Tüm baskılara ve şiddet iklimine rağmen kök salan örgütlü kadın dayanışması hâlâ en güçlü nefes. Erkek-devlet şiddetini görünür kılan mücadele mahalleden kampüse, işyerinden ev içi emeğe kadar her yerde var olmaya devam ediyor; başka bir dünyanın mümkün olduğuna dair somut bir umut oluyor. 25 Kasım Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü'rde Kadının İnsan Hakları Derneği'nden İrem Gerkuş anlatıyor.
Yoksulluk, sömürü ve güvencesizliğin kıskacındaki kadınlar, bütün ağırlığa rağmen eşitsizlik ve şiddete karşı direnmekten geri durmuyor. Kadınlar için yılın her günü kıran kırana devam eden mücadele senede bir ya da bir iki gün görünür oluyor. 25 Kasım Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü'nde, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde ya da kadın cinayetlerinin protestolarında. Tüm baskılara ve şiddet iklimine rağmen kök salan örgütlü kadın dayanışması hâlâ en güçlü nefes. Erkek-devlet şiddetini görünür kılan mücadele mahalleden kampüse, işyerinden ev içi emeğe kadar her yerde var olmaya devam ediyor; başka bir dünyanın mümkün olduğuna dair somut bir umut oluyor.
İrem Gerkuş, yaklaşık yedi senedir farklı platformlarda feminist hareketin ve kadın hareketinin eylem ve kampanyalarının örgütlenmesinde yer alan bir kadın. Çatlak Zemin ekibinde ve Aralık Feminist Kolektif'te örgütlü. Beş yıldır Kadının İnsan Haklar Derneği'nde iletişim ve yayınlar koordinatörü olarak çalışıyor. Gerkuş ile Türkiye’de 25 Kasım’da ‘aile yılı’, feminizmin yerelleşmesi, kadın örgütlülüğü ve kadın hareketinin Türkiye’deki koşullarını konuştuk.
Her yıl kadınların önüne barikatlar, çevik polisler konuluyor. Yollar, tüneller kapatılıyor. Zaman zaman kadınların barikatları yıktığı görüntüleri görüyoruz. Medya da bu çarpıcı karelerle çok ilgileniyor tabii. Ama bir yerde de o görüntüye kitleniyor ve gerisini görmüyor muyuz? Bunun ötesinde o sokaklar bize ne diyor? Taleplerin ne kadarı karşılık bulabildi? Kadın hareketinin bir basıncı var mı iktidar üzerinde?
25 Kasım ve 8 Mart, kadınlar olarak her sene sokağa çıktığımız iki önemli gün olsa da feminist hareket ve kadın hareketi yalnızca bu iki günle ve sadece İstanbul ile sınırlı değil. Yıl boyunca farklı gündemlerle, farklı taleplerle sokakta olan hareketler. Devlet tarafından kurulan barikatlara, kapatılan yollara rağmen biz bir şekilde bir araya gelip sözümüzü söylemenin yollarını buluyoruz. Medyada gördüğünüz o son karenin biraz öncesinde de bir araya gelmemiz kolektif bir çalışmayla mümkün aslında. Aylarca taleplerimizi belirlenmek, politik sözümüzü oluşturmak, yürüyüşün ve eylemin fiilen örgütlenmesi için çalışıyoruz. Duyuru görsellerinden pankart ve dövizlerin sözlerinin belirlenip hazırlanmasından ses aletlerinin pillerini kontrol etmekten yürüyüş rotalarının belirlenmesine kadar görünmeyen bir kolektif emekten bahsediyorum aslında. Hem bu kolektif emeğin devam etmesine uğraşmak hem engeller karşısında vazgeçmemek ve bu biçimiyle ısrar etmemiz bizi güçlendiren, kalabalıklaştıran ve bu sürekliliği sağlayan şeyler.
Feminist hareket içinde birbirimizden öğreniyoruz ve feminist politika da bu öğrenme ve deneyim birikiminden besleniyor. Yaşadığımızı patriyarka çerçevesinde okuyarak adını koyuyoruz. Bu nedenle değişim sadece sokakta olmuyor; evde, ilişkilerde, ailede, iş yerlerinde, kampüslerde, yaşadığımız bütün alanlarda oluyor. Ayrımcılığı ve şiddeti ifşa etmekten, uzun vadeli mekanizmaların kurulmasını talep etmeye kadar mücadelenin birçok hattı ve aşaması var. Bu hattı bazen bulunduğumuz yerdeki kadınlarla örgütlenerek, bazen tek başımıza ama dayanışmayla kuruyoruz.
Feminist hareket için sokakta olmak özellikle haklara yönelik saldırıların arttığı dönemlerde çok önemli ama sokağı sadece baskıya karşı tepki vermenin alanı olarak da görmüyoruz. Yani sözümüz ve politikamızın dönüştürücü ve kurucu olmasına da çaba harcıyoruz. Bu da elbette sokak dışı örgütlenme alanlarını da birlikte kullanmak demek. Ancak şu anda kadınlar olarak ciddi bir baskı, saldırı altında olduğumuz gerçeğini de yadsımamak gerek. Bu saldırılar kimi zaman yasa değişikliğiyle gelmese bile uygulamayla yapılmaya çalışılıyor ve bunları görünür kılmak, toplumun buna tepki göstermesini sağlamak için kampanyalar, platformlar, meclis görüşmeleri, basın çalışmaları, sosyal medya, afişler, yazılamalar, yerellerde örgütlenmeler gibi çok ayaklı bir mücadele yürütülüyor. Bugün feminist hareketin ve kadın hareketinin örgütlenme ve nüfuz alanlarını çeşitlendirerek taleplerini örgütlediğini, duyurduğunu bu sayede siyaseti etkilemeyi kimi durumlarda saldırıları bertaraf etmeyi başardığını düşünüyorum.
Kısaca bu farklı örgütlenme biçimlerinin bir aradalığının iktidarın üzerinde bir basınç oluşturduğunu düşünüyorum. Talepler her zaman hayata geçmiyor elbette ama taleplerin kendisi toplumsallaşıyor. İstanbul Sözleşmesi bunun en somut örneklerinden biri. Sözleşmeden çekilmiş olabilirler ama bugün herkes İstanbul Sözleşmesi’nin ne olduğunu biliyor. Aynı şekilde yıllardır nafaka meselesini gündeme getiriyorlar, “süresiz nafaka” diye bir tartışma yaratılıyor ama kadın hareketi bunu sürekli geri püskürtüyor. Kadın cinayeti davalarında da hayatını savunan kadınların duruşmalarında da anayasal haklarını kullandıkları için yargılanan kadınların davalarında da bu baskı sonuç verebiliyor. Bu sonucun gerçekleşmediği durumlarda dahi kadınların sözünün ve talebinin yaygınlaştığını görebiliyoruz.
“Feminist mücadele, ‘aile’ ve eşit bir yaşam”
Bir yandan 2025 ‘aile yılı’ ilan edildi. Farklı muhalif ve feminist çevrelerden tepkiler yükseldi. Sizin buna yaklaşımınız nasıl?
2025’in ‘aile yılı’ ilan edilmesini, uzun tarihsel çizginin yeni bir halkası. Aileci politikalar hem Türkiye’de hem de dünyada hep bir biçimiyle var oldu. Aile hiçbir zaman sadece bir “birliktelik biçimi” olmadı; kadınların bedenini, emeğini ve hayatını denetleyen patriyarkal bir kurum olarak işledi. Her ekonomik ya da siyasal krizle karşılaşıldığında çözüm yeniden aileyi güçlendirmekte aranıyor. Bugün ‘aile yılı’ söylemi de tam bu işleyişe dayanıyor: Doğurganlığın milli meseleye indirgenmesi, yoksullukla mücadelenin evde ücretsiz iş yerinde ucuz ve güvencesiz kadın emeğine havale edilmesi, sosyal politikaların aile birimi üzerinden kurgulanması, boşanma ve nafaka gibi en temel hakların tartışmaya açılması, kadınların birey, yurttaş olarak değil ancak aile içinde tanımlanması. Bu paketler ve teşvikler kadınların sosyal ve ekonomik bağımsızlığını, güçlenmesini değil, aile içinde ‘esnek’ ve görünmez emeğini destekliyor. Tüm bunlar konuşulurken erkek şiddetinin aile içerisinde çoğu zaman en yakınımızdaki erkekler tarafından uygulandığını tekrar tekrar vurgulamamız gerekiyor. Aile, sevgi ve dayanışmayı da kendine aitmiş gibi sahiplenerek bizi rızaya dayalı bir sömürü düzenine bağlıyor. Kadınlar ve LGBTİ+’lar açısından aile çoğu zaman dışlanmanın, yok sayılmanın ve şiddetin mekanı. Bu yüzden insanların bir aradalığını aile dışında da kurabildiği bir hayatı savunmak önemli. Mesele “nasıl bir aile istediğimiz” değil, nasıl bir yaşam tahayyül ettiğimiz. Feminist mücadele tam da bu nedenle aileyle sınırlı olmayan, şiddetsiz, güvenceli ve eşit yaşamların mümkün olduğunu hatırlatmaya devam ediyor.
“Bugün erkek şiddeti daha görünürse bu mücadelenin başarısı”
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü ama sadece şiddetin değil direnişin de görünürlüğünün altını çizmek gerekiyor. Kadınlar dayanışıyor, direniyor, örgütlü olarak mücadele ediyor. Türkiye’de feminist hareketin örgütlü gücünü bu çerçevede nasıl değerlendirebiliriz? Yerelleşme, yaygınlaşma, farklı kesimlere hitap edebilme gücü… Sizce ne kadar karşılık buluyor talepler? Feminist hareketin Türkiye’de bugünkü koşullarını nasıl değerlendirmek gerekir?
1987’deki Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü, Türkiye’de feminist hareket açısından büyük bir dönüm noktasıydı. Erkek şiddetine karşı yapılan ilk kitlesel kamusal eylemdi ve o günden sonra bu mesele feminist mücadelenin merkezine yerleşti. Feminist hareketin yıllardır yaptığı en temel şey ise erkek şiddetinin özel alanın bir meselesi olmadığını göstermek. Feministleri erkek şiddetinin aile içinde saklanacak bir sorun değil; kadın-erkek eşitsizliğinden beslenen, politik ve kamusal bir mesele olduğunu ısrarla ortaya koydu. Münferit değil, bireysel bir sorun değil, erkeklerin kadınlara şiddet uygulamayı kendilerinde hak görmeleri.
Toplumda erkek şiddetini mazur gören, normalleştiren anlayışı dönüştürmek; bunun için yasaların çıkarılmasını, politikaların uygulanmasını sağlamak; kadınların şiddetten uzaklaşabilmesi için mekanizmaların kurulmasını talep etmek. Feminist hareketin politika üretme gücü burada şekillendi. Ve bence yıllar içinde bu konuda önemli bir dönüşüm sağlandı. Uygulamada çok sorun var ama bugün erkek şiddeti geçmişe kıyasla çok daha görünürse bu feminist mücadelenin sonucu. Artık kadın cinayetlerinin politik olduğu, cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklandığı ve patriyarkanın ürettiği yapısal bir sorun olduğu geniş kesimler tarafından konuşuluyor. 1990’lardan beri bu alanda farklı örgütlenme biçimleri ortaya çıktı; kadın örgütleri, yerel inisiyatifler, aktivistler yıllardır çok çeşitli yollarla mücadeleyi sürdürüyor.
Bunun yanında kendine feminist demeyen pek çok insan bile bugün şiddet konusunda feminist hareketin ürettiği bilgi ve dili kullanıyor. Bence feminist hareketin örgütlü gücü tam olarak burada: Şiddete karşı geliştirilen sözü ve fikri toplumda yaygınlaştırabilmek. Bu fikrin kaynağı ise kadınların kendi deneyimleri. Kendi yaşadıklarımızdan yola çıkarak hem kendimiz hem birbirimiz için mücadele ediyoruz. Bu da hareketi hem güçlendiriyor hem de yerelleştiriyor; farklı kesimlere temas etmesini sağlıyor.
Bugün hala ayrımcı söylemlerle, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştiren politikalarla, yasal geri adımlarla karşılaşıyoruz. Ama aynı zamanda bu politikalara karşı verilen mücadeleye de güveniliyor. Ülkenin pek çok yerinde kadın örgütleri var; kadınlar yerelde örgütleniyor; belediyeler adımlar atmak zorunda kalıyor; devlet bir şey söyleme ihtiyacı hissediyor. Bir kadın cinayeti olduğunda kadınlar sokaklara çıkıyor, sosyal medyada söz alıyor, dayanışma ağları büyüyor. Kadınlar haklarını daha çok biliyor, şiddete uğradıklarında daha fazla destek talep ediyor. Tüm bunlar yıllar içinde verilen mücadelenin gerçek kazanımları.
Feminist hareketin farklı kesimlere hitap edebilmesinin nedeni kadına yönelik şiddetin tüm kadınların hayatını kesen ortak bir gerçeklik olması. Hepimiz bu şiddetin bir biçimine ya maruz kalıyoruz ya da kalma ihtimaliyle yaşıyoruz. Bu nedenle artık şiddetin hem daha fazla konuşulduğunu hem daha görünür olduğunu hem de buna verilen tepkinin çok daha güçlü olduğunu görüyoruz. Bugün belki en çok altını çizmemiz gereken şey, şiddetin kim tarafından uygulandığı. Devletin politikalarını ve sorumluluğunu tartışmak elbette önemli fakat faillerin erkek olduğu gerçeği de her gün yeniden görünür olmalı. Çünkü hâlâ şiddet “öfke kontrolü”, “alkol”, “psikolojik sorunlar” gibi bireysel nedenlerle açıklanabiliyor. Oysa bu patriyarkanın ürettiği yapısal bir sorun. Ve bu yapısal gerçeği görünür kılmak feminist mücadelenin temel hattı.
Sonuç olarak, bugün feminist hareketin talepleri geçmişe göre çok daha geniş bir toplumsal karşılık buluyor. Mücadele yerelleşiyor, yaygınlaşıyor, çeşitleniyor. Ve bütün bu tablo sadece şiddetin değil, kadınların direnişinin ve örgütlü gücünün de çok daha görünür olduğunu gösteriyor.
Feminist hareket deyince akılda homojen bir şey canlanmıyor tabii. Burada belki birçok iç tartışma dönüyor, feminist hareketin kendi iç dinamikleri var, deneyimleri var… Misal feminizmin kapsayıcılığı tartışmaları süregeliyor. “Gazzesiz bir feminist mücadele yok”, “Türkiyeli ve mülteci kadınlar biz biriz” gibi sloganlar zaman zaman alkışlanıyor, zaman zaman tepki alıyor. Ortak bir zemin size mümkün geliyor mu? Kadınların yolları feminist gece yürüyüşlerinde, meydanlarda buluşuyor; peki ya ideolojide ya da “davada”? Ne öğretiyor bize kadın hareketi?
Feminist hareket de diğer birçok hareket gibi farklılıklar, tartışmalar barındırıyor içinde. Tek bir feminizmden bahsedemeyiz. Cinsiyetler arası eşitsizliği tahlil ederken farklı kuramlardan beslendiği, ilgilendiği konularda kavram, analiz ve dil farklılıkları, ilkesel ve yönteme dair farklılıklar barındırıyor. Kurtuluş perspektifi olan toplumsal hareketlerden biri feminizm. Sadece yaşadığımız coğrafyada değil dünyaya, eşitlik ve özgürlük mücadelelerine dair her zaman bir taraf olarak mevcudiyetini koruyor. Kapitalizm, iktidarlar, savaşlar, göçmenlik, mültecilik, siyasi tutsaklar ve benzeri konularda söz söylerken bu kapsayıcılıktan besleniyor. Ortak bir zeminin mümkünlüğü çok daha derin bir tartışmayı gerektirse de bu bağlamda yan yana geldiğimiz kampanyalar, eylemler, buluşmalar için ise kimi ilkeler doğrultusunda örgütlemeye özen gösteriyoruz diyebilirim. Irkçı, milliyetçi, ayrımcı, cinsiyetçi, LGBTİ+ düşmanı söylemlere yer vermiyoruz bu yan yana gelişlerde. Bu bağlamda bahsettiğiniz sloganların tepki alması yollarımızın kesiştiği feminist gece yürüyüşlerinde, meydanlarda pek rastladığımız bir durum olmuyor.
“Dayanışma, mücadele etme gücü veriyor”
Sizi feminist mücadelenin içine çeken neydi? Yıllardır bu mücadelenin içinde var olan birisi olarak siz neler deneyimliyorsunuz? Size ne kattı, ne hissettiriyor, ne paylaşmak istersiniz? Aralık Feminist Kolektif’tesiniz... Kolektifin kurulma sürecini anlatacak olursanız; birçok kolektif var, platform var, neden yeni bir kolektif? Sizi bir araya getiren neydi?
Sondan başlayayım… Bizi bir araya getiren bir andan ve tek bir şeyden bahsetmek pek mümkün değil. Kişisel olarak maruz kaldığım ve tanıklık ettiğim haksızlıkları, ayrımcılığı anlamak ve bunlarla mücadele etme isteğiyle başladı diye düşünüyorum. Feminizme dair okudukça da bu deneyimlerin adını koyabildim. Bunların kadın olmaktan kaynaklandığını ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden doğduğunu, patriyarka dediğimiz erkek egemen sistemin bunun üzerine kurulu olduğunu anladım ve tabii birçok kadının da bu huzursuzluğu, hisleri paylaştığını gördüm.
Feminist hareketin, kadınların tarihine de bakınca -sadece Türkiye de değil, dünyada da- hiçbir hak, kazanım mücadele edilmeden, kolayca elde edilmemiş. Kadınlara yönelik şiddetin, eşitsizliğin ve ayrımcılığın ancak patriyarka, bu sistem yıkıldığında biteceğine de inanıyorsanız, bence örgütlü mücadeleden başka bir seçenek de kalmıyor. Örgütlü mücadelenin de farklı biçimleri var tabii ki, bazı denemelerim oldu fakat benim için dönüştürücü adım 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’nün örgütlenmesinde yer almaktı. Her sene daha da kalabalıklaşan bir yürüyüş oluyor ama bu nasıl örgütleniyor? Yürüyüşün politik sözüne dair tartışmak, feminizme bütünlüklü bir bakış geliştirmeye uğraşmak, feminist yöntemle örgütlenmek ve oradaki herkesin kolektif emeği, kısaca, o sorumluluğu birlikte paylaşma halimiz bende başka kampanyalarda ve örgütlenmelerde devam isteği ve gerekliliği yarattı. Feminizme dair çok şey öğrendiğimi ve öğrenmeye de devam edeceğimi düşünüyorum, bu hem kendi hayatımı hem de tahayyül ettiğim dünyayı şekillendirdi. Dayanışmanın önemini çok hissediyorum. İnsana ayakta kalma ve devam etme gücü veriyor. Bir yandan kendi içinde yorucu yanları da var, bu ülkede bir şeyler yapmanın kesintisiz bir mücadeleyi gerektirmesi zaman zaman zorluyor ama umutluyum.
Aralık Feminist Kolektif nasıl doğdu?
Aralık Feminist Kolektif aslında yıllara yayılan ortak bir feminist birikimin ve son dönemde hissedilen çok somut bir ihtiyacın içinden doğdu. İçimizde 80’ler ve 90’larda feminist mücadeleye katılanlar da var, 2000’lerde İstanbul Feminist Kolektif, Sosyalist Feminist Kolektif, Amargi gibi bağımsız yapılarda örgütlenenler de, bu yapılar dağıldıktan sonra Kadınlar Birlikte Güçlü’de, 8 Mart komisyonlarında, çeşitli kampanya gruplarında ve feminist dayanışma alanlarında yolu kesişenler de. Hiç örgütlenme deneyimi olmayanlar da vardı. Ancak az çok hepimiz uzun süredir feminist politika üreten ama örgütlü bir feminist alanı olmayan feministlerdik ve bu süreçte dayanışmamız sürerken hepimizin ortaklaştığı bir eksiklik belirginleşti: Patriyarkayı doğrudan hedef alan, bağımsız, sürekliliği olan bir feminist örgütlenme ihtiyacı.
Bizi bir araya getiren de buydu; farklı kuşaklardan ve farklı geçmişlerden gelen ama aynı bağımsız feminist hatta buluşan kadınlar olarak patriyarka, kapitalizm, heteroseksizm ve tüm baskı mekanizmalarına karşı örgütlü ve sokağın da dönüştürücü gücüne inanan bir feminist politika hattını yeniden kurma iradesiyle bir araya geldik. Aralık Feminist Kolektif, bu ortak ihtiyaçtan doğan ve tarihsel olarak bir geleneği de sahiplenen bir örgüt. Elbette Aralık’ın yanı sıra birçoğumuz feminist hareketin kampanyalarına, kadın hareketinin kampanya ve platformlarına emek vermeye örgütlemeye devam ediyoruz, bunu oldukça önemli buluyoruz.

