anlamda da kaçınılmazdı çünkü cumhuriyet, 1920-23 arasında yaşanan olayların bir anlamda kaçınılmaz demesek bile normal veya beklenebilecek sonucuydu. Nitekim, cumhuriyetin bu kadar coşkuyla kutlanıyor olmasının bir sebebi de yabancı askeri güçlerin ülkeden çıkarılmasının ardından gelmesidir. Yani, bu sadece ülkenin iç siyasetinin akışında bir rejimden başka bir rejime geçmenin ötesinde dışarıya karşı adeta bağımsızlığın yeniden kazanılması olarak kutlanıyor. Misal, 1908’de anayasal monarşi yerine doğrudan cumhuriyete geçilseydi veya 31 Mart Vakası’ndan (Nisan 1909) sonra cumhuriyet ilan edilseydi cumhuriyet algımız bugünküyle aynı olur muydu?

Mevzuya Mustafa Kemal’in iktidarını devam ettirmesi açısından bakacak olursanız da cumhuriyet, en olabilir yol ve seçenekti. İktidarının meşruiyetini hanedan mensubu olmaktan alamayacağına göre şeklen de olsa bir seçimden ve meclisten alması daha akla yakın ve mümkündü. Fakat, ne olursa olsun cumhuriyetin ilanı, o gün için ileriye doğru atılmış bir adımdı.

Cumhuriyetin ilanından bugüne neler olduğu ise ayrı bir konu. Daha evvel de belirttiğim gibi cumhuriyet, sadece değil ama özellikle Müslüman olmayan azınlıklar için söylemsel olarak geçmişle arasına koyduğu mesafe iddiasının aksine, beyaz bir sayfa açmadı. Kin ve intikam politikasını gelecek kuşaklara da taşıdı, tasavvur ettiği bir tarihin ve suçun hesabını o zamanlar doğmamış takip eden kuşaklara da kesti. Cumhuriyeti kuran kadronun büyük ekseriyetinin İttihat Terakki’nin rahle-i tedrisinden geçtiği göz önüne alınacak olursa onların sahip oldukları zihniyeti sürdürmelerinde de belki şaşılacak bir şey yok.

Sonuç olarak Türkiye Cumhuriyet tarihi, Ermeniler, Rumlar, Yahudiler ve Süryaniler için erimenin, yok oluşun tarihi oldu ve bu bir yorum da değil; niteliksel analizler bir yana nüfus, nüfusun coğrafi yaygınlığı, okul, dernek, şirket benzeri kurumların sayısı gibi istatistiklerin açıkça ortaya koyduğu bir olgu. (Şevkle Cumhuriyet kutlayan Ermeniler, bunun farkında mı değiller yoksa umursamıyorlar mı benim için bir soru işaretidir. Ama bir yandan da anlıyorum, asimilasyon konforludur, senden daha güçlü olan geniş çemberle kavga edeceğine ona uyarsan başın daha az ağrır, daha kolay bir hayatın olur. Peki ya özsaygı?)

Daha kapsayıcı bir tespit yapacak olursak da cumhuriyet, bütün etno-dinsel kimliklerin ideolojik, moral, siyasi ve hukuki düzlemlerde eşit vatandaşlar olarak kabul edildiği bir demokrasi yerine Türk ulus-devleti olarak yol almayı tercih etti. Dolayısıyla da üstten tanımlandığı biçimiyle Türk kimliği veya Türklük, diğerlerine üstün kılındı ve bu üstünlük alınan nefes kadar normalleştirildi, içselleştirildi. Olması gerekenin zaten bu olduğu zihinlere ve kalplere yerleştirildi. Bu durumdaki her türlü değişim ihtimali de bir tehdit olarak algılandı hala da öyle algılanıyor. Yakın bir örnek olarak, geçenlerde Erol Mütercimler katıldığı bir televizyon programında PKK’yla yürütülen süreç bağlamında, “Türk olmak artık çok zor bu ülkede. Türk’ün çok ciddi sorunu var kardeşim artık bu ülkede. En çok itilip kakılan Türkler” dedi.

Buradaki ifadeleri Türklüğün, Türk kimliğinin sorunları olarak anlamak lazım, yoksa herhalde Mütercimler, Türkiye’deki yüz binlerce hatta milyonlarca Türk’ün misal fakirlikten, geçim sıkıntısından dolayı yaşadığı sorunları kastetmiyor olsa gerek, çünkü bu gibi sorunlar nüfusun geneli için geçerli olan, Türklükle özel ilişkisi olmayan sorunlar. Mütercimler’in söylediği, ideolojik, siyasi ve moral üstünlüğünü, ayrıcalığını kaybediyor olmanın, sıradanlaşmanın getirdiği his. Ki yukarıda bahsettiğim gibi bu üstünlük hissini kuşakları boyu soluduktan sonra onu kaybediyor olmaya katlanmak gerçekten zordur.

Peki, var mı Türklüğün böyle somut bir kaybı? Anadilde eğitim hakları mı ellerinden alındı; çocuklarına istedikleri isimleri koymaları, kendi dillerinde şarkıları, edebiyatları mı yasaklandı; sokakta Türkçe’den başka bir dil konuşmaya mı zorlandılar; köylerinin, kasabalarının Türkçe isimleri mi değiştirildi; Türklüklerinden dolayı belli makam ve mevkilerden mi dışlandılar vs vs…? Bunlar Türkiye’de ancak gerçeküstü paralel bir evrenin ya da hayali bir senaryonun konusu olabilir.

Dolayısıyla böyle bir kayıp yok ama önemli olan bahsettiğim his. Hep de böyle oldu. Bütün katliamların, zulümlerin arkasında, bu hükmeden olma özelliğini kaybetmenin verdiği panik ve öfke oldu. Türklük diğerleriyle eşitlenmeyi, “bütün başlardan üstün olan baş” değil de başlar içinde bir baş olmayı hiçbir zaman kabullenemedi, hazmedemedi. (İmparatorluk zamanı için aynı şey, Müslümanlık için geçerlidir.) Cumhuriyetin temel meselesi budur.