BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

İnşallaaah!

Ege, önceden reklam edildiğinin aksine, çözüm karşıtı falan değil. Milyonlarca vatandaşla tabii ki teker teker konuşmadık ama STK’lar, sanayi çarşısı, üniversite hocaları ve öğrencileri, yerel medya, kanın durmasını istiyor; hiç acayip değil. Ama herkes kuşkular içinde; eh, bu da hiç acayip değil. Bir bütün oluşturan iki evreden geçeceğiz: 1) Kanın durması; 2) Bir daha kan dökülmesine gerek bıraktırmayacak ademimerkeziyetçi reformların yapılması. Birinci evre, ikincinin önkoşulu. Ama ikinci olmaksızın birincinin boşa gideceği, hatta bir daha bu ülkenin dikiş tutmayacağı açık. İşte biz bu ikinci evre üzerine hiçbir şey bilmiyoruz. Anayasa işi de belirsiz.

Bu durum, halkın kuşkularını beter tahrik ediyor. Tabii, bunun bir de tarihsel betonarme temelleri var: Tam 90 yıldır insanları kolay idare edebilmek için devletin pompaladığı ‘öd koparma politikaları’ bayraktar rolünde. Tabii, bizde milliyetçiler milletçi değil devletçi olduğundan, bu ‘devlet-sel’ öcülere ilaveten, şu anda ‘ulusal-sal’ öcüler de faaliyette: ‘Sol’ rolüne soyunmuş milliyetçilerin ha babam fışkırttığı ‘emperyalizm’ ve ‘parçalanma’ öcüleri.

Ulusalcı yöntemler

Ulusalcılar derken, bir bölümü çok ilginç: Bizim toplantıların kapısına 20 ila 200 kişilik gruplarla gelip Türk bayraklarını sopa gibi sallıyorlar, bağrışıyorlar: “Akil köpekler, millet sizden ne bekler!” Son olarak bizim minibüse Uşak’ta kaldırım taşı attılar. Toplantıya mutlaka birini sızdırıyorlar, o da haykırıyor: “İstiklal Marşı okunsun, şehitlere saygı duruşu yapılsın” (12 Nisan, İzmir TkMM toplantısı). Yalnız, haklarını yememek için söylüyorum, artık epey rafine oldular: Marş yerine, içerideki temsilci el kaldırıyor, çok anlamlı sorular soruyor: “Sevr makul ve iyi bir antlaşma mıdır, fikrinizi istiyorum!” (4 Mayıs Afyon STK’lar toplantısı) veya “PKK bir terör örgütü müdür, cevap veriniz!” (5 Mayıs, Uşak Sanayi Sitesi). Sonra da, cevabı beklemeksizin, kalkıp gidiyor. Slogan atarak: “Türk-Kürt kardeştir, PKK kalleştir! Ne mutlu Türk’üm diyene!

Bu şablonların yanı sıra, çok ciddi bir zararları var: Emniyet’ten de tahkik ettim, şehit aileleri ve gazi derneklerine gidiyorlar, bu mazlum insanları yalan-yanlış dolduruşa getiriyorlar. Mesela, Afyon’da görüştüğümüz dernekten biri kalktı, konuyla ne ilgisi varsa, “Türkiye’de niye petrol yok? Birisi çıkart deyince mi çıkartacağız?” dedi. Derneğin gerçekten aklı başında bir başkanı var, malul gazi, göğsündeki madalyayı işaret ederek dedi ki, “Bu madalyayı devlet Manukyan’a da verdi!” Oysa devlet, bütün vergi rekortmenlerine verilen ‘plaket’i Matild Manukyan’a da verdi (http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tutanak_b_sd.birlesim_baslangic_yazici?P4=142&P5=B&page1=52&page2=52). Bunlar, açıkça, ‘öğretilmiş’ yanlışlar. Bu mazlum insanları bu kadar istismar ayıptır, günahtır.

İkinci Lozan

Toplantılarda endişe dolu sorular geliyor: “Kürtler dediklerini kabul ettirdiler mi? Öcalan’la pazarlık yapılıp taviz verildi mi?” Bunlara, iki elinizi havaya kaldırıp toptan ve güldür güldür bir “İnşallaaah!” çekiyorsunuz, hemen izah ederek:

Pazarlıksız barış antlaşması felakettir. Sevr Antlaşması’nda pazarlık yoktu; Müttefikler dikte ettiler, Osmanlı da mecburen bastı imzayı. Ama şu oldu ki, hiç uygulanamadı. Birinci Dünya Savaşı’nı (I. DS) bitiren barış antlaşmaları içinde bir tek Lozan ayakta, çünkü hem I. DS’yi, hem Kurtuluş Savaşı’nı sonlandırdığı için yenişememe durumu vardı, pazarlıkla yapılmıştı.”

İlave ediyorsunuz: “Türkiye Cumhuriyeti şu anda İkinci Lozan’ı müzakere ediyor, farkında mısınız? Birincisi kurulmak içindi, bu ikincisi devam için”.

Türkiye’nin somut durumuna geliyorsunuz: “Bir taraf kesin galip, diğeri kesin mağlupsa, o barış yürümez. Çok şükür ki şu anda bir yenişememe durumu var. Düzenli ordu gerillayı yok edemez, gerilla da düzenli orduyu yenemez. İki taraf da bunu anladı, oturup konuşuyor. Bu sayede Afyon’a dört aydır tabut gelmiyor; kötü mü oluyor?

Yarattığımız düşmanla barış

Soru geliyor: “Silahlı mücadeleden siyasi mücadeleye mi geçiyorlar?” Hemen ellerinizi kaldırıp güldür güldür bir “İnşallaaah!” daha çekiyorsunuz. Geçmişi çok iyi bilinen Mehmet Ağar bile olayın farkına varıp, “Dağdakini ovaya indirip siyaset yaptırmak lazım” demişti; onu hatırlatıyorsunuz. Bugüne kadar tam 13 siyasi partinin Kürt meselesinden kapatıldığı bir ülkenin ne hale geldiğini anımsatıyorsunuz.

Üstelik, dinleyiciler arasından, doğuda çalışmış bir doktorun biraz önce söylediği, fevkalade anlamlı bir söz var: “Kendi yarattığımız düşmanla barış yapmaya çalışıyoruz.

Soru geliyor: “Tek millet, tek dil gibi politikalardan vaz mı geçiyoruz?” Yine gönülden bir “İnşallaaah” çekip anlatıyorsunuz: “Cumhuriyet bugünden farklı ve çok olumsuz koşullarda kuruldu. Örnek alınan B. Avrupa diktatörlüklerle, daha doğrusu faşist ulus-devletlerle doluydu. O ortamda İttihatçı/Kemalistler, her şeyin başına ‘tek’ kelimesini oturtan bir ulus-devlet kurarak, üç gruba vurdular: 1) Gayrimüslimlere, ki bu yüzden sınaileşme 60 yıl gecikti, çünkü bu insanlar ülkenin biricik girişimcisi idiler; 2) İslam’a, ki bu sonunda AKP’yi iktidara getirdi; 3) Kürtlere, ki bu da şimdi söndürmeye çalıştığımız PKK yangınını çıkardı.” Ege’yi anlatmaya devam edeceğim. İnşallah.