Haddi bilmek her zaman önemli tabii ki. Bir insan ne de olsa, ne kadar büyüse de, yine de bir haddi vardır ve bu haddi bilmek, bu hadde göre yaşamak, ne yanlış bir şey, ne de bir zayıflık. Haddini bilmek ve haddi aşmamak her ne kadar günlük hayatın bir parçası ise, bir o kadar da siyasi gruplar arasında gerçek bir ilişkidir. Siyasette ve özellikle uluslararası ilişkilerde “had bilme” oyunu daha vahim oynanır; bombalar konuşur, ordular hareketlenir ve sonunda tabii ki, her zamanki gibi insanlar hayatlarını kaybeder.
Had bilmenin oyunu, Ortadoğu’da bir başka oynanır. Genel olarak had bilme ve bildirme, iki rakip arasında olur. Mantık bunu gerektirir. Ama burada had bildirmenin en zoru, kendi müttefiklerini güçlendirdikten sonra, onların hadlerini aşmamaları için çabalamaktır. Mesela Suudi Arabistan yıllar boyunca Müslüman Kardeşleri güçlendirdikten sonra ,şimdi haddini aşmamasına çalışırken zorlanıyor. Nitekim bugün ve Suriye savaşında neredeyse dört yıl geçtikten sonra, Suudi Arabistan’ın en büyük korkusu İran değil (İsrail zaten değildi), kendi beslediği Müslüman Kardeşler. Neden? Çünkü eninde sonunda, Müslüman Kardeşler’in amacı Suudilerin tahtı olacak ya da tahtı arzulayanların müttefiki olacak.
Had bildirme oyununun bariz örneklerinden biri de Suriye’nin Lübnan İç Savaşı’nda izlediği siyasettir. Savaşın değişik dönemlerinde değişik aktörlerle anlaşıp, diğerlerine karşı olmanın tek mantığı, had bildirme politikasının uygulanmasını görmekten ibarettir. Hıristyanlarla birlikte Filistinlilere karşı, sonra İslamcı güçlerle birlikte Hıristyanlara karşı, en sonunda ise Şiilerle birlikte olup savaştan kazançlı çıkmak, tarihleri boyunca Esad Ailesi’nin belki de en önemli başarılardan birisidir. Kürt örgütlerini de aynı şekilde istismar eden Esad’lar için, kaderin bir oyunu olarak, kendilerini kullanılmakta olanların safında görmek zor olmalı.
Had bilmenin ve bildirmenin en önemli örneği, ABD’nin Ortadoğu’daki manevralarıdır. Bir taraftan IŞİD’in ilerlemesine, bazı bölgelerde hâkim duruma gelmesine, şehirleri işgal edip, imparatorluk kurmasına izin verir, hatta destekler. Ama başka bölgelerde yayıldığı ve başka aktörlere karşı savaşmaya başladığı zaman, “haddini bil” siyasetine başvurur ABD. Mesela Lübnan’da, IŞİD’in Hizbullah’a karşı güçlenmesine ses çıkarmayan ABD (ve diğer Batı ülkeleri), sorun Beyrut’a geldiğinde, aynı Hizbullah’ın rızası ve Lübnan Ordusu’nun işbirliğiyle, IŞİD’in birimlerini tek tek etkisiz hale getirmeye tereddüt etmedi.
Aynı politika, Suriye’de de devrede. Öyle görünüyor ki, IŞİD’e Suriye'nin doğusunu işgal etme izni verilmiş, petrol ve doğalgaz hatlarına sahip olması da kabul edilmiş. Ama yine, mesele büyük şehirlere gelince, Halep, Der Zor ya da Şam ve Irak’ta tehdit Bağdat’a ulaşınca, “haddini bil” düğmesine basılmış. Bu durumda, hedefin tam ne olduğunu tahmin etmek biraz zor. Kimilerine göre, olup biten her şey aslında bir komplo ve hedef tüm cihatçıları, özellikle Batı ülkelerinden gelenleri Suriye’de toplayıp, orada onların sonunu getirmek. Başkalarına göre ise, ABD’nin hedefi IŞİD’i güçleneceği bir coğrafya yaratıp, daha sonra IŞİD’i yok ederek, makbul güçlerle, ellerinde kan olmayan gruplarla o coğrafyaya hükmetmek. Bunun ispatını ABD’li yetkililerin demeçlerinden anlayabiliriz. Dört ayrı açıklama üzerine bir teori kurabiliriz. Bir, “IŞİD’i yoketmek için bir yıla ihtiyacımız var”; iki, “Ürdün’de hazırlanan ılımlı muhalefet sekiz ay içinde hazır olacak”; üç, “Yalnızca havadan bombalamakla IŞİD’i durdurmak imkânsız”; dört, “IŞİD’ten sonra Suriye hükümeti bu coğrafyaya geri dönemez…”
Yani, bir yandan IŞİD’i güçlendirerek, diğer yandan had bildirerek Suriye’yi bölme projesi yürütülüyor. Şimdi bu proje başarılı olur mu olmaz mı bilemeyiz tabii ki, ama had bildirmenin önemli bir politika olduğundan emin olabiliriz.