Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos’un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı ‘Lensler konuşabilseydi’ başlıklı köşesinde, çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor.
Sulukule’de fotoğraf çekimleri yaptığım birkaç ay içinde tanıdığım, mahallenin en asi ve gururlu kızlarındandı. Aynı zamanda çok talepkâr ve sabırsız, küçük bir kadındı. Ne zaman fotoğrafının çekilmesini istese, sanki az sonra dünya yok olacakmış, o kareyi çekmek için tek ve son bir fırsat yakalamışız gibi, “Ya şimdi çekersin ya da asla” tavrı takınırdı. İstanbul’daki ilk yılımda, Sulukule’de çocuklar için kurulmuş bir toplum merkezinde, müzik ve dans eğitmenleri gibi ben de birkaç ay gönüllü olarak çalışmış, mahallenin çocuklarına İngilizce dersleri vermiştim. Fakat o, öğrencilerimden biri değildi. Ailesi, ders saatini beklerken oturduğum kafenin karşısında yaşıyordu; onu o sayede tanımıştım. Altı kişilik aile tek bir odada kalıyordu. Kız kardeşiyle birlikte sokakta oynardı. Adını hatırlayamıyorum – Zeynep ya da Ayşe olabilir. Konuşmama gülerdi. O zamanlar Türkçem berbattı.
Ama zamanla arkadaş olduk. Fotoğrafını çektiğim insanlara o fotoğrafları basılı halde verdiğimi birçok kez görmüştü, sanırım o çekimleri yapma biçimim hoşuna gitmişti. Bazen benden fotoğrafını çekmemi ister, poz verirdi. Ona “Şöyle dur, böyle dur” denmezdi, ille kendi istediği gibi dururdu. Bir gün okul çıkışında, kız kardeşinin ve kendisinin fotoğrafını çekmem için her şeyi ayarladı. Evin girişinde durdular – arkada kurumaya asılmış çamaşırlar ve dağınık koridor... Doğrudan gözlerimin içine bakıyordu. İki kardeş, verdikleri zarif ve vakur pozla bu karanlık köşeye taşıdıkları aydınlık karşısında büyülenmiştim.

