Sınır ötesine bakmaya çalışacağım, ya da, ister istemez, sınır ötesi ile sınır içerisinin etkileşimine. Zira iri, ufak hiçbir siyasa, ABD, Çin, Rusya dâhil, tamamen başına buyruk değil, olamaz da. Türkiye gibi aklı fikri ağır sıklette olan orta sıklet bir memleket için ise asla.
AGOS’la ilişkimi rahmetli Hrant kurmuştu, memleketin Avrupa Birliği serüveninin umutlu günleriydi. AB rüzgârının memlekete iyi geleceğini kestirmişti, nitekim öyle de oldu. Taa ki çökene kadar. Birkaç boy büyük geldi AB memlekete.
AB hazırlık çalışmaları ile ortaya çıkan dinamiğin tersyüz olup külliyen yolundan çıkması, bir bakıma, onun katliyle başlar.
Gazetede ara sıra yazdım, Hrant’la söyleştik, ağırlıklı olarak AB hazırlık çalışmaları ile ilerideki üyelikten dem vuran metinlerdi.
Bu defa köşenin adındaki imâda görüldüğü gibi sınır ötesine bakmaya çalışacağım, ya da, ister istemez, sınır ötesi ile sınır içerisinin etkileşimine. Zira iri, ufak hiçbir siyasa, ABD, Çin, Rusya dâhil, tamamen başına buyruk değil, olamaz da. Türkiye gibi aklı fikri ağır sıklette olan orta sıklet bir memleket için ise asla.
Memlekette, dış meselelerin uzmanı veya uygulayıcıları dışında, ötelerde olup bitenden haberdar olan enderdir. Zaten basında da dişe dokunur haber bulunmaz. Bu durumun birçok nedeni vardır.
Boyca büyük memleketler genellikle kendilerini dünyanın merkezi farz ettiklerinden gözleri başkasını görmez. ABD bu küstahlığın veciz örneğidir. Meşhurdur: “Paris nerede?” “Teksas’ta”!
Ve o ölçüde yabancı dillere de vakıf olmazlar. Hoş, artık her dili ânında tercüme ettirmek mümkün, yine de Türkiye’de yabancı dil bilen ama esas, o dillerin konuşulduğu ülkelerin farkında olanların nüfusun yüzde beşi civarı olduğu söylenir. Kürtçeyi saymıyorum yabancı diller arasında!
Merak eksikliğinin diğer nedeni, günlük ekmek kavgası ve siyasi gidişatın ağırlığı olsa gerek. İnsanların önce kendi sonra memleketin derdinden başını alacak vakti yok.
Bir diğer neden, 1923 sonrası Türkiye’nin kabuğuna çekilmesidir.
İttihatçılıkla başlayan ve Cumhuriyetle devam eden tekdüzeleşme, tekilleşme ve kozmopolitliğin kaybının taşıdığı kültürel çölleşme.
Son derece sancılı ve şiddetli uluslaşma sürecinin doğurduğu dış düşmanlar kurgusu.
Arap ve Müslüman memleketler ile Sovyet sultası altında kalanlara yönelik gönüllü siyasi tecrit.
Osmanlı döneminin, özellikle 19 yüzyılda pekişen dışilişki ağlarının art arda akamete uğraması.
Bu seçimli yalnızlığın veciz örneği, ahaliyi geçtim, Hariciye’deki yabancı dil ve dolayısıyla kültüre aşina meslek memuru sayısıdır. Hepsi mecburen İngilizce kullanır, ikinci dil bilen sayısı sınırlıdır, mahallenin dillerine hâkim olan ise parmakla sayılır.
Akademi ise bu umursamazlığın maalesef en kritik merkezidir. Akademi, hele Türkiye gibi bir memleketin ihtiyacı gereği ve siyaset esnafının ikide bir kafamıza kaktığı “bulunduğumuz çok tehlikeli bir mahalle” mecazının gerektirdiğine rağmen, diğer mahallelilerle ilgilenmez. Ankara’nın birkaç zamandır bayrak sallandırmaktan iftihar ettiği uzak coğrafyalardan, Amerika’nın güneyi, kara Afrika ve Uzakdoğu’dan hiç bahsetmiyorum.
Oysa bu ilgi, ihtiyaçtan geçtim, akademinin doğası gereğidir. Bu bağlamda memlekette, devlet eliyle kotarılan, çekip çevrilen, istihbarat ağırlıklı merkezler dışında, bağımsız ve nesnel veri ile analiz üreten akademik uzman kurumlar iki elin on parmağını geçmez. Çoğu da Amerika, Avrupa çalışır. Memleket akademiasında çağdaş veya tarihî, Arap memleketleri, Balkanlar, İran, İsrail, Kafkasya, Orta Asya, Rusya ve Yunanistan’ı araştıran merkez bulunmaz. Yalnızca münferit ve sadece kendi çabalarıyla üreten, dolayısıyla kurumsal destek ve hafızadan yoksun uzmanlar vardır. Öyle olunca da sürdürülebilirlik mümkün olmaz.
Bu kuraklıkta ortalık eski sefirlere, oraları yarım yamalak bilen gazetecilere ve her konuda fikir serdetmeye hep hazır cühelâya kalır. Bunlara bir de akademik ünvanlı ama devlet ağzıyla konuşan, devlet çıkarını düstur edinmiş, umumiyetle devlet ilişkili, projeci, tozduman bir ikili ilişkide dahî diyalog icat etmeye çalışan “uluslararası ilişkilercileri” ilâve etmek gerek.
Hâsılı kelâm, dışarıda ne olup ne bittiğini lâyıkıyla kavramak her açıdan önemli. Belki en canalıcısı da tanımadığının sende yarattığı korkudan arınmak için.
“Mahallenin Ötesi”nin bu karadeliği doldurmak gibi bir iddiası elbette yok. Muradım neredeyse her gün bir biçimde ilişkide olduğumuz memleketlerde olup biteni irdeleyen, ikili ilişkilere anlam vermeye çalışan, devletlerarası bağlamdan gayri toplum, insan ve tarihî altyapıyı önceleyen, veri temelli, tartışmaya açık analizler paylaşmak.
Epeydir düzenli yazmıyorum. Yazacak mecra da pek kalmadı ya… Elle ve elde tutulabilenleri kastediyorum… AGOS ailesine bana bu imkânı verdiği için şükranlar.

