Her adımı söylenmeyenlerle ve şiddetle yüklü bir coğrafyada, gerçeklerden ve barıştan konuşmak cesaret ister. Belletilenleri değil hakikati, alışılanı değil yeni ve tedirgin edici olanı arayanlar tehlikelidir. Tehlikededir kan davasına, kardeş kavgasına bir son vermek isteyenler.
Bu yaralı topraklara ekilmiş bir umut tohumu olan Agos’a ruhunu veren Hrant Dink, gözleriyle gördüğü tehlikelerin üzerine gitmekten kaçınmadı. Kaçınmadı, çünkü bunu, yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip olmanın bedeli olarak gördü. İnsan evladının nihayetinde bir nefeslik canı var. Takdir-i ilahi, kader, alınyazısı, doğanın kanunu, adına her ne dersek diyelim, bu hayatın sonlu olduğu bilgisi, bizi, uzağına düştüğümüz insani özümüze bir nebze de olsa yaklaştırıyor. O insani özün etkisiyle, yolumuzu kaybettiğimizde, içgörüsü yüksek olanlarımıza dönüyoruz umutla. Barışın ve adaletin yolunu gösterecek, yarınların sınavlarından geçebilmemizi sağlayacak anahtarları bize sunacak olan kadim bilgeliğe her daim ihtiyacımız var. Hrant Dink, bizler için, Anadolu insanının asırların imbiğinden damıttığı o bilgeliği temsil ediyordu. İşte bu yüzden, onyıllardır süren ve binlerce insanın hayatını kaybetmesine neden olan şiddetin nihayet sona erme ihtimalinin belirdiği şu günlerde, onun bizi bize yakınlaştıran insan sıcaklığını daha fazla özlüyoruz. Böyle zamanlarda, onun bu ülke tarihinin bütün yükünü omuzlamışçasına, tüm dertlerimizin dermanını arayan çocuk saflığındaki ruhuna hep beraber ne kadar çok ihtiyacımız olduğunu hissediyoruz. Türkleri, Kürtleri, Ermenileri, hepimizi barıştıracak olan geleceğin hayalini gerçeğe dönüştürme arzusuyla nasıl yanıp tutuştuğunu anımsayıp dirençle doluyoruz bir kez daha. Hrant Dink’in aramızdan alınmasından sonra sergilenen utanç verici hukuksuzluklar ise bu direnci köreltmiyor; aksine, adalet borcumuzu bize sürekli hatırlatan bir kamçıya dönüşüyor. Bu, hep beraber ödememiz gereken bir borç. Çünkü adaletin olmadığı yerde, kimse başı dik gezemez. |