Berat Özipek: 'Türk yalanına sessiz kalma!'

Star gazetesinde bugün (1 Mart Perşembe) yayımlanan köşeyazısında Berat Özipek, bir etnik kimliğin kolektif olarak 'katillerle', veya 'bir yalanla' özdeşleştirilmesindeki adaletsizliği anlatıyor. Özipek, Hocalı'yı protesto mitinginin ırkçılık ve ayrımcılık boyutuna ek olarak bir de, ''Ermeni'ye hakaretin infial uyandırmaması' boyutunu tespit ediyor.

Berat Özipek

01/03/2012

(Star)

'Türk yalanına sessiz kalma!'

Bir an için, yaşadığınız şehrin meydanlarını, iskelelerini ve duraklarını, etnik kimliğinizi yalanla birleştiren bir sloganın doldurduğunu düşünün.

“Türk yalanı”“Kürt yalanı”“Çerkez yalanı” gibi…

Otobüsten inerken, vapura yürürken, başınızı nereye çevirseniz bu slogan var.

Kendinizi nasıl hissederdiniz?

Velev ki kınanan kötülük, sizin etnik kimliğinize mensup insanlar tarafından işlenmiş olsun.

Yine de kızardınız.

 “Türk”“Arap” veya “Laz” diye kolektif bir özne vehmederek, sizi katillerle aynı kefeye koymanın adil olmadığını haykırmak isterdiniz.

Kendinizi kırgın, tedirgin ve hakarete uğramış hissederdiniz.

Geçen hafta İstanbul’da yaşayan Ermeniler de böyle hissettiler.

Kendi ülkelerinde, vatandaşı oldukları devlet tarafından ayrımcılığa uğratıldılar çünkü.

Geçen hafta boyunca durdu o afişler.

Ve günlerce, halkı din ve ırk farkı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik etmeyi suç sayan TCK 216. Madde alenen çiğnendi.

**

Ayrımcılık suçunu sadece o ilanı verenler işlemedi. O bilbordları bu ayrımcılığa açan belediye işledi. Müdahale etmeyen yargı işledi. Onu gördüğü halde kaldırtmayıp, o meydanda konuşmayı içine sindirebilen hükümetin bakanı işledi. Devlet işledi.

Sakın “belediye anlamamış olabilir” demeyin. O ilan “Türk yalanına sessiz kalma!”şeklinde olsaydı, belediye buna izin verir miydi? Yoksa daha üst makamlara sormadan onu alan herhangi bir memur, “çüş, oha, bu ne ya?” deyip peşinen ret mi ederdi?

Hepimiz biliyoruz ki, ikincisi olurdu.

**

Bu rezaletin ırkçılık ve ayrımcılık boyutu çok vurgulandı.

Ama vurgulanmayan bir boyutu daha var. “Ermeni”ye hakaretin infial uyandırmamasında somutlaşıyor bu boyut: “Ermeni”nin resmi olarak tanımlanan “biz”e dair bir anlam taşımıyor olmasında somutlaşıyor.

Şimdi anlıyor musunuz “Türklük” neden “ortak anayasal payda” olamaz?

Türklüğün, Laz’ı, Gürcü’sü ve Roman’ıyla hepimizi kapsayan bir anlamda kullanıldığı tezi neden ikna edici olamaz?

Çünkü öyle olsaydı, iddia ettikleri anlamda “Türklüğün” bir bileşeni olarak “Ermeni”ye hakaret, “Türklüğe hakaret” sayılırdı.

Ama şimdiye kadar hiç sayılmadı.

Çünkü hepimiz biliyoruz ki, Türklük bu ülkede hiçbir zaman, iddia edildiği gibi, “devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesi” ifade eden bir anlamda kullanılmadı.

Eğer “Türk” etnik bir kimliğin adı olarak kullanılmıyor olsaydı, bu ülkede yaşayan Kürt’ü, Yahudi’yi, Çerkez’i, Rum’u ve Ermeni’yi kapsayan bir anlamda kullanılıyor olsaydı, o ilanı asanlar ve göz yumanlar, sadece ayrımcılık yasağını ihlalden değil, aynı zamanda“Türklüğü aşağılamayı” yasaklayan o absürt maddeden de yargılanıyor olurlardı.

Hani Hrant Dink’i mahkum edip tetikçinin önüne attıkları meşhur “301. Madde”den…

**

Pazar günü Yüzleşme Derneği’nin “Resmi İdeoloji Sempozyumu”na giderken Taksim Meydanı’nda “Ermeni piçtir” sloganlarını duyduğumda içim acıdı.

O an aklıma bunu duyan Ermeni hemşerilerimin ne hissedecekleri geldi. Kendisine sevgi ve hürmet duyduğum bir Ermeni, her daim adaletin mihenk taşı gibi sağlam duran Etyen Mahçupyan geldi. Utandım. Onun bakışları altında kavmiyetçilik ve milliyetçiliğin kirli ve zehirli diline teslim olan ve bu rezalete sessiz kalan Müslümanlar adına utandım.

Hocalı Katliamı’nın anılması doğruAzerbaycan topraklarındaki Ermenistan işgalinin ortadan kaldırılması talebi meşrudur.

Ama hukuku çiğnemeden, ayrımcılık yapmadan. Siyasi hesaplarla, orada katledilen masum insanların hatırasına hürmetsizlik etmeden.

**

Bu rezaletin tek teselli edici tarafı, bizim hala çok hasta olduğumuzu yüzümüze vurmasıydı.

Kendisini enternasyonalist veya ümmetçi sananların, haksızlık karşısındaki suskunluklarında da somutlaştığı gibi, aslında basbayağı milliyetçi oldukları gerçeğine ayna tutmasıydı.

Ve alay edercesine “biz Türk derken bütün etnik kökenlerden vatandaşlarımızı kastediyoruz” şeklindeki milliyetçi argümanın aslında ne kadar temelsiz olduğunu göstermesiydi…

 

 

28 Şubat bitti mi?

“28 Şubat: Süreklilik ve Kopuş BİNYILIN SONU” kitabı iki gün önce, tam o uğursuz muhtıranın 15. yıldönümünde çıktı.

Üç ciltlik bu ansiklopedik eserin editörü, genç ve başarılı akademisyen Abdurrahman Babacan’ı ve emeği geçen diğer 16 editörü kutluyorum.

Kitapta 28 Şubat ile ilgili çok değerli bir kronolojik özet, dönemin aktörleriyle yapılan derinlemesine mülakatlar ve akademisyenlerin yazıları var.

 Ve tabii ki, hayatları karartılan milyonlar var. Dindar olduğu için cezalandırılan Müslümanlar, YAŞ kararlarıyla ordudan atılan askerler, üniversitelerden tasfiye edilen akademisyenler, başörtüsü yasağı ve katsayı zalimliğiyle geleceği çalınan çocuklar, yoksullaşan işçi ve iflas eden esnaf var.

Bir de, yatacak yeri olmayanlar, hala hesap vermeyenler var.

**

Şimdi 28 Şubat’ın bittiğini söylüyorlar ama en az üç sebeple bunu söylemek henüz mümkün değil.

Birincisi, devlet tarafından mağdur edilen, işini, okulunu, sağlığını kaybeden, ailesi dağılankurbanların kayıpları, gerçek bir telafi hiçbir biçimde mümkün olmasa da, tazmin edilmeli.

İkincisi, o süreçte insan hakları ihlallerinin parçası olanların adalet önünde hesap vermeleri sağlanmalı.

Ve üçüncüsü, evrensel hukuk ve demokrasi ilkeleri doğrultusunda orduda reform daha fazla geciktirilmeden gerçekleştirilmeli.

Ancak bunlar olduğunda 28 Şubat geçmiş olur.