Özellikle 2013’teki 180 derece savrulmadan itibaren gergin bir mecraya girmiş olan ilişki 2018’de parlamenter sistemin şark usûlü icracı ve tam yetkili başkanlık sistemine dönüşmesiyle akamete uğradı. O zamandan beri adaylık fiilen askıda. Buna karşılık, Türkiye’nin kıtanın yeni savunma ve güvenlik mimarisi SAFE’e (Security Action for Europe - Avrupa Güvenliği için Eylem Planı) dâhil olması büyük olasılık. Şimdilerde buna binaen basında, bu yolla üye olunabileceğini imâ eden, serdeden, iddia eden bir dolu görüşe tanık olsak da üyelik artık ne Brüksel’de ne de Ankara’da gündemde.
2015’teki mülteci krizi dönemiydi. AB Komisyonu başkanı Jean-Claude Juncker, o yılın 28 Ekiminde Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı meşum konuşmada şöyle hükmettiydi: “Türkiye ile insan hakları, basın özgürlüğü ve benzer konularda, Avrupa Birliği ve Avrupa kurumlarının çözülememiş meseleleri olduğunu söyleyebiliriz. Bu konularda ısrar edip durabiliriz ama bu, Türkiye ile yürüttüğümüz görüşmelerde bizi nereye götürür? Eksikliklerin farkındayız, ancak Türkiye’yi girişimlerimizin içine dâhil etmemiz gerekiyor."
Mealen: Türkiye’nin mülteci zaptiyeliğine olan ihtiyacımız o ülkedeki gayridemokratik uygulamalara olan hassasiyetimizden önemlidir.
AB, hazırlık çalışmalarının tavsamaya yüz tuttuğu 2007-8’den itibaren eleştiri tonunu zaten usul usul düşürmüştü. Bunun arkasında Komisyon’dan ziyade üye devletler ve başta Sarkozy Fransası'nın Türkiye’nin müstakbel üyeliğine olan saplantılı muhalefeti vardı. Üye devletlerin gönülsüzlüğü giderek başat politika hâline geldi. Karşı tarafta, Türkiye’de, AB işlerinin eski köye yeni âdet olma potansiyeli başka bir gönülsüzlüğe yol açmaya başlamıştı. İlk yazıda, “AB Türkiye’ye iki beden büyük geldi” dediğim…
Özellikle 2013’teki 180 derece savrulmadan itibaren gergin bir mecraya girmiş olan ilişki 2018’de parlamenter sistemin şark usûlü icracı ve tam yetkili başkanlık sistemine dönüşmesiyle akamete uğradı. O zamandan beri adaylık fiilen askıda. Tarafların ince hesapları hepten havlu atılmasını ve adaylığın resmen bitirilmesini engelliyor ama üyelik konusunda Türkiye AB’nin, AB de Türkiye’nin ufkunda artık yok, muhtemelen de olmayacak. Dostlar alışverişte görsün misali yıllık “gerileme raporları” yazılmaya devam edilse de, Dışişleri de âdeti olduğu üzere bunları çöpe atsa da, taraflar arasında zımnî bir mutabakat var, işin işten geçtiğine dair…
Buna karşılık, Türkiye’nin kıtanın yeni savunma ve güvenlik mimarisi SAFE’e (Security Action for Europe - Avrupa Güvenliği için Eylem Planı) dâhil olması büyük olasılık. Şimdilerde buna binaen basında, bu yolla üye olunabileceğini imâ eden, serdeden, iddia eden bir dolu görüşe tanık olsak da üyelik artık ne Brüksel’de ne de Ankara’da gündemde.
Pek çok neden arasında: üye olacağı kuvvetle muhtemel Ukrayna gibi büyük bir ülkeye ilâveten ondan da büyük Türkiye’nin üyeliği teknik olarak mümkün değil. Her iki taraftaki siyasî engellere değinmiyorum bile.
Merak eden, Komisyonun Genişleme Genel Müdürlüğünün aday ülkeleri kapsayan üç alt birimine bakabilir. B Müdürlüğü Güney Komşuluk ve Türkiye’ye, D Müdürlüğü Batı Balkanlara, devasa E Müdürlüğü ise sadece Ukrayna’ya bakıyor. Yoruma gerek yok herhalde.
Yeni askerî ilişkiye, içinde “strateji” bulunan afili bir ad bulunacaktır. Geçenlerdeki Almanya ve Britanya başbakanlarının ziyaretini bu çerçevede değerlendirmek mâkul olacak. Britanya artık AB üyesi olmasa da yeni mimaride yerini alacak. Ve AB içerisinde sözkonusu kararlar alınırken ısrarla Türkiye’nin de dâhil olması için Fransa gibi tereddüt edenler nezdinde her koldan lobi faaliyetinden geri durmadı.
Almanya ise önce Dışişleri Bakanı hemen ardından Başbakan ziyaretiyle Türkiye’nin SAFE’e katılımının hayatî önemini vurguladı.
Yeri gelmişken, Kıbrıs ve Yunanistan’ın mâlum gerekçelerle aldıkları veto kararlarının ise katılım için belirleyiciliği yok, zira karar nitelikli çoğunlukla alınıyor.
AB-Türkiye ilişkisi pek de nezih olmayan mülteci zaptiyeliğiyle sınırlıyken şimdi, revaçtaki deyimle, turpun büyüğü, “yeni savunma ve güvenlik mimarisine katılım” yani kabaca “Rusya’yı kuşatma ve etkisizleştirme” misyonu geliyor.
Bu yeni dönem, “jeostratejik vazgeçilmezlik” sayesinde resmî Türkiye’nin geleceği açısından olumlu olabilir ama geriye kalan Türkiye açısından ne kadar hayırlı olur belli değil. Dört bir yanda kılıçların çekildiği, mıntıka temizliği yapıldığı, kaba kuvvetin sultasında had safhada militarist bir dünyanın sıradan insana bir hayır getireceğini düşünmek zor.
***
AB hazırlık çalışmalarının hummalı dönemiydi. Açık Toplum Enstitüsü’nün kurucusu ve hâmisi Georges Soros TESEV’de toplantıda bir öngörüde bulunmuştu. Mealen söylüyorum: “Eğer AB üyeliğiniz gerçekleşmezse kederlenmeyin, ilişkilerinizi rekabetçi olduğunuz askeriye sayesinde geliştirebilirsiniz!"

