Abdullah Öcalan'ın açıklamaları, TBMM'deki komisyonun çalışmaları, PKK'nin kendini feshetmesi, silah bırakması ve Türkiye topraklarından çekilmesi sonrası bu hafta sonu da DEM Parti, İstanbul'da iki günlük bir konferans düzenledi. Katılmın yoğun olduğu konferansta hem Türkiye'den hem de yurtdışından onlarca akademisyen, siyasetçi, hukukçu, STK çalışanı "çözüm süreç"lerini konuştu.
Yeni çözüm sürecinde bir yandan TBMM’de oluşturulan komisyonun çalışmaları devam ederken bu haftasonu Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), İstanbul’da “Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı” düzenledi. İki günlük konferansta Türkiye’den ve dünyadan çatışma çözümü çalışan birçok akademisyen, siyasetçi, avukat, sivil toplum çalışanı kendi alanlarındaki barış deneyimlerini anlattı. Bakırköy Cem Karaca Kültür Merkezi’ndeki konferansın ilk gününde çok ciddi bir katılım oldu, dinlemeye gelenlerin bir kısmı ayakta ya da merdivenlerde oturarak konuşmacıları dinledi.
Konferansın en ilgi çeken mesajları İmralı’daki Abdullah Öcalan'ın yine 10 yıl imralı'da kaldıktan sonra yazın tahliye olan Veysi Aktaş'ın okuduğu mesajı ve Suriye’den gelmesi beklenen ancak son dakika “bürokratik” engeller konulduğu için Türkiye’ye gelemeyen Suriye Özerk Yönetimi Dış İlişkiler Dairesi Başkanı Îlham Ahmet’in video mesajları oldu.
Sabah ve akşam oturumları olmak üzere iki oturum düzenlenen Cumartesi günün ilk oturumunu DEM Parti milletvekili gazeteci Cengiz Çandar yönetti. “Toplumsal Barışa Yönelik Perspektifler” başlığı altındaki oturumda İmralı Heyeti Üyesi Özgür Erol, Barcelona Özerk Üniversitesi’nden Emeritus Prof. Louis Lemkow, Erbil Kürdistan Üniversetesi’nden Doç. Dr. Arzu Yılmaz, siyasetçi Dr. Cihangir İslam yer aldı. Özellikle Doç. Dr. Arzu Yılmaz ve İmralı Heyeti üyesi avukat Özgür Erol’un konuşmaları ön plana çıktı.
Doç. Dr. Arzu Yılmaz: Türk-Kürt barışı, Trump'ın güce dayalı barış yapma sürecinde istisnai bir örnek
Erbil Üniversitesi’nden Doç. Dr. Arzu Yılmaz Türkiye’de Toplumsal Bir Barış ve Kalıcı Çözümün Bölgesel ve Küresel Etkileri” başlıklı konuşmasına barış süreci konuşulmasına rağmen çoğu insanın “umutsuz” olduğuna vurgu yaparak şöyle dedi: “Bunun 3. Dünya Savaşı ya da küresel çatışma ihtimalinin çok yüksek görünmesiyle çok ilgili olduğunu düşünüyorum.” Yılmaz şöyle devam etti:
İyi haber şu ki, son bir yıldır Trump yönetimindeki Amerika'nın performansını göz önünde bulundurduğumuzda, bu havada asılı olan 3. Dünya Savaşı'nın en azından Trump döneminde olmayacak. Onu da bu sabah açıklanan Amerika'nın Ulusal Güvenlik Stratejik Belgesi'nden anlayabiliyoruz. En azından Trump döneminde bu savaşın çıkmayacağını, bu belirsizlik çağında, kısa vadeli bir öngörü olarak anlıyoruz. Hatta Trump'ın bir yıldır gösterdiği performansla bunun 3 yıl içinde olmayacağını da söyleyebiliriz. Ama mevzuu şu ki, bu 3. Dünya Savaşı 3 yıl içinde olmasa bile Ortadoğu'da bir İran-İsrail Savaşı'nın kaçınılmaz olduğu bir andayız gibi görünüyor. Çünkü Trump'ın “güç yoluyla barış yapma” halinin, o ihtimali çok derinleştiren bir etki yarattığını kabul etmeliyiz.
Barış diyoruz ama ateşkes bile yok
Kuşkusuz Trump'ın bir yıl içerisinde görece bir ateşkes sağladığı, ama adını barış koyduğu ve aslında gerçekte ateşkesten öteye gidemeyen, hatta çoğu ateşkesin bile sağlanamadığı barış projelerine baktığımız zaman, bu güç yoluyla barışın sınırlarının nereye kadar olduğunu görebiliyoruz. Bu "donma, dondurma" haliyle çatışmayı bir ölçüde durdursa bile aslında çatışmanın taraflarını çok daha çatışma ihtimaline çektiğini gördük, göreceğiz. Çünkü bu donma, dondurulma durumunda, çatışan tarafların çatışma konularını çok daha derinleştiren, tarafların birbirlerine karşı tavırlarını ya da beklentilerini çok daha çatışmacı bir seviyeye çeken bir yanı olduğunu gördük.
Aslında Gazze'de, Suriye'de, Ukrayna, Rusya'da barıştan bahsediyoruz ama bunlar ateşkesin bile sağlanamadığı barış projeleri. Tüm gündemde olan barış müzakereleri, diyalog süreçleri en fazla bir ateşkesi sağlamak ve fakat bir kez bu dondurma hali çözüldüğünde savaşı daha da büyütecek dinamikleri barındırıyor. Türk-Kürt barışı, Trump'ın güce dayalı barış yapma sürecinde istisnai bir örnek.
Türk-Kürt barışı neden istisnai örnek?
Türk-Kürt barış girişimine ya da diyalog sürecine dönecek olursak, diğer süreçlerden farklı olarak ve onların hepsinden daha fazla yapılabilir, hayata geçirilebilir bir proje olduğunu teslim etmek gerekiyor. Şimdi Ortadoğu'da İran ile İsrail arasında bir savaşın kaçınılmaz olduğu bir fotoğrafta bu süreç taraflara ne kazandırabilir? Türk-Kürt barışının yapılabilirliğinin en önemli nedenlerinden biri gönüllülükse, diğeri de her iki tarafın da kazan-kazan bir sonuca varmasına imkan vermesi.
Şimdi bir savaş halinde nasıl bir kazan-kazan sonucu olabilir? Türkiye açısından olası bir savaşı eşiğinin ötesinden tutma imkanı verirken, Kürtlere de bir iki ateş arasında kalmama ve kazanımlarını koruma imkanı verebilir. Bunun ötesinde de halihazırdaki dinamikler ve sıklıkla bugünlerde tartışma konusu olan ulus devletin bekası mevzusu, ulus devlet hayatta kalmak için, içinde bulunduğumuz süreçte bir çatışmaya en hazırlıklı olması için bir ekonomik bölgeselleşme içerisine kendini yerleştirebilmeli.
Tom Barrack’ın söylediklerinden örnek verirsek, Hazar'dan Doğu Akdeniz'e kadar sıklıkla yapılan vurgu, Ortadoğu'nun Kafkaslıları da içine alan, Rusya ile Çin arasında bir tamponun oluşturulduğu, yeni ekonomik politik bölge ortaya çıktı. Şimdi bu yeni ekonomik politik bölge ortaya çıktığında ve ulus devletinin kendisini devam ettirmesinin zemininin kalmadığı durumda, işte Abdullah Öcalan'ın sözünü ettiği demokratik entegrasyon, aslında sınırlar değişmeden ama bir ekonomik bölge çerçevesinde birlikte barış içinde yaşamanın da bir formülü olarak önemli bir zemin sunuyor.
İmralı Heyeti üyesi, avukat Özgür Erol: Kürtlük bu ülkede yasal değil
Bundan bir yıl önce bugün bulunduğumuz şartlarda değildik. Suriye'de bir iktidar değişimi gerçekleşmişti. Çok gergin ve çok krizli Ortadoğu koşulları ve ülkede de son derece kısıtlayıcı bir ortamda Öcalan, üç görüşme planladı. Bu üç görüşmenin sonucunda Kürtlerin demokratik, siyaset ve hukuk yoluyla mücadelesini dönüştürebileceği bir açıklamayı organize etti.
Birinci etap bu şekilde başladı. Öncesinden son derece üzerinde düşünülmüş, derinlikli planlanmış bir süreçti. Devam eden süreçte örgütün kongresini yaparak buna yanıt vermesi, daha sonrasında 11 Temmuz’da silah bırakma ve şimdi geldiğimiz noktada geri çekilme. Sadece fiilen bir silah bırakma değil bu: Hem fiilen hem zihnen şiddetten arınmaktan bahseder bir duruma geldik. Yani demokrasi dışı her türlü müdahaleye karşılı olmak biçiminde değerlendiren bir nokta.
Norm dışı Kürtler
Fakat bununla birlikte bir de meselenin Kürtler boyutu var. Bu birliktelik ve bu bir arada yaşamada Kürtlerin meselesi ne olacak? 1919-23 Kürtlerin yerleştirildiği söylem yani bu ülkenin kurucu babalarının Kürtleri Türklerle beraber zikreden, yazıta geçiren tarzıyla 25’ten ortaya çıkan inkar rejimi arasındaki derin bağlantı önemli. 1925’ten sonra başlar Kürt isyanları. Bu tarih esasen Kürtlerin cumhuriyette norm dışına çıktıkları, norm dışına çıkarıldıkları tarihtir.
Bugün sayın Öcalan, Kürt olgusu ve isyanının hukuk yoluyla cumhuriyete dahil edilmesini istiyor. Çünkü hukuk dışında tutulan bir Kürtlük var. 1925’ten sonra şöyle bir gerçeklik ortaya çıktı. Kürt dediğiniz zaman doğrudan isyanla özdeşleşiyor. Bu kurgu Kürtlüğü sürekli bir tehlike unsuru olarak tutuyor. Kürtler olağan normun içine dahil olamadılar.
Fakat her zaman kolektif bir cezalandırmanın nesnesiydiler. Kürtlere yasal hakları, hukuku tanınırsa sanki ekmeğimizi bölüşeceğiz, suyumuzu paylaşacağız gibi bir algı var. Öyle bir durum yok. Kürtlerin yasallık dışında tutulması, Türkiye'de her dönem belirli güçlerin o yasa dışılık üzerinden kendilerini her türlü kısıtlamadan azade tutmalarına yol açtı. Ve her dönem bu yasa dışılık alanı ülkenin Batısına da sirayet etti. Tıpkı, kayyımın ilk doğuda atanması, sonra batıda atanması gibi. Sözün özü bu ülkede herhangi bir hukuk sisteminin kurulma ihtimali ortadan kalktı, Kürt'ün yasa dışılıkta tutulması yüzünden. Yani norm dışı güçler diye tabir edilen mesele de biraz buydu.
Kürt isyan etsin, Türk kahraman olsun
Ayrıca bir örnek vermek isterim. Komisyon’a katılan annelerden biri Kürtçe bir iki cümle etmek istedi. Orada ona izin vermeyen komisyon başkanı bir hafta sonra Diyarbakır'da Kürtçe şiir okudu. Yani Kürtçeye, Kürtlüğe kategorik bir karşılık yok. Peki neden izin vermedi? Cevap basit: Çünkü yasal değil. Kürtlük bu ülkede yasal değil. Şimdi siz Kürtlüğün bu yasallık sorununu çözmeden ne Kürtçeyi ne Kürt kültürünü, ne Kürt yaşam alanını, ne Kürt'ün diğer haklarını konuşmaya başlayabilirsiniz, başlarsanız da arada boşluk kalır. Kürtlüğün yasal dışılıkta tutulmasından kastı sayın Öcalan esas olarak budur. Kürt her zaman isyan etsin, ben de her zaman ülkeyi kurtarıp kahraman olayım istiyorlar.
Umut hakkı, sadece Öcalan için değil
Umut hakkı için de şöyle diyebilirim. İstiyorlar ki, varlığı görünmesin. Bütün gücünden, çözümleyiciliğinden, karar verme iradesinden faydalanalım, değerlendirelim ama o orada kalsın. Siyaset olarak olsun, ama fiziki olarak görünmesin istiyorlar. En dokunulmaz görülen neyse o hukukun içine dahil edilecek ve oradan bütün bir Kürt halkı onun arkasından gelecek. Örneğin geçiş sürecinde yapılabilecek yasal düzenlemeler, hiç umut hakkı düzenlemelerine hacet kalmaksızın da pek çok fırsatı ortaya çıkarabilir. Bu arada umut hakkı, sadece sayın Öcalan değil aynı zamanda birkaç yüz mahpusu daha etkileyen bir düzenlemedir.

