OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

İmralı’ya gitmek ya da gitmemek… Bütün mesele bu değil

Anlaşılıyor ki bu ziyaret içerikten ziyade Abdullah Öcalan’ın bir taraf olarak tanınıp tanınmamasıyla ilgili sembolik bir adım. O zaman insan bir kere daha şaşırıyor çünkü siz, oraların çoktan geçildiğini, bir iki istisna hariç bütün aktörlerin Öcalan’ın bu sürecin başat bir parçası olduğunu doğrudan veya zımnen kabul ettiğini düşünürken bir de bakıyorsunuz ki daha “tanınsın-tanınmasın” aşamasındaymışız! Halbuki, bütün süreç ilk önce Bahçeli’nin bir çıkışı, sonrasında da Öcalan’ın PKK’ya yaptığı çağrıyla başlamadı mı? Öcalan muhatap alınmasaydı bu noktaya kadar nasıl gelinecekti zaten?

Geçen hafta TBMM “Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” isimli ve önündeki sıfatı belli olmayan süreci yürüten komisyondan bir heyetin İmralı’ya gidip Abdullah Öcalan’la görüşme yapması meselesi üzerinden ortalık toz duman oldu. CHP, ilgili konunun tartışılacağı ve nedense kapalı yapılan oturuma girmeyip adaya gidecek heyete de üye vermeyeceğini açıklayınca, Türkiye’de sıkça olduğu üzere, sükûnet ve aklıselim bir kenara bırakıldı, kararın destekçileri ve karşıtları eski defterleri de açarak birbirlerine çok sert sözler söylediler. Duygular sel olup aktı.

İnsan, (mesela benim gibi “saf” biri) ilk anda bu komisyonun adaya gidişinin neden bu kadar kritik olduğunu anlayamıyor, çünkü bu görüşmenin esas veya içerik açısından farklı bir durumunun olması pek olası değil(di). Öcalan, adaya giden DEM Parti heyetleriyle ve herhalde devletin ilgili kurumlarıyla belli aralıklarla konuşuyor ve süreç hakkındaki görüşlerini aktarıyor zaten. Şimdiye kadar bunların hiçbirine söylemediği veya söyleyemediği ama sadece TBMM komisyonuna söyleyebileceği bir şeyler olduğunu varsaymak pek akla yakın değil. Kaldı ki, mutlaka komisyona hitap etmesi gerekiyorsa bu, bugünün teknolojik olanaklarıyla çok sıradan bir iş olurdu. Üstelik, o zaman küçük bir heyete değil bütün komisyona hitap etmiş olurdu. Bütün bunları göz önüne alınca anlaşılıyor ki bu ziyaret içerikten ziyade Abdullah Öcalan’ın bir taraf olarak tanınıp tanınmamasıyla ilgili sembolik bir adım. O zaman insan (gene aynı saf ben) bir kere daha şaşırıyor çünkü siz, oraların çoktan geçildiğini, bir iki istisna hariç bütün aktörlerin Öcalan’ın bu sürecin başat bir parçası olduğunu doğrudan veya zımnen kabul ettiğini düşünürken bir de bakıyorsunuz ki daha “tanınsın-tanınmasın” aşamasındaymışız!

Halbuki, bütün süreç ilk önce Bahçeli’nin bir çıkışı, sonrasında da Öcalan’ın PKK’ya yaptığı çağrıyla başlamadı mı? Öcalan muhatap alınmasaydı bu noktaya kadar nasıl gelinecekti zaten? Öcalan zaten başından beri muhataptır. Daha da ötesi, onun muhataplığı örgüt üzerindeki etkisi sebebiyle bir tercih meselesi değil, bir zorunluluktur. Başka bir deyişle sürecin doğal bir parçasıdır. Bunu kabul etmiyorsanız sürece hiç katılmamanız tasvip edilmese de anlaşılırdır. (Örneğin, İYİP’in komisyona üye vermeme kararı bence yanlıştır, hatta Türkiye’ye kötülüktür ama kendi içinde tutarlıdır.) Öte yandan, sürece katıldığınızda, yani komisyona üye verdiğinizde zımnen bunu kabul etmişsiniz demektir. Adaya gidip gitmeme bir teferruat. Tarafların bunun üzerinden bilek güreşi yapması gereksiz yere yıpratıcı.

Herkesin bildiğini yani Öcalan’ın bu işin başat aktörlerinden olduğunu, sürecin onunla başlatıldığını ve yürütüldüğünü CHP de komisyona girerken biliyordu herhalde -ki doğru olan komisyona girmekti-. Dolayısıyla, iş adaya gitmeye gelince “Öcalan’a meşruiyet sağlayamayız”, demenin çok bir manası yok. Öte yandan, “komisyon mutlaka adaya gitmeli” diyerek -nitekim, gitti de olmayan ne oldu?- Öcalan’ın muhataplığı meselesini zorlamak da doğru değil, dediğim gibi durum zaten o.

Sürecin başından beri başkaları gibi ben de bu sürecin PKK'yı veya başka bir Kürt aktörü/kesimi teslim alma süreci olarak algılamanın ve öyle yürütmenin yanlış olduğunu söylüyorum. Fakat aynı şekilde bu süreç CHP'yi teslim alma, "biat ettirme" olarak da algılanmamalı, öyle yürütülmemeli. İmralı ziyareti biraz buna yönelik bir hamleymiş gibi duruyor. Kanımca gidilmesinde ve CHP'nin de o heyete katılmasında bir mahsur yoktu ama CHP'nin katılmamasını da bir son olarak düşünmemek gerek. Yani, bütün taraflar açısından gidip-gitmeme meselesinden yola çıkıp gemileri yakmaya gerek yok. “Teröristin ayağına gidilmez”, diyerek 90’ların kafasında olanlar zaten bir çeşit hayal alemindeler. Öte yandan, CHP ilerleyen süreçte daha somut engeller ileri sürerek süreci baltalamaya çalışırsa o zaman daha net, ciddi ve içerikli bir eleştiriyi hak eder.

Öte yandan, AKP’nin süreçteki tavrına da dikkat çekmek gerekir. Sanki iktidar partisi gibi değil de dışarıdan davet edilmiş de katılmış gözlemci gibiler. Kan davalıların barış toplantısına katılan ama ne olur ne olmaz diyerek korktuğu için de kapıya yakın oturup en ufak bir gerginlikte kendini dışarı atmaya hazır misafir gibi süreç ters giderse, anketler istedikleri gibi gelmezse kendilerini dışarı atıp “Ben yapmadım Devlet (hem kişi hem teşkilat olan) yaptı”, diyecekler belli ki, aynı 2013-2015 arasında yaptıkları gibi.

Komisyonun kamuya açık toplantılarında doğru dürüst söz almıyorlar, Erdoğan süreç hakkında net konuşmuyor, son olarak komisyonun İmralı heyetinde AKP üyesi olarak yer alan Hüseyin Yayman’ın hali ise mesele bu kadar ciddi olmasa gülünecek kadar komikti. Heyetin adaya gittiği gün ilk önce, “Ben adaya gitmedim, kim gitti bilmiyorum”, dedi sonra heyetle birlikte adaya gittiği anlaşıldı. Yayman, çift kişilik yaşadığı bir kişilik bölünmesi içerisinde değilse ortada açıklanması gereken bir durum var. Kendisine neden böyle bir şey söylediği soruldu mu, sorulduysa bir cevap alındı mı, böyle bir şey söylemeye kendi başına mı karar verdi, partide üst düzeyden birileri mi “gitmedim”, demesini söyledi bilmiyorum ama nereden baksan tuhaf bir durum.

Bu arada, MHP’nin Devlet Bahçeli’nin şahsında neden böyle bir süreci başlatıp hâlâ da en ateşli savunucusu olarak yakın geçmişiyle taban tabana zıt bir pozisyon aldığı benim açımdan hâlâ tatminkâr biçimde yanıtlanmış bir soru değildir. MHP, bir siyasi parti değil devletin kurumsal siyaset içindeki aparatı olduğu için anket kaygısı da yok tabii.