Yine savrulan Almanya
Zıt kanatlara mensup iki siyasetçi: Annalena Baerbock ile Friedrich Merz.
İlki Yeşillerden, sabık Dışişleri Bakanı. İsrail Gazze’de katliam yapmakla meşgulken bu haydut devlete verdiği koşulsuz destek yetmezmiş gibi şöyle buyurmuştu: “Meşru müdafaa, sadece teröristlere saldırmak değil, onları yok etmek demektir. Hamas teröristleri insanlar, okullar ve sivil binaların arkasına saklandığı zaman bunlar, istismar nedeniyle koruma statüsünü kaybedebilir”. Şimdilerde BM Genel Kurulunun başkanlığını icra ediyor, bu söylediğini inkâr ediyor ve Gazze/Filistin’e destek konusunda esip gürlüyor, yüzü hiç kızarmıyor.
Diğeri Şansölye, Hıristiyan Demokrat. İsrail’in körükörüne destekçisi; aybaşında ziyareti esnasında bir dolu boş laftan sonra 4,5 milyar dolarlık silah satışını onayladı. ABD’den sonra İsrail’e en çok silah veren ikinci ülke Almanya. Hazret, İsrail’in İran saldırısı için “pislik hepimiz adına temizleniyor” buyurduydu.
İsrail, Yahudilik, Musevîlik Almanya’nın kırmızı çizgileri. İki önceki başbakan Merkel’in Knesset’te dile getirdiği “Staatsräson” yani “devlet aklı” ya da İsrail’in varlığı ve güvenliğinin Alman devleti ve siyaseti için tartışılması dahî kabul edilemez olduğu düsturu.
Bu obsesyon Almanlığın Yahudi Soykırımı nedeniyle suçluluk yüklü ruh ve şuur hâlinin siyasî adı. Lâkin artık Filistinlilerin soykırımı aracılığıyla şeytanî bir günah çıkartma safhasına geçmiş durumda.
Dümdüz söyleyecek olursak Almanya ve genelde Avrupalılar su götürmez faili oldukları Yahudi Soykırımından, İsrail’in Filistin Soykırımına cevaz vererek arınma peşinde. Bu utanç verici nakil 1948’den bu yana yürürlükte olsa da Gazze faciasıyla arşa erdi, muhtemelen son aşamasına geçti.
Beteri, Almanya ile Avrupalı hükümetlerin çoğunun bugünkü İsrail “hoşgörüsünün” özünde, arınma ve aklanma saplantısına ilâveten kalıtsal bir Arap, Müslüman ve yabancı nefreti yatıyor.
Daha da beteri, bu nefret, son tahlilde Hıristiyan Avrupa’nın kalıtsal Yahudi nefretinin bugünkü kılık değiştirmiş hâli…
Franz Fanon’un gözlemi bu patolojik damarı mükemmel açığa vurur: “Hitler’de affetmedikleri şey suçun kendisi değil. Beyaz insana karşı işlenen bir suç olması ve daha önce yalnızca Cezayirli Araba, Hindistan’daki hamala ve Afrikalı Siyaha uygulanan sömürgeci yordamı Avrupa’ya uygulamış olmasıdır.”
Böylesi karmaşık bir ruh ve şuur hâli ancak toplumsal psikoterapi konusu olabilir. Ne var ki sorumluluk alması, hesap vermesi, bedel ödemesi istenilen Avrupalılar değil, maruz kaldıkları bitmez tükenmez şiddete direnmekten gayri bir kabahati olmayan Filistinliler ile onları destekleyenler.
***
Nitekim cümle Alman siyaset sınıfı ve devlet erkânı bu vahim çarpıtma konusunda utangaç değil bilakis tehditkâr ve şedid. Yalnız, bu duruşun bedeli demokrasi.
Geçen hafta çıkan Civicus raporu Almanya’yı kamusal alan özgürlüğü sıralamasında “daraltılmış”tan “engelli” seviyesine düşürdü, Macaristan ile aynı…
Berlin polisi, Filistin yanlısı gösterilerle bağlantılı 9.000 suç duyurusunda bulundu. Filistin’in “f”sini telaffuz eden ya dayak yiyor ya gözaltına alınıyor.
İsrail’i eleştiren STK’lar, fon kesintisi, baskın ve gözetimle karşı karşıya. 2024’te yürürlüğe giren kural uyarınca protesto yalnızca Almanca ve İngilizce yapılabiliyor! Polisin şüphelilerin evlerine gizlice girip cihazlarına casus yazılımlar yüklemesine izin veren bir yasa geçti.
“Dördüncü kuvvet” ise gazeteci Goldman’ın “Alman medyası hükümetin halkla ilişkiler birimi gibidir” söyleşisindeki gibi.
Bütün bunlara rağmen altı yüz üst düzey kamu görevlisi hükümete yaptıkları çağrıda Almanya’nın İsrail’e koşulsuz destek politikasının terki ve yeni politikanın uluslararası hukuk ve anayasal değerlere dayandırılması gerektiğini vurgulama cesaretini gösteriyor.
Üç ankete göre, farklı siyasî görüşlerden katılımcıların yüzde 57’si İsrail’e artık olumsuz bakıyor; yüzde 59’u sözkonusu olanın soykırım olduğunu düşünüyor; yüzde 56’sı Almanya’nın İsrail’e değil Yahudilere karşı sorumlu olduğu kanısında; yüzde 61’i İsrail’i eleştirmenin antisemitizm olmadığı görüşünde; yüzde 54’ü hükümetin isteksizliğine rağmen bağımsız bir Filistin Devleti’nin tanınmasını destekliyor; sadece yüzde 10’u Staatsräson ile mutabık; yüzde 66’sı Alman dış politikasının insan hakları ve uluslararası hukuk kurallarına göre belirlenmesi görüşünde.
Alman devleti bekâsının ve toplumsal huzurunun Nürnberg kadar Gazze’den geçtiğinin idrakinde mi acaba?

